Irak’ın cumhurbaşkanlığında Dr. Barham’ın, IKB başkanlığında Neçirvan’ın olması, Türkiye açısından parmağını kımıldatmadan hatta neredeyse kendine rağmen, olabilecek en iyi senaryo. Her iki lider Türkiye’ye karşı ekonomik işbirliğine, siyasi eşgüdüme açık tutumlarıyla tanınır. Ama hangi Türkiye’nin? Dönelim başa: Selahattinleri, Sırrıları içeri tıkan Türkiye’nin mi?
Sırrı Süreyya Önder’i iyi tanıdığımı sanıyorum. Pek çoklarınız da öyle biliyorum. Zira, Sırrı Süreyya Önder, tıpkı Selahattin Demirtaş gibi, yüz yüze gelindiğinde hatta suretini medyada gördüğünüzde, herkese tanış gelen biri. Oysa düşünüyorum, ömrümde onunla yanılmıyorsam yalnızca bir kere yüz yüze gelmişim: Yoğurtçu Parkı’nda “oturduklarında” ziyaretlerine gittiğimde.
O gün kendi mahallem saydığım Yoğurtçu’ya girebilmek için gördüğüm aşağılayıcı muameleyi yazmıştım burada. Çabuk parlamaya eğilimli olduğumdan oldukça öfkeli ve hayal kırıklığı içinde yanına gitmiştim. Mütebessim ama mahcup bir edayla buyur etmişti beni. Dertleşmiştik. “Halimizi görüyorsun işte” der gibiydi. Sanki tüm olan bitenle dalgasını geçiyordu.
Senli-benli olmaya hiç de teşne olmadığım halde, birbirimize iki eski arkadaş gibi “sen” diye hitap etmiştik. Olan bitende akıl, sağduyu aramaya çalışmıştık. O zaman ben kendimden utanmıştım. “Adam ne badireler atlatmış, yılmamış, yılmadığı gibi çelebiliğinden ödün vermemiş, şurada biraz itildin kakıldın diye yaptığın afra-tafraya bak” demiştim kendime. Müslüm Yücel’in dokunaklı yazısını okuduğumda bir kere daha utandım.
“Başlık Irak Kürdistanı, Sırrı Süreyya ne alaka” diyebilirsiniz. Alakası şu ki, Selahattinleri salmamak adına, apar topar Sırrıların içeri tıkıldığı bir ülkede, rafine, bilgiç dış politika analizleri yapmak gayreti yekten absürt bir çaba. Kime, neyi anlatacaksın? Meşhur meseldeki gibi “kadıyı kime şikayet edeceksin?” Ama geçen yazımın sonunda sözünü verdiğim üzere belki biraz daha iyi bilebildiğim konuda, yirmi yıllık meslek hayatımın hasbelkader ikinci yarısını vakfettiğim Irak hakkında konuşmayı deneyeceğim.
Suriye ve Irak’ı hatta belki bizim hariciye geleneğinin aksine İran’ı da birlikte bir bütün halinde ele almak gerektiği gibi, Irak ve Suriye Kürtlerini de birbirinden ayırmamak gerekli. Irak’ta Kürdistan (IKB) içindeki iki geleneksel parti KDP ve KYB ortak bir yönetim kurmayı başaramadı. IŞİD saldırısını bertaraf ederken yayılan sınırlar, Bağdat IŞİD’i toptan bertaraf ederken 2003’ün de gerisine düştü. Bağımsızlık referandumu da çuvallayınca, Mesut Barzani başkanlığı bıraktı.
Irak federasyon. Ülkede icracı başbakanlık, federe bölgede başkanlık sistemi geçerli. IKB meclisi 111 üyeli, KDP’nin 44 sandalyesi tek başına bölge başkanını seçmeye yetmiyor. Kabaca KDP’nin içinde çıkan KYB KDP’nin, Goran da içinden çıktığı KYB’nin yarısı kadar sandalyeye sahip. Müslüman Kardeşler eskisi İslami Komal/Cemaat, Bizutnava/Hareket ve Yekiti/Birlik partileri toplamda ancak 12 sandalye kazanarak sabık başbakan Davutoğlu’nu yine üzdüler son seçimde.
KDP ile KYB arasında kamuya içeriği açıklanmayan bir stratejik ortaklık belgesi var. Esasen diğerlerinden ayrı olarak IKB’yi coğrafi ve demografik ikiye bölük halde bu iki parti elde tutuyor. Gümrük kapıları, petrol kuyuları gibi ayrı gelir kaynaklarının ve mali idarelerinin yanı sıra ayrı milis (peşmerge) güçleri ve ayrı istihbarat teşkilatları var. IKB’de bu iki partinin bilgisi ve denetimi dışında kuş uçmaz yani. Ve başkanlık, başbakanlık seçimi işi ortaklaşa yürür.
