İnternet habercisinin 'çaresi': Gazeteci değil 'sanık' olmak
"Haberci değil, eylemciyim", "Tuvalete gireceğim", "Şoförüm", "Al yaptığım haberlere telefondan bak", "Duruşmaya girmem gerekiyor çünkü bu davada sanığım"... Bu cümleler polislerin ya da güvenlik görevlilerinin gazetecilere "Gazeteci misin?" diye sormasına verilen bazı yanıtlar... İnternet medyasında çalışan, Basın Kanunu'ndan yararlanamadıkları için 'gazeteci sayılmayan' gazeteciler anlatıyor...
DUVAR - Gazetecilik yapmalarına rağmen 'gazeteci' sayılmayanlar onlar... Adliyelerde, basın açıklamalarında, eylemlerde... Hep aynı soruyla karşılaşıyorlar: "Sarı (artık turkuaz) basın kartın nerede?" Kimisi bu soruya karşılık telefonunu çıkartıp yaptığı haberleri gösteriyor, kimi elindeki kurum kartını, kimi de, 'Ben gazeteci değilim, eylemciyim' diyor. Ancak soruyu soranı yine de ikna edemiyorlar. İnternet gazeteciliğinde yıllardır çalışan gazeteciler artık, “Yeter” diyor. Peki internet gazetecileri ne zaman Basın Kanunu kapsamına alınacak? İnternet gazeteciliğinde çalışanlar sahada ne yaşıyor? Soruşturmamızın ikinci bölümünde söz yine gazetecilerde...
KART GÖSTER SORUSUNA YANIT: EYLEMCİYİM, TUVALETE GİDİYORUM...
Gazeteci Sibel Hürtaş'ın önceki gün gözaltına alınması ve bu sırada gördüğü muamele gazetecilerin sahada neler yaşadığının son örneği oldu. Baro başkanlarının Ankara'da Meclis önünde bekleyişlerini takip eden Hürtaş, 1998 yılından beri gazetecilik yapıyor. Yıllarca adliye muhabirliği yapan, eylem ve basın açıklamalarını takip eden Hürtaş da internet gazetecilerinin yaşadığı sorunları yaşayan gazetecilerden sadece biri.
Hürtaş dünden bugüne yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “2008 yılında Yargıtay muhabirliği yaptım. Akreditasyon çıkarttıkları yıllarda her gün yüzlerce insanın girdiği Yargıtay'a ben gazeteci olarak girememeye başladım. Kapıdaki güvenlikçilere içeri girebilmek için, 'Tuvalete girip çıkacağım, içeride bir dosyam var' diyordum. Son olarak sarı basın kartını değiştirip turkuaz basın kartına geçtiler. Bu süreçte yüzlerce gazetecinin kartı da keyfi olarak yenilenmedi. 17 yıldır sarı basın kartı taşımış bir gazeteciyim. Şu an benim bir basın kartım yok. Bambaşka, keyfi bir uygulamayla karşı karşıyayız. Sokakta bir eylem izlediğim zaman bana kart soruluyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) kartımı gösteriyorum. Bana, 'Hayır. Turkuaz kartın olacak' diye yanıt veriyor. Haber izlemek için gittiğim her yerde, 'Gazeteci misin?' diye sorduklarında 'hayır' diyorum. Örneğin 1 Mayıs miting alanına gittiğimde bu soruya 'hayır eylemciyim' diye yanıt veriyorum. Ya da adliyede bir duruşma izlemem gerekiyorsa, 'hayır gazeteci değilim, sanığım' diyorum. En son Selahattin Demirtaş'ın duruşmasına izlemeye gittim. Yanımda da kameraman oturuyordu. Polis kameramana, 'Kartın var mı?' diye sordu. Kameraman kartını gösterdi. Bana sorunca da 'ben gazeteci değilim şoförüm' diye yanıt verdim. Bir kilometre sonra durdurdular. Duruşmayı da izleyemedim.”
