Bir şarkıya “Dur” diyerek girilir mi? Cem Karaca girer.
“Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” isimli, hiç boşu olmayan o efsanevi albümdeki “Hep Kahır”da Karaca yekten “Dur” diye haykırır. Sonra “Bırak kaynasın kahvenin suyu” der ve sorar: “Bana İstanbul’u anlat nasıldı / Bana Boğaz’ı anlat nasıldı?”
Çok kişi bu dizeleri Nâzım Hikmet’e ait sanar ama onun değildir. Cem Karaca, 12 Eylül darbesi sonrası zorunlu yaşadığı Almanya gurbetinde, şüphesiz Nâzım’dan da etkilenerek ve içindeki o sıla hasretini habire büyüterek, eşsiz benzersiz “Hep Kahır”ı yazmıştır. Şarkısında İstanbul’dan, “şehirlerin şehrinden” gelen misafirine memleketini sormaktadır. Kaçak yağmurların ardından ana şefkati gibi güneşle kurulanan yedi tepenin, Beyoğlu sırtlarından yasak gözleriyle baktığı Sarayburnu’yla Haliç’in köprülerle minarelerin, çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayalini kurduğu o güzel o büyülü şehrinin halini sorar.
Ama esas sorusunu sona saklamıştır. İnsanlarını sorar Cem Karaca. Onların mutlu olduğunu hayal eder. Bu hayali bozulmasın ister. Gerçekler bile bu hayali bozmasın… Bozacaksa kendisine yalan söylenmesini ister:
“İnsanlar gülüyordu de,
Trende vapurda otobüste
Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle
Hep kahır hep kahır hep kahır
Bıktım be…”
*
İnsanlar gülüyor mu sahi? Trende vapurda otobüste gülüyorlar mı? Mutlular mı? Mutlu muyuz?
Bu sorunun cevabını çok iyi biliyoruz ya, yine de “hazır cevaplanmışı var” diyerek, geçen ay açıklanan “Dünya Mutluluk Endeksi- 2022” isimli raporun sonuçlarından vaziyeti kontrol edelim.
Cevap kısa: Toplum olarak mutlu değiliz.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Çözümler Ağı’nın 10 yıldır organize ettiği, Finlandiya’nın son beş yıldır hep birinci geldiği, karanlık ve soğuk diğer İskandinav ülkelerinin nasılsa hep ilk beş sıraya doluştuğu bu karşılaştırmalı tabloda biz bu sene 112’nciyiz.
Listede yıllardır geriye gidiyoruz. Raporda Finlandiya’nın ilk defa birinci ilan edildiği yıl olan 2018’de, Türkiye 74’üncüydü. Geçen sürede Finlandiya hep birinci kalırken, Türkiye geriledi. 2019’da 79’uncu. 2020’da 93’üncü. 2021’de 104’üncü. Nihayet bu yıl 112’nci.
Listede 146 ülke var. Belli ki daha gidecek yolumuz da var.
*
Mutluluk ölçülebilir mi peki? Birleşmiş Milletler bu işi gerçekten becerebilir mi? Finlandiya ile aramıza sahiden bu kadar mesafe girdi mi? Dahası mutluluk ya da mutsuzluk kıyaslanabilir mi?
Tolstoy’un dev romanı Anna Karenina’nın ilk cümlesini hatırlayın: “Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Bunu anlatabilmek için de illa bir Tolstoy’a ihtiyaç vardır.
Haliyle bu endekse de itiraz eden ve yetersiz bulan çok. Ardı arkası kesilmeyen sorular: Karanlık, depresif İskandinav ülkeleri bu listenin başında ne arıyor? Mutluluğun bir formülü olabilir mi? Bu rapor, her sene tatlı tatlı okuyup geçmemiz dışında bir işlev görüyor mu?
Bence görüyor.
Bunun için endeksin yapıtaşlarına bakmak lazım. Yani bir merdivene ve birkaç yaşamsal soruya…
*
İşte merdiven.
Hayatınızın bu aşamasında hangi basamaktasınız?
Basit bir soru gibi duruyor ama değil. Önünüzde bir merdiven olduğunu düşünün. Yaşamınızı simgeleyen bir merdiven… En üstteki basamağın, sizin için mümkün olan en iyi yaşamı simgelediğini hayal edin; dipte de en kötüsü bulunsun. 0’dan 10’a kadar, siz hangi basamaktasınız?
