İnternetsiz bir hafta

Bir hafta boyunca Diyarbakır’da ve bölgenin diğer illerinde internet bağlantısı neredeyse yoktu. İnternet sağlayıcısı şirketler, internetin neden kesik olduğunu soranlara, “Bölgede arıza var” dediler. Oysa herkes biliyordu ki, düpedüz sansür vardı.

Abone ol

DİYARBAKIR - Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ile Fırat Anlı’nın gözaltına alınmasıyla başlayan süreç, şehrin tamamını olumsuz bir şekilde etkiledi. Gerginlik tırmandı, moraller bozuldu, “bundan sonra ne olacak” tedirginliği arttı.

Başkanların gözaltına alınmasıyla başlayan sürecin bir de teknik olumsuzluklar yönü var elbette. Özellikle internetin bütün bölge illerinde kesilmesi, kimsenin beklemediği zorluklara neden oldu. Örneğin havaalanında uçak firması çalışanları işlemleri bilgisayarda değil de elle yazarak yapmak durumunda kaldı. Aynı şekilde kargo şirketleri de gönderileri zamanında teslim edemedi. Bankalar neredeyse tamamen iş yapamaz duruma geldi.

Gazeteciler de internet yokluğunda hazırladıkları haberleri merkeze ulaştırmakta güçlük çektiler. Örneğin ben, birkaç haberi SMS ile göndermek durumunda kaldım. Telefonda haber yazmanın ne denli güç olduğunu bilen bilir, deyip geçeyim bu konuyu. Öyle ya, bir şekilde haberi yazıp iletmiş olmanın sevincine de paha biçilmez.

‘SANSÜR VAR, SANSÜR’

Malum, belediye eş başkanlarının gözaltında tutulduğu beş gün boyunca, belediyenin önünde “İrademe dokunma” nöbeti tutuldu. Belediye civarındaki çay ocaklarında ya da kaldırımda durarak bekleyen insanlarla konuşma fırsatı da buldum.

“Nöbetçilerin” internetin kesilmiş olmasına hiç şaşırmadıklarını belirtmem lazım. Yaşlıca bir adamın, internetin kesik olmasından yakınan bir grup gence ders verir gibi, “Gazeteler neden kapatıldıysa internet de o yüzden kesildi. Kafanızı patlatmayın” dediğini hatırlıyorum. Üstüne basarak, “Sansür var, sansür” dediğini de…

Sansürü, darbe girişimini önemli ölçüde internetin nimetlerinden yararlanarak engelleyen bir hükümetin uygulamış olması da şaşırtıcı değil elbette.

KİTLE POLİTİK OLUNCA

Arkadaşlarını, akrabalarını SMS ile belediye önüne çağıranları da gördüm. Kitle politik olunca, eylemi güçlü hale getirmek için her türlü yolu denedi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın çağrısı da bunda etkili olmuştu elbette. Demirtaş, internetin kesik olmasını kınayarak, “Ev ev, kahve kahve gezerek halkımızla buluşacağız” demişti. İnternet üzerinden haberleşmek, örgütlenmek ve eyleme katılmak mümkün olmayınca, beş gün boyunca eski usullere geri dönüldü.

İNTERNET KAFELER SİNEK AVLADI

Arada acil işler için gittiğim internet kafelerin önünden her geçtiğimde, kafe işletmecilerininin kapı önünde boş boş beklediğine tanık oldum. İnternet kafe işletmecileri, internet hizmeti vererek hayatlarını idame ettiren insanlar. Yaklaşık bir hafta boyunca doğru dürüst internet bağlantısının olmadığını düşünün. İşletmecilerin, kara düşüncelere dalıp kapı önünde beklemesi kaçınılmaz oluyor elbette.