“18 yılın sonunda geldiğim noktada sokaktaki eylemi bile izleyemiyorum” diyen Hürtaş son gözaltı olayını da şöyle anlattı: “Polis barikatı Meclis'in önünde değil, Meclis parkının önünde kurulmuştu. Benim IFJ kartım boynumda olmasına rağmen parlamento kartı istediler. 'Kapıyı açın, parlamento kartımı alayım' dedim. Ama dinlemediler. 'Parlamento kartın nerede?' diye soramazlar. O bizim Meclis Genel Kurulu'na girebilmemiz için verilen bir kart çünkü.”
'EN BAŞTA HABER VERME HAKKIMIZI ENGELLİYOR'
Gazeteci Cansu Pişkin ise bu sorunu en çok adliyelerde yaşayan gazetecilerden biri... Pişkin, aynı zamanda internet gazeteciliğinde çalışan gazetecilerin yönetmelikteki boşluktan dolayı birçok haktan yararlanamadığını da hatırlatarak en doğal hak olan sendika üyesi bile olamıyor. Çünkü internet medyası büro iş koluna bağlı. Pişkin şöyle konuşuyor: “Temelde yazılı ve görsel medyada çalışan meslektaşlarımızla aynı işi yapıyoruz. Ancak internet medyasında çalıştığımız için Basın İş Kanunu’ndan yararlanamıyoruz. Basın İş Kanunu'na bağlı olmamak, sendikal haklarımızı da engelliyor. Çalıştığımız kurumlar basın-yayın işkolunda değerlendirilmediğinden TGC, TGS ve DİSK Basın-İş gibi meslek örgütlerine üye olamıyoruz. Bu durum sahada haber takibi yapmamızı da zorlaştırıyor. Örneğin Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda sarı basın kartım olmadığı gerekçesiyle bazı duruşmaları izlemem engellenmeye çalışıldı. Güvenlik görevlileriyle yapılan hararetli tartışmalar ve orada bulunan diğer meslektaşlarımızın dayanışması sonucu bu engeller bir şekilde aşıldı. Ancak her zaman şansımız yaver gitmeyebiliyor. Mesela Silivri’deki duruşma salonlarında sarı basın kartı sahibi olmayan gazeteciler bilgisayarlarını dahi yanına alamıyor. Tüm dünyada dijital medyaya rağbet artarken Türkiye’de internet gazetecileri gazeteci bile sayılmıyor. Basın İş Kanunu'ndan yararlanamıyor olmak en başta haber verme hakkımızı engelliyor.”
'KURUMLAR MUHABİRE SAHİP ÇIKMAYINCA...'
Uzun yıllardır serbest gazetecilik yapan Eylem Yılmaz da internet medyasıyla ilgili yasa olmadığı için sahada birçok sorun yaşadığını söylüyor. Gittiği haberlerde gazetecilik faaliyetinin bu nedenle engellendiğini belirten Yılmaz, sorunda kurumların payı olduğu yorumunu yapıyor: “Hiç kimse siyasetteki gerginlikten muaf olmadığı için özellikle bu dönem korku insanlarda çok yaygın. Önce gazeteci olduğuna ikna etmen gerekiyor, sonra başına bir şey gelmeyeceğine, sonra da gerçekten uğradıkları haksızlığın duyulup duyulmayacağına... Gazeteci olduğumun kanıtı serbest ve bir internet gazetesi kurumunda çalışan hemen tüm meslektaşlarımın olduğu gibi IFJ kartı. Ancak İngilizce yazdığından 'Onun basın demek olduğunu nereden bileyim' diyen dahi oluyor. Ne göstersen olmaz, yayınlanacağı kurumu da bilmiyordur çünkü. Bu kart dünyanın her yerinde geçerli ama burada değil. Bu ikna, kanıt meselesi zaten zor olan mesleğimizin icrasını gerçekten çok daha zorlaştırıyor. Burada altta kalanın canı çıksın mantığı var aslında. Devletin tavrı belli ama internet yayını yapan kurum yöneticilerinin tavrını anlamak çok zor. Genel olarak burada muhabire yatırım yapılmıyor. İnternet olunca bu daha da düşüyor. Hele serbest gazeteciysen doğrudan açlıkla sınanıyorsun. Hem sigortan yok, hem sabit bir maaşın. Verilen telifler haberin niteliğine denk de olmuyor. Ancak hepsini kabul ederek işini yapmak zorundasın çünkü ev sahibin kirasını istiyor. Ezcümle, buradaki sorumluluktan önce kurumlar kaçıyor. Muhabirler bir köşe yazarı kadar değer görmemeye devam ediyor. Altta kalanın canı çıkıyor.”