Endeksin temelinde işte bu soru var. Cantril Merdiveni denen, Amerikan psikolog Hadley Cantril’in geliştirdiği ölçü sistemi bu. “Yaşamınıza kaç puan verirsiniz” sorusu. Daha yukarı çıkabilir misiniz? Zaten yeterince yukarıda mısınız? Bir süredir iniyor musunuz?
Türkiye, yıllardır bu merdivenden iniyor. Mutluluk basamaklarını indikçe, dünyanın mutlu ülkeleri sıralamasındaki yerimiz de geriye gidiyor.
Peki neden geriliyoruz?
Yaygın kanaatin aksine, her sene açıklanan bu mutluluk endeksi, işsizlik, enflasyon gibi nesnel verilerle üretilmiyor. Araştırmacılar, çok daha subjektif bir yerden hareket ediyor. Endeks, her bir ülkedeki insanların hayattan beklentisi sorgulanarak oluşturuluyor. Katılımcılar, temel olarak “hayat merdiveninde neredesiniz” sorusunu yanıtlıyor. Dahası, endeks, bu sorunun bir yıllık cevabına değil son üç yılın ortalamasına bakıyor. Demek ki bu yılki 112’ciliğimiz son üç yılın ürünü.
Bu işin merdiven kısmı… Herkesin hayattaki yerini sorguladığı kısmı. Geniş açı. Bir de daha gündelik bilgiyle, dar açıyla hareket edilen bir kısım var. “Dününüz nasıl geçti” soruları…. Pozitif ve negatif duygulardan hareket eden sorular.
Dün çok gülümsediniz mi ya da güldünüz mü?
Dün ilginç ya da yeni bir şey yaptınız mı?
Dün size tüm gün boyunca saygılı davranıldı mı?
Dün şunlardan birini yoğun olarak yaşadınız mı: Keyif, endişe, üzüntü, stres, öfke?
Endeks, her ülkede görüştüğü kişilere bu soruları da yöneltiyor.
Ortaya çıkan neticeye göre ülkeler sıralanıyor. Araştırmacılar daha sonra, ülkeler arasındaki bu mutluluk farklarını, altı kategoriyle ve o ülkelere özel bulgular üzerinden açıklamaya çalışıyor.
Kategoriler şunlar: Kişi başına düşen milli gelir, sosyal destek imkânı (“başınız sıkıştığında ne olursa olsun yardımınıza gelecek akrabanız veya arkadaşlarınız var mı”), sağlıklı yaşam beklentisi, hayatın akışını belirleme gücü ve özgürlüğü, insanların başkalarına yardım etme kapasitesi ve isteği, yolsuzluk (“iktidarda ve iş hayatında yolsuzluk var mı”) algısı… Demek ki endeks, ülkeleri birbiri ardına sıralamakla yetinmiyor, her ülkenin neden mutlu ve mutsuz olduğunu da açıklamaya çalışıyor.
Bir anlamda Tolstoy’luğa soyunuyor yani. Mutsuz ülkelerin de mutlu ülkelerin de “kendine özgü” mutluluklarını ve mutsuzluklarını açıklamaya girişiyor. “İsabet ettiriyor” mu kısmı tartışmalı ama en azından mevcut 2022 endeksine göre bizim kendimize özgü mutsuzluğumuz şuralarda yatıyor:
Bir: “Paramız yok” diyoruz. İki: Yolsuzluğun yaygın olduğunu düşünüyoruz. Mutsuzluğumuzu esas olarak bu iki unsur kuruyor.
Diğer parametreler, BM’nin listesine göre, 112’nci sıradaki Türkiye açısından bu ikisinden sonra geliyor.
*
Bu bir algı listesi. İçinde yaşadığımız ülkeyi, toplumu nasıl algıladığımızdan yola çıkılan bir liste. Ekonomiyle illa ki ilgisi var ama esas olarak ekonomiden beslenen bir liste değil. Bu yüzden bu senenin 23’üncüsü Kostarika, 32’ncisi Kosova, 39’uncusu Guatemala, 49’uncusu El Salvador, 52’ncisi Mauritius ve daha birçok benzer (ve ekonomik açıdan, alım gücü açısından iddiasız) ülke Türkiye’nin 10 yıldır hiç ulaşamadığı basamaklarda oturuyor. Düşük yaşam standartlarına rağmen, onların mutluluk skorları yüksek.
