Irak 2003-Irak 2018

Irak’ta Sünni Arapların neredeyse yok olması, kalanların da küçük parçalara ayrılarak türlü Şii koalisyonları desteklemesiyle Irak siyaseti bakımından hayırlı ancak Ankara’nın sahne düzenine etkisi açısından kısıtlayıcılığı yadsınamayacak bir resim var önümüzde.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Artık biliyorsunuz: 2003 Eylül ayı ortasında Bağdat’ta göreve başladım. Üç yıl görev yapıp, peşinden merkezde de iki yıl Irak işine baktım. Üzerine Vaşington Büyükelçiliği’mizde iki yıl yine Irak dosyasını yürüttüm. Tekrar gittim, Erbil Başkonsolosluğu’nu açıp, üç yıl üç ay o görevde kaldıktan sonra 2013 Haziran ayı başında memuriyetten istifa ettim. Böylece yirmi yıllık hariciye memurluğumun ikinci on yılını tümüyle Irak üzerine yahut bilfiil Irak’ta çalışarak geçirdim.

Dolayısıyla “Irak uzmanı” sayarak sözüme değer verenler hâlâ var. Arapça ve/veya Kürtçe’ye hakim olmadan, Irak’ı sık sık ziyaret etmeden uzmanlık iddiasının haddim olmadığını, sahte tevazuyla değil içtenlikle söyleyegeldim. Bununla birlikte, son Irak seçimleri bağlamında bazı düşüncelerimi paylaşmak isterim. Bunlar, biraz da, Irak özelinden öte, Arap-İslam aleminde demokrasi, anayasaların önemi gibi konularda mırıldanmalar niteliğinde olacak.

Saddam Hüseyin Arap-Ortadoğu standartlarında dahi olağanüstü vahşilikte bir diktatördü. Ama onun devrinde istikrar vardı, karınlar doyuyordu. Başka? Kör cehalet hüküm sürüyordu. Petrol gelirleri silah alımına gidiyordu. Liderin çevresindeki küçük bir zümre özkaynakları soyuyordu. Şii Araplar ve Kürtlerin anası ağlıyordu. Türkmenler de Türkiye’nin uzantısı görülüp, horlanıyordu. (Şimdi bakmayın “ah Saddam ne de güzel eziyordu Kürtleri” diye ağlaşan bazı Türkmen siyasetçilere.)

Saddam’ın kellesi gidince, Irak’ın da diğer pek çok Ortadoğu ülkesi gibi ülkeden ziyade bir toprak parçası, üzerinde yaşayanların da ulus olmadığı anlaşıldı. Şii-Sünni boğazlaşmasında ölenler milyonu buldu. Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) yarı-bağımsız oldu. Eğitim, sağlık gibi hizmetlerin bedava olduğu, vergi ödenmeyen, bütçe gelirlerinin tamamına yakını ham petrol ihracatı kaynaklı, ordusu, polisi hatta istihbaratı mezhep çizgileriyle bölünmüş ülkede elektrik, su sıkıntısı da yaşandı, yaşanıyor.

Şii-Sünni boğazlaşması yetmedi üzerine IŞİD “spazmı” yaşandı. Sünni nüfuslu kentler harap oldu, Sünni nüfusun oranı da (Kürtlerle beraber) ölenler ve ülkeyi terk edenlerin etkisiyle artık yüzde yirmi beş düzeyine geriledi. Temel hizmetlerdeki aksaklıkların üzerine, diz boyu yolsuzluk binmiş durumda. Bağımsızlık referandumu sonrasında IKB federe bölge hükümeti özelliğini yitirdi, KDP ve KYB arasındaki iki parçalı yapısına geri döndü.

