İnsanlar neden primat akrabalarından daha az uyuyorlar?

Mississauga Üniversitesi’nde evrimsel antropolog olarak görevini sürdüren Samson'a göre eski insanlar, kalabalığın içindeyken verimli bir şekilde uykuya dalacak biçimde evrimleşmiş olabilirler.

Abone ol

Elizabeth Preston

Namibya’da yaşayan ‘San’ adlı avcı-toplayı halk, kurak gecelerde çoğunlukla yıldızların altında uyur. Onları uyanık tutacak elektrikli aydınlatma ya da yeni Netflix sezonları yok. Buna karşın, sabah kalktıklarında akıllı telefonlarında yeni gönderilere bakan alışılmış bir Batılı kent sakininden daha fazla süreyle uyumuyorlar.

Kanada’da bulunan Toronto Mississauga Üniversitesi’nde evrimsel antropolog olarak görevini sürdüren David Samson’a göre, araştırmalar, endüstriyel olmayan toplumlarda yaşayan insanların -türümüzün evrimleştiği ortama en yakın koşullarda- geceleri ortalama yedi saatten az uyuduğunu gösteriyor. Bize en yakın hayvan akrabalarımızı düşünürsek, bu şaşırtıcı bir süre. İnsanlar, bilim insanlarının incelediği herhangi bir maymun ya da lemurdan daha az uyuyor. Şempanzeler günlük ortalamada yaklaşık 9,5 saat uyuyorlar. Pamuk-başlı tamarinler ise 13 saat civarında uyuyor. Üç çizgili gece maymunları teknik olarak geceleri uyusalar da aslında neredeyse hiç uyanmaz ve günde 17 saat uyurlar.

Samson bu tutarsızlığı ‘insan uyku paradoksu’ diye adlandırıyor. “Peki, herhangi bir primata kıyasla en az uyan tür olmamız nasıl mümkün olabilir?” diyor. Uykunun hafızamız, bağışıklık fonksiyonumuz ve sağlığımızın diğer yönleri bağlamında önem taşıdığı bilinen bir şey. Vücut kütlesi, beyin büyüklüğü ve beslenme tarzı gibi etkenlere dayanan tahmini bir primat uyku modeli, insanların her 24 saatte yedi yerine yaklaşık 9,5 saat uyuması gerektiği neticesine ulaşıyor. Samson, “Ortada bir tuhaflık var” diyor.

Samson ve diğer bilim insanları tarafından primatlar ve endüstriyel bir ortamda yaşamayan insan toplulukları arasında yürütülen araştırmalar, insan uykusunun bilinmeyen çeşitli yanlarını açığa çıkardı. En yakın akrabalarımızdan daha az süre uyuyoruz ve gecemizin büyük kısmını hızlı göz hareketleri ya da ‘REM’ adıyla bilinen bir uyku evresinde geçiriyoruz. Tuhaf uyku alışkanlıklarımızın altında yatan nedenler hâlâ tartışmaya açık olsa da büyük ihtimalle insana dönüşme hikayemizde bir şeyler bulabiliriz.

CİBİNLİKLİ YATAKTAN SALYANGOZ KABUĞUNA

Günümüzden milyonlarca yıl önce atalarımız ağaçlarda yaşıyor ve büyük olasılıkla uyuyordu. Günümüz şempanzeleri ve diğer büyük maymunlar hâlâ geçici ağaç yataklarında ya da yükseltilerde uyuyorlar. Yapraklı dallarla aynı hizada olabilecekleri bir kase şekli oluşturacak biçimde dalları eğiyor veya kırıyorlar. (Goriller gibi maymun türleri ise kimi zaman yerde yatak hazırlarlar.)

Atalarımız yerde yaşamak üzere ağaçlardan indiler ve bir aşamada orada da uyumaya başladılar. Bu durum, aslanlar gibi yırtıcılara karşı kısmi güvenlik de dahil olmak üzere, ağaçlarda uyumanın sağladığı avantajların tamamından vazgeçmek manasına geliyordu.

Atalarımızdan kalan fosiller ise onların ne kadar iyi dinlendiğini gözler önüne sermiyor. Antropologlar, eski insanların nasıl uyuduğunu anlayabilmek için ellerindeki en doğru eşdeğerlerini, yani günümüzün endüstriyel olmayan toplumlarını inceliyorlar.