İşte bu da insanın içini daha çok acıtıyor. Çünkü bu parasız pulsuzluktan da daha vahim bir meseleye işaret ediyor. Daha kesif bir mutsuzluğa…
Bu toplum, demek ki kendi yaşamına çok düşük bir not vermiş; kendini merdivenin en alt basamaklarına yerleştirmiş.
“Dün güldün mü” sorusunu hayır diye yanıtlamış. “Saygı gördün mü” sorusunu da… “Yeni veya ilginç bir şey yaptın mı” sorusunu da.
“Dün keyifli miydin, stresli miydin, üzgün müydün; hangi duyguyu daha çok yaşadın” denince, hiç de neşeli olmadığını söylemiş.
Edip Cansever, “Bu Gemi Ne Zamandır Burada”yı, “İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine” dizesiyle bitirir. İnsan yerine toplum diyelim bugün.
Bu toplum, kendine her sene daha da kötü not veriyor. Bu soruları daha da mutsuz yanıtlıyor.
Bunların illa parayla ilgisi yok. Kararmayla ilgisi var. Endeksin isabetli olup olmaması da önemli değil. Neticede toplum bu yanıtları veriyor. Kararıyor. İçine çöküyor. Yoksullaşıyor yoksullaşmasına ama mutsuzlaşması yoksullaşmasından da hızlı.
Hep kahır hep kahır hep kahır…
*
Bir şey daha… Finlandiya’yla aramızdaki uçurum da büyüyor.
ABD’yle, Kanada’yla, Almanya’yla aramızdaki uçurumun büyümesinden daha hazin bu. Nedeni Finlerin hayata bakışında gizli. Zirvedeler ama canlarını dişine takarak değil. Hırslanarak değil. Böylesi daha güzel.
Atlas Dergisi’nin ilk sayılarından birinin kapağında Finlandiya vardı. Dosya, slogan gibi bir başlıkla verilmişti: Finlandiya’da herkese bir ada, bir göl, bir kayık düşer… Bu fikre de lafa da öyle hayran olmuştum ki hiç unutmadım.
Benim gözümde mutluluk üç aşağı beş yukarı zaten bu.
Peki Finlerin gözünde mutluluk ne? Mutluluk raporu vesilesiyle yıllardır Finlandiya hakkında yazılıp çiziliyor. Bu sayede Fin toplumuna göre mutluluğun tanımını da artık üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Evet, göl ada kayık olta var. İlaveten sauna var.
Ama ilaveten yarın kaygısı olmadan yaşamak da var. Hasta olursam, çocuk doğurursam, işten atılırsam ne yaparım dememek var. Alınabilecek en iyi eğitimi almak, birbirine güvenmek, çocuklarını sokağa emanet edebilmek var… Hayat.
İlaveten Finlerin o hayattan çok bir şey beklemediğini, “kanaatkâr” sözcüğünün hakkını verdiğini, ruhlarının birçok topluma göre daha kolay doyduğunu, bu yüzden de “yaşamınıza not verin, kendinizi bir basamağa yerleştirin” dendiğinde puanı bol tuttuğunu bilmek var. Çok daha zengin Amerikalılar, Japonlar, Güney Koreliler doymak bilmez iştahları yüzünden listede de hayat basamaklarında da aşağı inerken hem de…Hayat.
Bir Finli gün içinde başkalarından her insanın hak ettiği saygıyı illa ki görmüştür. Emeğinin, alın terinin karşılığını da almıştır. İtilip kakılmamıştır. Yeni veya ilginç bir şey denemiş; kitabını okumuş, yemeğini yemiş, ormanda yürüyüşe çıkmış, tembel tembel arkasına yaslanıp, çok bir şey düşünmeden oracıkta kestirmiştir. Hayat…
Evet karanlık, evet sıkıcı belki. Ama hayat, bu yürek ferahlığıyla yaşarken güzel değil mi?
Evet, Finliler trende vapurda otobüste dolu dolu gülmeseler de...
Hayat.
Hep kahır değil. Yalan da değil.
Neyse ki kahırlı, özlemli, hasretli şarkıları dinlemek de güzel. Elimizde bu var. Hâlâ.