Yılmaz, internet üzeri yayın yapan kurumlar için de, “Bu değişimin ne kadar farkındalar şüpheliyim” diyor ve ekliyor: “Japonya'da yapay zeka kullanılmaya başlandı. Editörlük mesleği yok olmakla karşı karşıya. Ancak gazeteciler sahada araştırmaya, üretmeye devam ediyor. Önce bunun farkına varıp ona göre yatırım yapmaları gerekir. Bizlerin güvencesi önce buradaki değişimden geçiyor. Kurumlar muhabirlerine sahip çıkmadıkça bu değişim de ıskalanıyor. Kes yapıştır mı gazetecilik mi? Bu sorunun yanıtını vermeliler. Ve muhabirlerini ucuz iş gücü olarak görmekten vazgeçmeliler. Muhabirin kafası ne kadar rahatsa o kadar zengin içerik çıkarır. Şu an olduğu gibi hem haber kaynaklarıyla, hem kolluk güçleriyle, hem kurumlarla uğraşan hem de geçinmeye çalışan ve bunu ucu ucuna yapabilen gazetecilerle bir New York Times kalitesine zor erişirler, erişiriz. Bu durum gazeteciler kadar yöneticilerinin de sorunu. Yöneticiler sorunu kâra çevirmeyi bırakmalılar.”
'HABERİ İZLERKEN YAŞADIKLARIM GELDİ AKLIMA'
Gazeteci Pınar Gayıp sahada çalışırken birçok sorunla karşılaşan, evi basılarak gözaltına alınan bir gazeteci. Neredeyse her eylemde, her basın açıklamasında polislerin, 'Gazeteci kartını göster, sen gazeteci misin' sorusuyla karşılaşan Gayıp, basın kartı taşıyan meslektaşları arasında da ötekileştirildiğinin altını çiziyor: “Medyanın durumu malum, iktidar tarafından arka bahçesi yapılmak isteniyor. Bizler de bu duruma karşı çıktığımız için birçok zorlukla karşılaşıyoruz. Pandemi sürecinde televizyonda servis edilen bir haberi izlemiştim: Gazeteci sayılmayan bizler ile ana akım medya arasındaki uçurum tüm çıplaklığıyla kendini gösteriyordu haberde. Maske kullanmayan bir kadına polis ceza kesiyor. Kadın, gazeteciden kendisini videoya çekmesini istemiyor, polis de kadına 'İşi bu, elbette çekecek!' diyordu. Ardından kadın sosyal medyada 'gazeteciye kötü davrandığı' iddiasıyla linç edilmişti. O haberi izlerken alanda yaşadıklarım geldi aklıma. Buradakinin tam tersine polis her defasında görüntü almamızı engelliyor. Sahada olan gazetecileriz ismimizi, simamızı, çalıştığımız kurumları çok iyi bilmelerine rağmen, 'Basın kartını göster', 'Bu hangi kurum', 'Sen gazeteci bile değilsin', 'Kimliğini ver' dayatmalarına maruz kalıyoruz. Bununla da yetinmiyorlar görüntü alırken ya önümüze geçiyorlar ya da kameraları boynumuzdan çekip alıyorlar. Taciz, tehdit, şiddet bir çoğunu yaşıyoruz. Karşılaştığımız zorluklara rağmen alanda kalıp, haberi takip etme ısrarımız karşısında da darp ederek alandan uzaklaştırıyorlar.”
Gayıp, “Bu sorunu sadece polislerle değil ana akım medya ile de yaşıyoruz” diyor: “Yaptığımız işe saygı duymuyorlar. Çünkü onlardaki kart bizde yok.” Gayıp son olarak da şunları söylüyor: “Birçok zorlukla karşılaşıyoruz ancak dönüp baktığımızda geriye yaptığımız, yazdığımız gerçekler kalıyor. Bu nedenle mesleğimiz yerine getirmemiz için ihtiyaç duyduğumuz tek şey cesaret, rengi ne olursa olsun...”