Tanzanya’daki ‘Hadza’ avcı-toplayıcı halkının yanı sıra Madagaskar, Guatemala ve diğer bölgelerde yaşayan farklı topluluklarla çalışan Samson, “Bu topluluklarla çalışmak çok büyük bir onur ve fırsat” diyor. Araştırma katılımcıları, genelde uyku düzenlerini kaydeden ve ışık sensörü eklenmiş bir akıllı saati andıran ‘Actiwatch’ adlı bir cihaz takıyorlar.

ABD’nin Los Angeles kentinde bulunan Kaliforniya Üniversitesi’nde insan evrimini araştıran bir çevrebilimci ve antropolog olan Gandhi Yetish, Hadzaların dışında, Bolivya’da yaşayan ‘Tsimane’ ve Namibya’da yaşayan San halkı ile de zaman geçirdi. 2015’te yayınladığı bir makalede, bu toplukların üçünde de uyku sürecini değerlendirdi ve ortalama olarak yalnızca 5,7 ilâ 7,1 saat arasında sürdüğünü ortaya çıkardı.

Şu halde, insanlar, primat akrabalarımızdan daha az uykuya ihtiyaç duyacak biçimde evrimleşmişe benziyor. Samson, 2018 tarihli incelemesinde, bunu REM dışı zamanı devre dışı bırakarak gerçekleştirdiğimizi ortaya koydu. REM, aktif rüya görme süreciyle en çok ilişkilendirilen uyku evresi. Öteki primatların da benzer biçimde rüya gördüğünü varsayarsak, bu durum, gecenin daha büyük bir kısmını onlardan daha fazla rüya görerek geçirebileceğimizi gösteriyor. Bununla birlikte, bu saatlerin hangi kısmında gözlerimizi yumacağımız hususunda da esneğiz.

Samson, insan uykusunun evrimleşme biçiminin öyküsünü bir araya getirmeyi amaçlayan ‘sosyal uyku hipotezi’ adını verdiği çalışmasını 2021 yılının ‘Annual Review of Anthropology’ adlı derlemede yayınladı. Kendisi, insan uykusunun evriminin özellikle de sayısal güvenlikle bağlantılı bir hikaye olduğunu düşünüyor. Samson, kısa ve esnek biçimde zamanlanan REM ağırlıklı uykunun, insanlar yerde uyumaya başladığı dönemde av olma tehdidi sebebiyle evrimleştiğini ifade ediyor. Ve zeminde güvenli biçimde uyumanın bir diğer önemli unsurunun da grup halinde uyumak olduğunu düşünüyor.

“İlk insan kamplarını ve gruplarını bir salyangozun kabuğuna benzetebiliriz” diyor. İnsan grupları basit barınakları paylaşmış olabilir. Kamp ateşi insanları ısıtırken böcekleri de uzak tutuyor, kimi grup üyeleri uykudayken diğerleri nöbet tutuyordu.

Samson, “Bu ‘sosyal kabuğun’ güvenli ortamındayken istediğiniz an yerinize dönüp biraz kestirebilirdiniz” diye tasvir ediyor. (Bununla birlikte, O ve Yetish, günümüzün endüstriyel olmayan toplumlarında kısa uyuklamaların yaygınlığı hususunda farklılık gösteriyor. Samson, Hadzalar ve Madagaskar’da yaşayan bir toplulukta sık sık uyuklandığını bildirirken, Yetish kendi saha deneyimlerine dayanarak uyuklamanın seyrek görüldüğünü belirtiyor.)

Bunun yanı sıra, Samson, bu ‘uyku kabuklarının’ tarihöncesi atalarımızın Afrika’dan daha soğuk iklimlere göçünü kolaylaştırmış olduğunu düşünüyor. Bu haliyle, uykuyu insanın evrim hikayesinde büyük önem taşıyan bir alt mesele olarak görüyor.

GÖRÜNDÜĞÜMÜZ KADAR ÖZEL MİYİZ?

Kuzey İrlanda’da bulunan Belfast Queen’s University’de evrimsel bir çevrebilimci olan Isabella Capellini, yırtıcı hayvan tehdidinin insanları ağaçta yaşayan primatlara kıyasla daha az uyumaya yöneltmiş olmasının mantıklı göründüğünü dile getiriyor. Kendisi ve meslektaşları, 2008 yılında gerçekleştirdikleri bir araştırmada, avlanma tehdidi daha yüksek olan memelilerin ortalamada daha az uyuduğunu keşfettiler.

