İnternetsiz bir dünya artık mümkün değil bunun farkındayız ama her konuda olduğu gibi bu konuda da nasıl ilişki kurduğumuz, yaşamımızın ne kadarını sanal gerçekliğe teslim ettiğimiz önem kazanıyor. Bu açılardan düşününce, Daria J. Kuss ve Mark D. Griffiths’in, 'Psikoterapide İnternet Bağımlılığı' adlı kitabı en azından konunun ciddi olduğunu hatırlatması bakımından üzerinde durmaya değer bir metin.
Sosyal medya ve internet kullanımı son yıllarda en çok
tartışılan konulardan. İnternetin, özellikle Occupy hareketlerinde
oldukça işlevsel olabildiğini de deneyimlemiştik. Son zamanlarda
ise salgın ile baş etmeye çalışırken, sosyal ağlar neredeyse
sosyalleşebileceğimiz tek mekân hâline geldi. Zorunlu olarak
karşılaşmaların, görüşmelerin kısıtlanması dört duvar arasında
kalmış dünya insanını internet yoluyla iletişime mecbur bıraktı.
Evet, yaşadığımız çağ itibariyle düşününce, internet artık
yaşamlarımızın bir parçası, neredeyse tüm işlerin yürütüldüğü evin
bir odası, teknolojik aletler bedenin bir uzvu gibi.
Her ne kadar internet kullanımı yaşamımızın önemli bir parçası
hâline gelmiş olsa da ve bundan kaçmak mümkün görünmese de bu
bağlamda son dönem tartışılan bir konu var ki o da internet
bağımlılığı. Araştırmalar, bunun tıpkı diğer bağımlılıklarla benzer
belirtilere sahip olduğunu gösteriyor. Bu nedenle internetle,
sosyal ağlarla ilişkilenme biçimlerimiz üzerine önümüzdeki
zamanlarda daha çok düşünmemiz gerekebilir. Bu açılardan
tartışabileceğimiz bir metin, 'Psikoterapide İnternet Bağımlılığı',
Aslı Koruyucu çevirisi ile Ayrıntı Yayınları tarafından basıldı.
Kitapta, Daria J. Kuss ve Mark D. Griffiths’in yirmi psikoterapist
ile yaptığı görüşmeler, yorumlayıcı fenomonolojik analiz yöntemiyle
ele alınarak, psikoterapide internet bağımlılığının nasıl
deneyimlendiği sorusuna cevap aranıyor. İnternet bağımlılığının
gerçek yaşama etkisi, danışanların yaş, cinsiyet, bireysel
özellikleri de dikkate alınarak inceleniyor. Özellikle internette
küçük yaşta oynanan oyunların, çocukların kimlik oluşturmasına
etkileri kitabın dikkat çeken yanlarından. Ayrıca, bugüne kadar
yapılan çalışmalardan farklı olarak kanıtlamaya ve nicel verilere
dayalı olmaktan çok nitel verilerin göz önünde tutulması metni
herkesin anlayabileceği hâle getirmiş.