'BİR KARTLA DİJİTAL MEDYANIN ÖNÜNE GEÇEMEZLER'
Medyascope'ta uzun bir süredir çalışan gazeteci Fırat Fıstık aynı zamanda yüksek lisans tezini serbest gazetecilik üzerine yazıyor. Dijital medyanın Basın Kanunu kapsamına alınmamasının önemli bir eksiklik olduğuna vurgu yapan Fıstık, “Dijital alan geliştikçe gazetecilik de buraya kayacak. Artık bu durum bir istisnadan kurala dönüşüyor, gazetecilik dijitalde yapılır hale geliyor. Bu bir kartla veya resmi olarak verilen bir evrakla önüne geçilebilecek bir durum değil. Kaldı ki kimin gazeteci olup olmadığına birçok ülkede olduğu gibi gazeteci örgütleri ve gazetecilerin karar vermeleri gerekir” diyor.
Fıstık bu sorunlar nedeniyle sahada yaşadığı zorluklar için de şunları söylüyor: “Yaşadığımız zorlukların başında elbette akreditasyon konusu geliyor. Bakanlıklar veya Cumhurbaşkanlığı ya da AKP ulaşılamaz hale geliyor. Bu düzen haberi doğrulamayı, doğru bilgiye ulaşmayı daha da zorlaştırıyor. Bunun dışında güvencesiz hale gelmek ve polisin birçok yere almayı kabul etmemesi de cabası. Ancak IFJ gibi uluslararası kartlar mevcut. Yazılı basının ne kadar az okunduğunu, insanların habere ulaşırken dijital yolları tercih ettiğini zaten görüyoruz. Dolayısıyla bu sorunun er ya da geç çözüleceğini, çözülmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum.”
'TELEFONUMDAN AÇIP HABERLERİMİ GÖSTERİYORUM'
Gazeteci Evrim Kepenek ise 20 yıldır bu alanda emek veriyor. Kepenek şunları söylüyor: “Şöyle örnek vereyim internette bir tarama yaparsanız ilk haberimi 2000’de yazdığım görülüyor. Bilfiil tam 20 yıldır gazetecilik yapıyorum ama benim gazeteci olduğumu gösteren bir kartım da yok. Mesleğe ilk başladığınız yıllarda başka dertleriniz olduğundan ve biraz da 'aman benim gazeteci olduğuma devlet mi karar verecek, zaten istemem o kartı' gibi düşüncelerden dolayı bunun asıl çözülmesi gereken sorun olduğunu anlamıyorsunuz. Ama sonra...”
Sahada çalışırken, 'Sarı basın kartını göster' uyarısıyla karşılaşan Kepenek soruyu sorana şöyle yanıt veriyor: “Adliyede, sokakta haber takip ederken 'Sarı basın kartını göster' cümlesini duyup ardından Bianet tanıtım kartımı gösterince, 'Yaa bu onaylı değil... Hani Cumhurbaşkanının verdiği kart?' cümlesini duymaktan o kadar bezdim ki sırf bu tartışmalara girmemek için telefonumdan haberlerimi açıp gösteriyorum. Sonuç değişmiyor tabii ki. Ezberlenmiş o cümleyi hep duyuyorsunuz... Bir kere sorun şu: Bizim gazeteci olup olmadığımıza devlet karar veremez. Devletin böyle bir yetkisi de olmamalı ki bence buna hakkı da yok. Böyle bir durumu yıllardır kabullenmek zorunda kalmışız. Türkiyeli gazeteciler olarak maalesef baskı ve tutuklamalarla mücadele etmekten buna vakit kalmıyor. Asıl hakkımız için mücadele edecek zaman ve alanımız kalmıyor. Sendikalar da bu işin üzerine yeterince gitmiyor. Sahada çalışan ve dijital alanda haber üreten, yazan bir gazeteci olarak en temel haklarımdan birini istiyorum. Mecrasına bakılmaksızın herkesin kartı verilmeli.”