Buna karşın, Capellini, diğer primatlara kıyasla, insan uykusunun göründüğü kadar farklı olduğundan emin değil. Primatların uykusuyla ilgili var olan verilerin esaret altındaki hayvanlardan sağlandığının altını çiziyor. “Hayvanların yabanıl doğada nasıl uyuduğuna dair hâlâ pek bir şey bilmiyoruz” diyor.

Bir hayvanat bahçesinde ya da laboratuvardayken, yaşadıkları stres yüzünden hayvanlar doğal hallerinden daha az uyuyabilirler. Belki de “sırf hayvanlar bu kadar çok sıkıldığı için daha fazla uyuyabilirler” diyor Capellini. Ve 12 saat aydınlık, 12 saat karanlık bir ortamdan oluşan standart laboratuvar koşulları, bir hayvanın yıl boyunca tabiatta yaşadığı koşullarla eşleşmeyebilir.

Almanya’da bulunan Max Planck Ornitoloji Enstitüsü’nde kuşların uyku sürecini inceleyen bir sinirbilimci olan Niels Rattenborg, Samson’un insan uyku sürecinin evrimine ilişkin aktardıklarının ilgi çekici olduğunu kabul ediyor. Bununla birlikte, “Bana kalırsa bu, öteki primatlarda görülen uyku sürecini isabetli biçimde ölçüp ölçmediğimizle fazlasıyla bağlantılı” diyor.

Ve bunu yapamadığımızdan şüphelenmek için bazı nedenler mevcut. Rattenborg ve meslektaşları, 2008 yılında gerçekleştirdikleri bir araştırmada, üç vahşi tembel hayvana EEG* cihazları bağladılar ve hayvanların günde yaklaşık 9,5 saat uyuduğunu keşfettiler. Diğer yandan, esaret altındaki tembel hayvanlar üzerinde yapılan daha önceki bir araştırma, günde yaklaşık 16 saat uyuduklarını ortaya çıkarmıştı.

Daha fazla vahşi hayvandan sağlanacak verilere sahip olmak, uyku araştırmacılarına yardımcı olacaktır. Rattenborg, “Fakat bunu yapmak teknik bağlamda güç” diyor. “Tembel hayvanlar prosedüre uyumlu davransalar bile, primatların takılan cihazları çıkarmak için epey zaman harcayacağını hissediyorum” diye ekliyor.

Bilim insanları vahşi tabiattaki primatların uyku sürecine ilişkin daha net bir resme sahip olsaydı, insan uyku sürecinin göründüğünden daha uzun olduğu ortaya çıkabilirdi. Capellini, “İnsanların bir hususta özel olduklarının ileri sürüldüğü her olayda, daha fazla veriye sahip olmaya başladığımız zaman, söylendiği kadar özel olmadıklarını görüyoruz” diyor.

ATEŞ BAŞI SOHBETLERİ

Küçük ölçekli topluluklarda uyku sürecini inceleyen Yetish, bu araştırma konusunda Samson ile işbirliği gerçekleştirdi. Yetish, “Onun da tasvir ettiği üzere, toplu halde uyumanın geceleri güvenliği sağlama sorununa bir çare olduğunu düşünüyorum” diyor. Yanı sıra şunu ekliyor: “Yine de bunun yegâne çözüm olduğunu sanmıyorum.”

Örnek olarak, Tsimane topluluğunun kimi üyelerinin evlerinde, insan gözetimi olmadan da kısmi bir güvenlik sağlayacak duvarlar bulunduğunu belirtiyor. Ve Yetish, birlikte çalıştığı topluluklar dahilindeki insanlara, sabahları, gece boyunca tam olarak hangi hayvanların seslerini işittiklerini sordu. Gece duyulan sesler insanların büyük kısmını uyandırır ve muhtemelen bir diğer koruma kalkanı sağlar.

Yetish, yırtıcı hayvan tehdidi olsun ya da olmasın, gruplar halinde uyumanın aynı zamanda küçük ölçekli topluluklarda yaşayan insanların gündelik yaşam biçiminin doğal bir uzantısı olduğunu dile getiriyor: “Bence, insanlar bu tür topluluklarda neredeyse hiç yalnız kalmıyorlar.”