TEKNOLOJİYE VE İNTERNETE ERKEN YAŞTA MARUZ KALMAK
Kitap, internet bağımlılığı nedir, bugüne kadar nasıl
tanımlandı, tedavi yöntemleri neler gibi sorularla başlıyor. Bana
kalırsa metnin görüşmelerin olduğu kısımları ve risk faktörleri
bölümü epey ilginç bulgular sunuyor. Bireysel risk faktörlerinde,
yaş, cinsiyet ve kişisel profil önemli görünüyor. Mesela, çalışmaya
katılan terapistlerden birinin erken yaşta teknolojiyle temasa dair
söyledikleri şöyle aktarılıyor: “ Ebeveynlerin altı aylık, üç aylık
bebeklerine iPad’lerini verdiğini, iPhone’larının lastikle çevrili
olduğunu çocukların bunları çiğneyebileceğini belirtmiştir. Ayrıca
kullanım oranının çok ama çok kırılgan ve çok küçük çocuklarımızda
giderek arttığını ve ebeveynlerine bağlanmak yerine cihaza
bağlandıklarını belirtmiştir.” Çocukların dikkatini celbeden bu
aletler, ilişki ve bağ kurmanın önemli olduğu küçük yaşlarda
ellerine geçince, insanlar yerine bu aletlerle bağ kurmaya
başlıyorlar. Bu da sonraki yaşamlarında başka insanlarla
ilişkilenmede sorun ortaya çıkarıyor, gerçek yaşamda yalnız
kalmalarına sebep olabiliyor ve bu yalnızlığın getirisi olarak
belki de internet bağımlılığına daha meyilli hâle geliyorlar. Başka
bir terapist konuyu şöyle değerlendiriyor: “Çocuklar aynı zamanda,
ebeveynlerinin ilgisizliğini telafi etmek için kendi cihazları ile
sağlıklarına zarar verecek bir bağlanma ilişkisi kurabilecektir
çünkü maruziyet ne kadar erken olursa beyne o kadar fazla zarar
vermektedir.” Bu da gösteriyor ki özellikle başkasıyla bağ kurma
konusunda, erken yaşta internete ve teknolojik aletlere maruz
kalma, ebeveyn ihmali ile birlikte, önemli bir risk faktörü.
GÜVENLİK KAYGISI
Günümüz toplumunda güvenlik kaygısı yaşamı belirleyen bir yerde
duruyor. Sokak, çocuklar için oyun mekânı olmaktan çok tehlikeli
bir yer olarak görülüyor artık. Her ne kadar bu konudaki kaygı
yersiz olmasa da ailelerin çocukları evde güvenli tutma kaygısıyla
gerçekleştirdikleri bazı pratikler de internet bağımlılığı
açısından risk oluşturabiliyor. Kitapta bu durum şöyle yorumlanmış:
“Ebeveynler, bebek bakıcısı işlevi gören medya üzerinden sahte bir
güven duygusuna kapılmaktadırlar. Dışarıdaki tehlikeleri ortadan
kaldırdıklarında evde başka tehlikeler yaratabileceklerinin farkına
varamamaktadırlar.” Sokakların güvenli olup olmadığından emin
olamayabiliriz elbette ama internetin daha güvenli olduğunu da
iddia edemeyiz. Ayrıca okulların da internet kullanımını teşvik
etmesi sorunlu bulunuyor metindeki tartışmalarda. Bu teşviklere
internete kolay erişim de eklenince, diğer bağımlılık türlerinden
farklı olarak internet bağımlılığı daha çok yaygınlık kazanma riski
taşıyor.
Psikoterapide İnternet Bağımlılığı, Daria J. Kuss,
Çevirmen: Aslı Koruyucu, 160 syf., Ayrıntı Yayınları, 2020.
Bağımlılık riski yaşa, cinsiyete, kişiye göre değişiyor
demiştik, buna bir de öğrencilik ekleniyor kitapta. Özellikle başka
bir yere okul için giderek yaşamını değiştirmek zorunda kalan genç
insanlarda ortaya çıkan boşluk, arkadaş grubundan, ortamından,
aileden ayrılmak gibi etkenlerin bu konuda belirleyici olduğunu
görüyoruz. Ayrıca, zamanlarının çoğunu internet kullanarak geçiren
ve teknolojiye erken maruz kalan kişilerin gerçek yaşamla
karşılaştıklarında sorun yaşadıklarını gösteren çok fazla örnekle
karşı karşıya getiriyor araştırma bizi. Mesela, önceden on sekiz
yaşında reşit, sorumlu ve özerk kabul edilen gençlerin, internet
bağımlılığı nedeniyle yirmili yaşlarda bile sahip olmaları gereken
yetkinliğe ulaşamamaları, internetin gençlerin yaşamına getirdiği
etkilerden sadece biri.