Mitolojik bir kahramanın adını işlettiği kafeye veren adam, arada uğradığım için aşina bana. Bu nedenle sorduğum basit soruları dolaysız cevaplıyor. “Sabah açıyoruz dükkanı, akşama kadar böyle boş boş bekliyoruz” diyor. Dükkanı her sabah erkenden açmak, esnafın kültüründe. Önce dükkanda yapması gereken işleri yapar, sonra çayını kahvesini içerek ilk müşterinin gelmesini, siftah yapmayı bekler. İnternet kafe işletmecileri, Diyarbakır’da bu rutini yaşayamadı.

Bu süre içinde elbette defalarca yetkilileri aramışlar telefonla. Her defasında, “Doğu ve Güneydoğu’da arıza var” cevabını almışlar. Arıza nedir, ne zaman giderilir, internet kafelerin zararı nasıl karşılanır? Telefona çıkan şahıs, bu soruların cevabını verecek durumda değil elbette.

Ama işletmeci bu ay ödemelerini yaparken zorlanacağını biliyor.

‘AYIPTIR SÖYLEMESİ, NAKİT YOKTU’

Biz kafe işletmecisiyle konuşurken bir adam yaklaşıyor yanımıza. Hiç teklifsiz diyor ki, “Markete gittim alışveriş için. Ayıptır söylemesi, nakit yoktu. Doldurdum sepete alacaklarımı. Kasaya geldim, ‘post makinesi çalışmıyor’ dediler. Nasıl kızdım, nasıl utandım… Bıraktım sepeti çıktım.”

Adamın küfürlerini yazmadım elbette. Eve eli boş gidecek ya, öyle anlaşılıyor ki, ayakları eve doğru gitmiyor. “Gerçek gazeteciysen yaz bu zulmü” diyor. Ardından Kürt halkına reva görülen eziyetler için yine küfür ediyor. Bütün küfürleri gençliğine olmasa da içinde bulunduğu çaresizliğe yoruyorum.

BANKADAN KREDİ ALMAYA ÇALIŞAN ADAM

İnternet kafenin hemen karşısında arkadaşımın yayınevi var. Oraya uğruyorum, biraz da galiz küfürlerden kaçarak. Yazar arkadaşım Şeyhmus Diken de orada. Bu haftaki yazısını 21 SMS ile gönderdiğini söyleyen Diken, benim nasıl çalıştığımı soruyor.

O arada, yayınevinde tanımadığım bir adam da karışıyor söze. “Hocam” diyor, “Siz nasıl yazdığınızın derdine düşmüşsünüz, bütün Diyarbakır’ın perişan olduğunu görmüyorsunuz?” Sonra internetin yokluğunda yaşanan sorunları sıralamaya başlıyor. İnsanlar faturalarını ödeyememiş, öğrenciler, diyelim İstanbul’dan adlarına havale edilen parayı alamamış postaneden, bütün ticaret durma noktasına gelmiş…

Adam o kadar ilgili ki internetin yokluğunda yaşanan sorunlarla, “Senin aksayan bir işin oldu mu?” diye sormadan yapamıyorum. Kredi alacakmış bankadan. Bütün işlemleri, dosyaları hazırlamış, geriye krediyi almak kalmış. Ama internet olmadığı için bir haftadır alamıyormuş krediyi.

Yok, bu adam küfür etmiyor. Ama öfkesi sesinin titremesinden belli oluyor.

BİLGİSAYARDA YAZMANIN KEYFİ

Bilgisayarda yazmanın keyfini, bir hafta boyunca telefonda haber yazınca anlıyor insan. Şimdi bu satırları bilgisayarda yazıyorum, arada Frecell oynayarak. Ama içimde hep, 'ya internet yeniden kesilirse' endişesi var. Bütün Diyarbakır, hatta bölgenin bütün illeri 'bir zulüm yaşadık ve geldi geçti' diyemiyorum çünkü.

Ayrıca internet yeniden kesilirse yazı gecikecek. Her şey o kadar hızla yer değiştiriyor ki memlekette, geciken yazının hiçbir kıymeti kalmıyor.

Sözü uzatmaya gelmiyor.