Economist dergisi insta-şiirin yükselişini endişe verici bulmuş. Kolayca sevilen kitapların yazılması, okunması ve yükselmesi sahiden korkutucu mudur? Kötü kitap iyi kitabı kovar mı? Bana göre, satılan her bir kitap, iyi de olsa masadaki ekmeği büyütüyor.
1.
The Economist’ten ilginç bir başlık: “Britanya’da şiir satışlarında endişe verici bir artış var.” Başlığı okur okumaz akla iki soru düşüyor: Şiirin yükselişi neden endişe versin? [Dergi, “alarming” sözcüğünü kullanmış.] Bir de şu: Şiir sahiden yükselişte mi? Dünyanın neresinde olursa olsun, şiirin yükselişi bana sevindirici gelir. Neden endişe edeyim ki?
Haberiokuduğunuzda, işin rengini anlıyorsunuz. Economist dergisi, çok satan bir şairle ve yükselmesinde bu şairin epey pay sahibi olduğu bir trendle açık açık dalga geçiyor. Bugünlerde Britanya’da epey rağbet gören bir “insta-şiir akımı” var. Adından da anlayacağınız üzere, bu akım, Instagram ve şiirin bir araya gelmesiyle hayat buluyor. Sosyal medyada, en başta da Instagram’da paylaşılmaya son derece uygun dizeler ve şiirler, yine sosyal medyada görünen, büyüyen ve dev takipçi kitleleri edinen şairler… Bu şairlerin ve eserlerinin sürüklediği şiir yayıncılığı 15 milyon poundluk hacme ulaşmış ve haberin bize bildirdiği üzere, bu, şiir kitapları açısından bir rekor olarak kayda geçmiş.
Kimdir bu rekoru üretenler? Economist’in dizeleriyle kafa bulduğu Donna Ashworth isimli şair, beş kitabıyla “en çok satan ilk 20 şiir kitabı”listesinde(Bu kitapların üçü ilk beşte). Yine uzun süredir ciddi rakamlara ulaşan Amerikan şair Rupi Kaur da dört kitapla listede. Economist dergisi onu da beğenmiyor; büyük bir şiir geleneği üreten dilimiz bunlara mı kaldı diye hayıflanıyor. Dergi bir yandan, o büyük şairlerin zamanında bu yeni yıldızlardan çok daha fazla sattığını da anlatıyor. Sözgelimi yazıda, “modern zamanların ilk celebrity’si” diye tanımlanan Lord Byron’ın bir şiiri çıktığı gün 10 bin satarmış (Tek şiirin nasıl yayımlandığı hakkında ek bir bilgi vermemiş dergi). Geçen yüzyılın büyük şairlerinden John Betjeman’ın şiir kitapları ise 2,5 milyonluk satışlara ulaşırmış ki hakikaten çılgın bir rakam bu.
Dergi, “bu dev satışlar şimdi neden yok” sorusunun peşine düşünce, Drew Üniversitesi’nden tarih profesörü Jonathan Rose, “suçu modernizmde aramalı” demiş. “Modernizmle edebiyat çok karmaşıklaştı ve takdir etmesi kolay eserlere burun kıvrılmaya başlandı.” Eh, burun kıvıranlardan biri de zaten bu soruyu yönelten derginin kendisi.
Bana tuhaf gelen, şair beğenmeyen Economist’in bu bilgileri okura, “eski şairler de pazarlanabilir kimselerdi” diye vermesi. Dize dize, şair şair, pound pound şiir piyasası kurmakta mesele görmüyor da, o piyasayı yükseltene laf ediyorlar. Bir piyasa kurulacak ona da sadece yüksek ürünler girecek; yaman çelişki…
Yalnız bu şairlerin bazılarının sektörü, şiirleriyle beraber pazarladıkları hediyelik eşyaya boğması da ayrı bir tuhaflık. Şair Ashworth’un web sitesinde bez çanta, mum ve kapüşonlu sweatshirt satılırken, Amerikan şair Kaur’un sitesinde şiirli ve pahalı duvar halıları var. Demek ki insta şiir’de madde ve mana bir araya rahatlıkla gelebiliyor.
Bir de Economist’in yazmadıkları var. Onlara ancak ilgili başka haberleri eşelerseniz ulaşıyorsunuz. Örneğin Britanya’nın bu “şiir piyasasının” içinde Homeros’un yeni çevirilerinin ve ödüllü şairlerin de olduğunu görüyorsunuz. Rekortmen şairler listesinin ille de dudak bükülenlerden ibaret bir liste olmadığını da söylemeli.
2.
Dönelim haberin başlığına… Endişe verici, ürkütücü, korkutucu o artışa… Şöyle soralım; “kolay takdir edilen” kitapların varlığı böyle mi tanımlanmalı, onların hakkında böyle üstten bir bakışla mı yazılmalı? Bu Britanya ile ilgili veya onunla sınırlı bir tartışma değil. Türkiye’yi, bizdeki yayıncılık ve okur ortamını da doğrudan ilgilendiren bir tartışma. Hepimiz tarafız.
O halde daha doğrudan bir soru yönelteyim: Bu insta-şairlerin kitapları, “iyi” şiirin ekmeğini mi çalıyor? Ya da tam tersine piyasayı büyüttükleri için masaya fazladan ekmek mi koyuyor? Bu soruyu okurların ve yayıncıların beraberce tartışmasını isterdim.