Yetish, Tsimane halkının alışılmış bir akşamını şöyle aktarıyor: Günü çeşitli işlerle meşgul olarak geçirdikten sonra, yemek pişirildiği esnada bir grup ateşin etrafında toplanır. Aynı yemeği paylaştıktan sonra karanlıkta, ateşin yanında vakit geçirirler. Çocuklar ve anneleri ağır ağır uykuya dalarken, ötekiler uyanık kalır, sohbet eder ve hikayeler anlatır.

Yetish, bu yolla eski insanların yavaş yavaş sönen ateşin çevresinde bilgi ve kültür paylaşımı için birkaç saatlik uykudan feragat etmiş olabileceklerini ileri sürüyor. “Birdenbire bu karanlık saatleri fazlasıyla verimli hale getirdik” diyor. Öncüllerimiz, akşamları dinlenmekten daha önemli işleri olduğu için uykularını daha kısa bir zamana sıkıştırmış olabilirler.

UYKUYA DOYAMAYANLAR

Şüphesiz, ne kadar uyuduğumuz, ne kadar uyumak istediğimizden farklı bir mesele. Samson ve diğer araştırmacılar, Hadza topluluğundaki katılımcılara kendi uyku süreçleriyle ilgili ne hissettiklerini sordular. Araştırma ekibinin 2017 yılında aktardığı kadarıyla, 37 kişiden 35’i “yeteri kadarıyla uyuduğunu” dile getirdi. Bu araştırmada, uyudukları ortalama süre, gece boyunca yaklaşık 6,25 saatti. Bununla birlikte, katılımcılar sık sık uyanıyordu ve bu 6,25 saatlik uyku için yatakta 9 saatten fazla zaman geçirmeleri gerekiyordu.

Buna karşın, 2016 tarihinde ABD’nin Chicago kentinde yaklaşık 500 kişiyle gerçekleştirilen bir araştırma, katılımcıların [geceleri] neredeyse bütün zamanlarını yatakta gerçekten uyuyarak geçirdiklerini ve toplamda en az Hadzalar kadar uyuduklarını ortaya çıkardı. Buna karşın, ABD’li yetişkinlerle gerçekleştirilen 2020 tarihli araştırmaya katılanların neredeyse yüzde 87’si haftada en az bir gün kendilerini yorgun hissettiklerini dile getirdi.

Peki neden böyle? Samson ve Yetish, uyku sorunlarımızın stres ya da dengesiz günlük ritimlerle bağlantılı olabileceğini ifade ediyor. Samson, belki de birlikte uyumak üzere evrimleştiğimiz kalabalık ortamı özlediğimizi söylüyor. Uyumak için mücadele ettiğimiz zamanlarda, evrimleşme biçimimizle şu anki yaşam tarzımız arasında bir uyumsuzluk yaşıyor olabiliriz, diyor. “Temelde diğer insanlardan tecrit edilmiş haldeyiz ve bu durum uykumuzu etkiliyor olabilir” diye ekliyor.

Samson, insan uykusunun evrim sürecinin daha doğru anlaşılmasının, insanların daha iyi dinlenmelerine ya da hâlihazırda yaşadıkları dinlenme süreci hususunda kendilerini daha iyi hissetmelerine yardımcı olabileceğini söylüyor.

Samson, “Kuzey yarıküre ve Batı’da yaşayan pek çok insan, uykularını sorun etmeyi seviyor” diyor. Ama belki de uykusuzluk, mesela, gerçekten de evrimsel bir süper güce benzeyen aşırı uyanık olma hali olabilir. “Büyük ihtimalle, atalarımız ovalarda uyurken bu durum gerçekten de bir uyum fırsatı sunuyordu.”

Yetish, küçük ölçekli toplumlarda uyku hakkında çalışmanın kendi bakış açısını “baştan sona” değiştirdiğini ifade ediyor.

“Batı’da, bu ortamlarla aynı olmayan çok fazla bilinçli çaba ve dikkat söz konusu” diyor. “İnsanlar belli bir süre uyumaya çalışmıyor. Yalnızca uyuyorlar.”

*Kısaca ‘EEG’ diye bilinen ‘elektroensefalogram’ tekniği, beyinde gerçekleşen elektriksel hareketleri ölçen bir testtir.

Yazının orjinali Know Magazine sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)