İntiharın sosyolojisi

Türkiye’deki 1 milyon kişinin olası intihar eğilimi ile iki ailenin intiharı medyada her ne kadar münferit bir eylem şeklinde yansıtılmaya çalışılsa da bu intihar vakaları sosyolojik bir olgunun parçalarıdır.

Abone ol

Hatice Özhan

Toplumun gündemine “farkındalık” oluşturacak denli 48 saat içerisinde gerçekleşen iki toplu intihar vakası hepimize “neler oluyor?” dedirtti. İstanbul Fatih’teki bir apartman dairesinde yaşayan dört kardeşin ‘siyanür’ ile intiharlarının üzerinden saatler geçmemişken Antalya’dan da benzer bir intihar haberi ulaştı. Antalya’daki dört kişilik bir aile de ‘siyanür’ ile hayatlarına son verdi. İki ailenin hikâye dökümlerinden anlaşılacağı üzere intiharlarının sebebi yaşadıkları ekonomik buhran… Fatih’teki ailenin üstesinden gelemedikleri bir borç batağına girdikleri ve son çareyi hayatlarına kıymakta buldukları görülüyor. Antalya’daki ailenin de arkalarında bıraktıkları veda mektubundan ve çevrelerindeki tanıklıklardan benzer bir buhranın içerisinde oldukları anlaşılıyor. Toplumda bir şeylerin uzunca bir süredir yolunda gitmediği aksiyomu nüveleriyle birlikte zaten bilindikti, intihar vakaları ile bu aksiyomun çapı genişledi denilebilir. Bu iki intihar vakası kamuoyuna yansıdığından haberdar olduklarımız, peki haberdar olamadığımız nice buhrana ne demeli? Türkiye’de ağır depresyonlu 4 milyon kişiden 1 milyon kişinin intihar eğilimi içerisinde olunduğundan bahsediliyor. Hayata tutunmak için asıldıkları kirişleri ellerinin arasından kayma noktasına gelen bu 1 milyon kişinin akıbetleri de mi ‘siyanüre’ bulanacak?

Türkiye’nin çalkantılarla şekillenen hal-i pür meali, toplum üyelerinin hayatlarıyla ilgili verdikleri kararlarda patolojik davranışların etkili olmasında biricik etkiye sahip. Siyasal, ekonomik, sosyal, hukuk alanlarının işleyiş biçimindeki durağanlık ve güç dağılımındaki eşitsizlik, vasıfsızlaşma insanları böylesi bir tehlikeli bir noktaya getirmiştir. Sosyolog Emil Durkheim’ın anomi olarak ifade ettiği bu tehlike, toplumsal geçiş süreçlerinde normların olmadığı ya da belirsizleştiği durumlarda yanardağı harekete geçirir. Türkiye’nin kaotik siyasi yapısı, kendisini güncelleyebilir özellikteki toplumsal geçiş süreçlerinin normatif yapısını olumsuz yönde etkilediğinden bireylerin ifade kanalları olan norm ve kaidelerin görünmezleşmesine yol açmıştır. Otoriter siyasetin müdahalesi, insanların içerisinde rahat bir nefes aldıkları psişik güven alanlarını daralttığından ya da ilhak ettiğinden bireyler haliyle patolojikleşir. Ülkenin alt ve üst yapılarının toplum yönetimindeki yetisizliğinin kapısını aralattığı her yeni kriz, bireyler her yeni dönemde neyin kendileri için daha uygun ya da “hangi seçeneğin daha kabul edilebilir” bir davranış olabileceğini kestiremediklerinden anomiyle yüz yüze gelirler.

Bireyler için anomi; yoksulluk, adaletsizlik, özgürlüklerinin ellerinden alınması, güvensizlik, yalnızlık, depresyon vb. demektir.

Toplumun farklı kültürel, sınıfsal ve etnik kodlarına sahip kesimlerini tatmin ve teskin edici demokratik davranışı yadsıyan Türk siyasetinin sosyal devlet anlayışının dışındaki ekonomi davranışı bireyleri belirttiğim anomik sıralamanın pençesine düşürmüştür. Otoriterizm ve beraberindeki ekonomik krizlerle bireylerin uğradığı disfonksiyonel bozukluk toplumun içine düştüğü anominin alanını genişletmesine ve intiharların da artmasına yol açmıştır haliyle.

Psikoloji ekolü bağlamında ve insanların ekseriyetince kişisel bir eylem olarak açıklanan intihar gerçekleştiği koşullar itibariyle açıklanmalıdır. Durkheim’ın de işaret ettiği üzere intihar olgusu birey ve toplum arasında uygun bir denge arayışı ve bu dengeyi bozabilecek tehditlerin belirlenmesi çerçevesinde açıklanmadığı müddetçe can kayıpları münferit vakalar olarak lanse edilecektir. Türkiye’deki 1 milyon kişinin olası intihar eğilimi ile iki ailenin intiharı medyada her ne kadar münferit bir eylem şeklinde yansıtılmaya çalışılsa da bu intihar vakaları sosyolojik bir olgunun parçalarıdır. Sosyolojik izahata ihtiyaç duyan bu vakaların nedenleri, toplumun ve ülke siyasetinin bireylerin davranışlarını yeterince düzenleyememesinden ileri geldiğinden toplumsaldır. Anomik tipte intiharlardır. Anomik intihar oranları bilineceği üzere hem ekonomik çalkantı/krizler döneminde hem de hızlı ekonomik büyüme ve refah dönemlerinde bir artış gösterir. Türkiye’deki insanların borçlarını ödemeyecek duruma gelmeleri, sayısı artan çalışan ve çalışmayan yoksul sayısı, pahalılık, iflaslar ve konkordatolar vs. bu tipte intiharların artmasına yol açmıştır. Bu gibi süreçlerde toplumlarda baş gösteren köksüzlüğün ve normsuzluğun uyandıracağı anomik eğilimler, görüleceği üzere Türkiye toplumunda bireylerin intiharında vücut bulmuştur.

“Kendi kararıyla” ölmeyi seçmek insanın yaşama olan bağlılığının ve de tutkusunun bir göstergesi olarak ifade edilir tevatürde. Tevatür işte! İntiharın antagonizması da denilebilir! Türkiye’de hayatına son veren bu insanlar ve kelle koltukta yaşayan 1 milyon insan belki de hayata duydukları bağlılıklarını intiharla bize anlatmaya çalıştılar, kim bilir? Vicdanlara su serpmek ya da iktidar elitlerinin siyasi sorumluluklarını üzerlerinden atmaları için kendilerine feylesofik bir dayanak, bahane sunmak adına kurmuyorum bu son paragrafı. İntihar güzellemem, bu olaylarda sorumluluğu olan herkesin vicdanlarını dürtmek niyetiyledir. Bu insanların, yaşam sevgilerini göstermenin o çok seçenekli yolundan ölmeye doğru sapmaları, gözlerini sadece ölmekten yana kırpmaları bu olaylarda sorumluluğu olanların, toplumun patolojik ‘sevgi’ anlayışını tartışmaya açmaları adına ibretlik bir fırsattır. Çünkü ‘yaşam sevgisi’ ebediyen yok olmakta değil, ölümsüzleşmenin yollarının denendiği bir hayatta kalma mücadelesinde gizlidir!

*Sosyolog-yazar