Şiirlerine o sırada dudak bükülen Orhan Veli bir şiirinde, “madem ki ekmeklerini alıyorum / ellerinden / buyursunlar onlar da benim yerime / münhal var edebiyat aleminde” diye yazmıştı. Bu insta-şairlerden bir Orhan Veli çıkar demiyorum asla (şiirlerini okumadığımdan demiyorum; belki iyi belki kötüdürler, bilmiyorum); ama bir insanın kalemini tutmaya herhangi birinin hakkı var mıdır; işte bunu merak ediyorum. Bu arada, insta-şiir, insta-şair benim görebildiğim kadarıyla henüz bizde yok. Bu açıdan “münhal var” sahiden. Bu boşluk da eminim dolacaktır.
Yine de her bir kitabın, içeriği ne olursa olsun, kitap evrenine, yayıncılık ekonomisine, bu yayıncılığın irili ufaklı paydaşlarına doğrudan bir katkı yaptığını düşünüyorum. Satılan her bir kitap, yayıncıya, editöre, çevirmene, kâğıtçıya, mürekkepçiye, matbaacıya, depocuya, kitabevine ve internet mağazasına bir gelir kalemi olarak dönüyor; pazarı diri ve işler tutuyor. Kitap piyasası bu canlılık sayesinde işleyen ve farklı eserlerin birbirleriyle göbekten bağlı olduğu bir piyasadır. Sözgelimi Orhan Pamuk’un eserleri ile çocuk kitapları da birbirine bağlıdır; İslam ilmihalleriyle hukuk kitapları da. Az satanla çok satan, derinle süfli, marjinalle sistemci aynı ekonomik dünyanın içinde var olur. Herhangi bir yayıncının yazdığı veya ona yazılan çek, tüm bir kitap sisteminin içinde, tüm idelojik yelpazenin üzerinde salına salına dolaşır. Bir kitap satılıyorsa, başka bir kitap satmak için de -en azından- umut vardır.
Gazeteci Olkan Özyurt, bu hafta 10 Haber’de bu umuda dair, Yayımcı Meslek Birliği Federasyonu’nun verilerinden yola çıkan bir analizkaleme aldı. Buna göre, Türkiye’de yayıncılık piyasası pandemiden çok etkilenmiş ve bu yüzden yıllar öncesinin oranlarına düşmüş olsa da, büyüme eğiliminde. Özellikle de kurgu eserlerde, romanda öyküde (ve bu arada şiirde de) bir yükseliş var. “Türkiye edebiyat okumayı seviyor” diyor Özyurt. Kitaplar basılıyor, okunuyor; haklarında konuşuluyor.
Tüm bunların esasen yayıncıların özverisi ve ayakta kalma inadı sayesinde olduğunu da söylemeli. Çünkü bu sektör, ekonominin en sert vurduklarından biri olsa da fiyat ayarlaması açısından bakıldığında, enflasyonu etikete muhtemelen en az yansıtan sektör. Bu mütevazı etiketlerin sadece yayıncıya değil, yazara, çevirmene, editöre de negatif etkisi olduğunu tahmin edersiniz. Buna rağmen herkes inat ediyor. Aynı ekonomik koşullardan fazlasıyla etkilenen okur da bu inada ortak olabilirse, piyasadaki bu büyüme eğilimi devam eder.
İşte bu yüzden Economist’in ve birçok başkalarının dalga geçtiği o süfli şiirlere ihtiyaç var. Tabelaya “artı bir” koyacak herkese ihtiyaç var. Instagram’a da ihtiyaç var. Kafede kahveyle kitap paylaşanlara da ihtiyaç var. Herkese var. Bazıları senede sadece bir kitap okuyor; bazıları o kitap ancak kendisine hediye edilirse okuyor. Onlara ikinci kitabı okutturmaya da ihtiyaç var. Hiç almayanlara, ilk kitaplarını aldırmaya da…
“Herkes”ten bahsetmişken, istatistiklere pek yansımayan, nedense kimsenin ölçmediği bir meseleyi de buraya not düşeyim. Bir muhayyel okurdan bahsedip duruyoruz da, o okur kim acaba? İşi ne, gücü ne, eğitimi ne? Peki bu okurun cinsiyeti ne? İşte orada bir duralım… Kitap fuarlarını dolduran, kitaplar hakkında yazan, aldıkları kitapları sosyal medyada paylaşan, kısacası kitap alan kişilerin çoğunluğu kadınlar. Olkan Özyurt, haberinde, “Türkiye edebiyat okumayı seviyor” diyor ya; bence bu cümleyi şöyle söylemeli: “Türkiye’de 'kadınlar' edebiyat okumayı seviyor.”
Türkiye’de erkek okura da ihtiyaç var.
3.
Hepsinin ötesinde, okunan her kitap, okuma kültürünün kendisine bir katkı. Çocukken, hatta gençken okuduğum eserlerin bir bölümünün benzerlerini şu an okumuyorum. Ama şunu biliyorum; çocukken okumasaydım, şimdi de okumazdım. Ya da tesadüfen okurdum.
Kitaba ilişkin, okumaya ilişkin hiçbir gelişme endişe verici olamaz. Kötü kitap, iyi kitabı hiçbir zaman kovmaz. Kitaplarla dalga geçilmesiyse bana her zaman endişe veriyor.