Gırtlağına bastığı insanların imdat çığlıklarından hiddetlenip daha da bastıran bir iktidar karşısında kurulacak sözün hiçbir manası yok. Teoride şiddet tekelini başkalarının haklarını muhafaza için elde etmiş olan iktidar, artık o tekeli sadece ve sadece kendi lehine, herkese uyguluyor. Sosyal medyaya intihar videoları, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlerin gırtlağına basan polis fotoğrafları düşüyor. Üstelik polis teşkilatı sokakta gırtlağına basılanların çığlıklarının kimse tarafından duyulmaması için keyfi genelgelerle “mahremiyet” alanını genişletip sokağa yayıyor.
İşitilebilen yardım çığlıklarının, feryatların, figanların da muhatabı belirsizleşiyor. Çünkü iktidar bu muhatabı, yani toplumu çoktandır tarumar etmiş; muhalefet partileri ise bu çığlıklar karşısında bir toplumsallık yaratacağı yerde mevcut iktidarın yerine geçmenin iştahıyla büyülenmiş durumda.
O yüzden iktidarın gırtlağına bastığı insanların imdat çığlıklarının muhatabı muhalefet partileri olmaktan çıktı. Haliyle insanlar birbirlerine sesleniyor. Birbirlerinden yardım istiyor. Ama yardım istenen de yardım dilenecek durumda. Dahası birbirine muhtaç olanlar çoktandır birbirlerine düşmanlaştırılmış. Bu gerçeklik gündelik hayatın mihnetleriyle somutlaştığında çaresizlik daha da derinleşiyor. Yardım dilenecek durumda olanlar bir araya gelemediği, birbirlerindeki umut kırıntılarını paylaşamadığı sürece herkes bu karanlık tüneli kendi başına geçmek zorunda kalıyor.
İntihar görüntülerini yaymamamız gerektiğini söylüyor uzmanlar ama bunun intiharları konuşmamamız gerektiği anlamına gelmediğini de vurgulayarak. İnsanın hayatta en son vazgeçeceği şey kendi biricik hayatıdır. Koşullar ne olursa olsun insanın gözü açık kalmak, olup bitenleri izlemek, şimdiki karanlığın bir sonu olduğunu görmek ister. Öyle de olmalı. Birbirimize bunu hatırlatmalı. Fakat düşünün ki hayatına son verenler “ne olursa olsun” çizgisini bile geçecek durumda olanlardı. Nasıl oldu bu? Nasıl olabiliyor? Bunları konuşmak zorundayız. Ama nasıl?
Bu iş her dört yılda bir sandığa gidip oy vererek, “az daha bekleyin, gidecekler” diyen muhalefetin sinizmine yaslanarak değil, insanların küçük küçük dayanışma ağları örmesiyle, birbiriyle ekmeğini, nefesini, umut kırıntılarını paylaşabileceği tutamaklar yaratmasıyla belki mümkün olur. Ama öylesi bir pür-u pak toplumsallık, kaderdaşlık, duygudaşlık yok.
İktidar bugün gitse, yarının güllük gülistanlık olmayacağını biliyoruz. O halde fakirlerin, ezilenlerin, yarın iktidarı devralacak olan muhalefetinkinden daha uzun bir yolu var. Bu uzun yolda insanların birbirlerini sırayla sırtlanabileceği bir toplumsallık yaratmak imkânsız değil. Bunu kimin yapacağını bilemeyiz ama her kim yaparsa, geleceği o kurar, geleceği o kurtarır.
Bununla birlikte Türkiye “toplumu” geleceği kurtarmaktan çok daha acil bir mesele, bir hâl içinde. O hâl de insanların birbirlerini “ne olursa olsun” çizgisinden uzak tutmak üzere seferber olmasını gerektiriyor. Mevcut iktidarın yaptıkları karşısında intihar edene “hak vermek” değil, onu intihardan vazgeçirmek üzere bir toplumsal ağ örmek için ufuktan bir kurtarıcı, toparlayıcı belirmeyecek. O yüzden herkes bir başkasının kurtarıcısı olmak zorunda. Çünkü belki de herkesin kendisini kurtarabilmesi ancak başkalarını kurtarmasına bağlıdır.