Buna karşılık, Irak’ın 2005’te referandumla kabul edilen anayasası özünde tutarlı, çağdaş denilebilecek bir metin. 12 Mayıs’ta yapılan seçimler, Kerkük ve Süleymaniye gibi bir-iki istisna dışında, hür ve adil denilebilecek düzeyde uluslararası kriterlere uygunluğa yakın. Seçmenin oy verme eğilimleri, belki ezici çoğunluğun zoraki Şiilere geçmesiyle de birlikte, kimlikçiliği aşma işareti verdi. Kurulan bloklar, Sadr’ın komünistlerle işbirliği gibi, amaç odaklı görünüm kazanır oldu. Liderler de söylemlerini buna göre daha “Irakçı” tonda ayarlar oldu.

IŞİD’le mücadeleye her etnisite ve mezhepten ortak katılım olduğundan uluslaşma duygusu ilk kez yeşermeye başladı. Parmağınızı soksanız petrol fışkıran Irak’ta varil maliyeti 3-5 ABD Doları seviyelerindeyken ve bütçe 40 dolarlardan bağlanmışken, uluslararası piyasalarda varil fiyatı bunun iki katına yükseldi. Mezhepçi Maliki’nin bloku ve İran bağlantılı milislerin siyasi cephesi hedefledikleri başarının çok gerisinde kaldı. Hükümeti Sadr ile Abadi’nin kuracağı, ikincinin başbakan kalacağı ancak Sadr’ın bu defa başbakan dahil tüm kabine üyelerinin parti aidiyetlerini bırakması ön koşulunu ileri sürdüğü görülüyor.

Ankara ise, bilindiği üzere, IKB’ye hepten sırtını döndü. Bu arada, IKB’den gelip, Ceyhan üzerinden İsrail’e ham petrol sevkiyatı berdevam. Nuceyfigiller ve Hamis Hançer gibi Türkiye destekli “mutad zevatın” oluşturduğu Karar, 329 sandalyeli mecliste on beş sandalye aldı. Denecektir ki, işte Bağdat Büyükelçisi Fatih Yıldız Sadr’la görüştü bile. Irak’ta Sünni Arapların neredeyse yok olması, kalanların da küçük parçalara ayrılarak türlü Şii koalisyonları desteklemesiyle Irak siyaseti bakımından hayırlı ancak Ankara’nın sahne düzenine etkisi açısından kısıtlayıcılığı yadsınamayacak bir resim var önümüzde.

Ortadoğu’da iyimserlik iddiası, naiflikle eşdeğer bulunabilir. Ancak özetle, büyük yıkımların, kıyımların ve toplumsal burulmaların ardından, yüz ölçümü, nüfus büyüklüğü, haritadaki yeri, siyasi altyapısı, savaş deneyimli güvenlik güçleri ve petrol gelirleriyle, mücavir bölgemizde kilit ağırlığa sahip olmaya aday bir ülke denebilir Irak için. Bölgesel siyasetimizi bu yeni duruma uyumlu ve akılcı biçimde uyarlamak, Türkmencilik, Sünnicilik kapanından kurtulmak da, sanırım 24 Haziran-8 Temmuz sonrasında kısmetse yeni yönetimi bekleyen sorunlar arasında öncelikli olacak.

Yazı burada bitti. Ama şunu da eklemeden edemedim: Yeni ABD Dışişleri Bakanı Pompeo İran’a yönelik on iki maddelik dayatma paketi açıkladı. Yine yeni ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton böyle kabul edilmesi olanaksız bir plan önerisini dahi gereksiz buluyor. ABD, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Hizbullah’la hem Lübnan hem Suriye’de hesaplaşma takıntısı ortada. İdlip’in Hatay’a yaslanan yarısı “katli vacip” cihatçı hurdalığı olarak başımıza kaldı.

Tüm bunlar Irak’ı arasına alan iki komşumuz Suriye ve İran’da büyük bir çatışmanın yakın tarihimizde olmadığı denli mümkün olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan da Irak’la ilişkileri bütüncül ve çok boyutlu tutmakta yararın ötesinde zorunluluk var.

Tüm yazılarını göster