CİNSİYETE GÖRE RİSK
Araştırmanın cinsiyetle ilgili kısmında da dikkate değer yanlar
var. İnternet bugüne kadar daha çok erkek çocukların sorunuymuş
gibi algılanmış. Bu çocukların oyun oynaması sorun olarak göze
batarken, kız çocuklarının daha çok ilişki kurmak, sosyalleşmek
maksadıyla internet kullanmalarından dolayı göze batmamaları bunda
etkili görünüyor ancak görüşme yapılan terapistlerden birinin
yorumu düşündürücü: “Görünüşe göre kız çocukları kendi başlarının
çaresine bakmaya itiliyor ve ebeveynlerinin sorun farkındalığı,
kendilerine söyledikleri şekilde olmuyor: Oğlan çocukları için
yaptıkları gibi ‘şimdi yardım alacağım’ demiyorlar.” Bu da cinsiyet
ayrımcılığından kaynaklı olabilir mi sorusunu akla getiriyor
kuşkusuz, keşke böyle düşünmek zorunda hissetmesek ama sanırım bu
da çok hayalci olur. Her ne kadar şunlar eklense bile: “Öte yandan
aşırı internet kullanımları olsa bile kız çocukları sosyal teması
sürdürüyor. Başarı yönelimi ve okul devamsızlığına dair sonuçlar
benzer olsa da ebeveynler için oğlan çocukları tarafından
bilgisayar oyunu oynanması, kız çocuklarında olduğundan daha
belirgindir. Bu, kız çocuklarında görülen tüm bağımlılıklara
benziyor olsa da kadınlardaki ilaç bağımlılığı düşünüldüğünde çok
da sessiz bir bağımlılık.” Oğlan çocukların oyun oynamasının daha
çok dikkat çekmesi ve bu nedenle sorun olarak yorumlanması daha
kolay olsa bile kız çocuklarının internet veya kadınların ilaç
bağımlılığındaki sessizliğinin nedenlerinin de sorgulanması gerekir
bana kalırsa. Tüm bunları toplumsal cinsiyet normları ve kültürel
kodlar üzerinden yorumlamanın daha gerçekçi sonuçlara
ulaştırabileceğini hatırda tutmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü
bu “sessizliğin” daha derin nedenleri olduğunu düşünmemek için pek
sebebimiz yok.
İnternet bağımlılığı terapistleriyle yapılan görüşmeler konuya
dair pek çok ayrıntıyı içeriyor. İçine dönük, utangaç kişilik
özellikleri, boşanma, işsizlik gibi nedenler insanların sanal
dünyada kaybolmalarının sadece birkaç nedeni olarak karşımıza
çıkıyor. Bireylerin kendi varoluşlarının yetersiz buldukları
yanlarını tamir etmek için de internet ve sosyal ağların alternatif
gerçekliği, işlevsel olabiliyor. Olamadığın ama olmak istediğinin
imkânı sanal dünya tarafından önüne seriliyor, istediğin benliği
yaratıp o olarak devam edebiliyorsun bu da yarılmış bir benliğin,
kendin dışında bir gerçekliğin yanılsamasında kaybolmana sebep
olabiliyor. Bu anlamda internet bağımlılığı gerçeklikten kaçma
çabasıyla da ortaya çıkabiliyor.
İnternetsiz bir dünya artık mümkün değil bunun farkındayız ama
her konuda olduğu gibi bu konuda da nasıl ilişki kurduğumuz,
yaşamımızın ne kadarını sanal gerçekliğe teslim ettiğimiz önem
kazanıyor. Bu açılardan düşününce, Daria J. Kuss ve Mark D.
Griffiths’in, 'Psikoterapide İnternet Bağımlılığı' adlı kitabı en
azından konunun ciddi olduğunu hatırlatması bakımından üzerinde
durmaya değer bir metin. Ancak cinsiyet ile ilgili kısımlarda,
toplumsal cinsiyetin ve normların üzerinde daha çok durulmuş
olsaydı, sorunu farklı boyutlarda da tartışmaya imkân verebilirdi
diye düşünüyorum.