Mesut Barzani IKB başkanlığını bırakınca, Bağdat’ta cumhurbaşkanlığının Kürtlerde ama KYB’de olacağına dair uzlaşının da kendiliğinden geçersiz kalacağını bekledi. Cumhurbaşkanlığına, hem de KYB-KDP arasında ön görüşme yapılmadan Dr. Barham Salih gelince öfkelendi, yalnız kaldı. Dr. Barham’ın başbakanlık görevine Kürtlere yakın Dr. Adil Abdülmehdi’yi ataması, onun da Mesut Barzani’nin başdanışmanı ve cumhurbaşkanı adayı kıdemli ve akil siyasetçi Dr. Fuat Hüseyin’i Maliye Bakanlığına getirmesi ortamı yumuşattı.
Kerkük’ten Ceyhan’a petrol akışının Bağdat denetimindeki kuzey kubbesi Hurmala’ya ilaveten Avane ve Baba Gürgür kubbelerinden üretimi de içerecek biçimde topluca yeniden başlaması için Erbil ile Bağdat’ın uzlaşması arayı iyice ısıttı. Mesut Barzani, uzun aradan sonra (Dr. Barham’ın uçağı Vatikan için tekerlek kestiği sırada) Bağdat’a geldi. IKB’yle savaşacak hale gelen Haşd-i Şabi milis gücü yöneticisi Hadi Amiri (komutanı Mehdi el Mühendis*) başta, ne kadar kanlı bıçaklı olduğu İran destekli önde gelen Şii lider varsa, hepsiyle sıcak görüntüler verdi.
Böylece Mesut Barzani hem başkanlığı bıraksa da IKB’nin doğal lideri niteliğiyle gereken ihtiramı görerek hem İran’ı yeniden dengelerin içine alarak kendini siyaseten rehabilite etti ve başarılı bir iç diplomatik girişim yapmış oldu. Dr. Barham’ın cumhurbaşkanlığını da Bahçeli ağzıyla ifade edersek “flu gördü”. Geri içeriye, yani IKB’ye döndüğünde, oğlu Mesrur ile ağabeyi efsanevi İdris Barzani’nin oğlu Neçirvan arasında alttan alta süregiden ama şimdi açığa çıkan iktidar mücadelesinin suhuletle halline yöneldi. Not edelim: Tüm bunlar olurken Kerkük’te Türkmenlerin Kayseri Çarşısı’nda 400 dükkan da yanıp, kül oluverdi.
IKB’de bulunan formül başkanlık makamının yeniden ihdas edilip Neçirvan’a verilmesi, başbakanlığa da Mesrur’un getirilmesi. Süleymaniye tarafında da merhum pederi Mam Celal’in İngiltere’ye sürgüne gönderdiği büyük oğlu Bafil ger dönmüş ve aileden Lahur ve Aras Cengi gibi isimlerle birlikte babasından kalan siyasi boşluğu dişli biçimde doldurmuştu. Bafil’in üçük kardeşi Kubat ise Neçirvan’ın yanında yer aldı. Ayrıca, Mesrur’un yanında kardeşi Mansur, Neçirvan’ın yanında da kardeşi Revan silahlı güçlerinin başında.
Aslında Irak’ın cumhurbaşkanlığında Dr. Barham’ın, IKB başkanlığında Neçirvan’ın olması, Türkiye açısından parmağını kımıldatmadan hatta neredeyse kendine rağmen, olabilecek en iyi senaryo. Her iki lider Türkiye’ye karşı ekonomik işbirliğine, siyasi eşgüdüme açık tutumlarıyla tanınır. Ama hangi Türkiye’nin? Dönelim başa: Selahattin’leri, Sırrı’ları içeri tıkan Türkiye’nin mi? Sincar’ı Ezidilerin başına yıkacak, Kandil’i yerle bir edecek ama Kerkük’ten Ceyhan’a petrol akışından nemalanacak Türkiye’nin mi?
Malum Fethullah Gülen ABD’de yahut ABD koruması altında. FETÖ’nün arkasında Vaşington’un olduğu sürekli vurgulanıyor. O FETÖ ki, zamanında Barış Süreci’ni baltalamak için elinden geleni ardına koymadığı gibi, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni tezgahladığı da biliniyor. AKP iktidarı, darbe girişiminin perde gerisinde ABD’nin ve Suudi Arabistan ile BAE’nin parmak izleri olduğunu da ileri sürüyor. Sonra dönüp, aynı ABD’nin Suriye’de PKK uzantılarını desteklediğini de en yetkili ağızlardan vurguluyor.
Son olarak, ABD’nin eski Ankara ve Bağdat Büyükelçisi şimdi Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’nin “Astana’nın fişinin çekilme zamanı geldi” açıklamasına, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ağzından “kendi görüşleri olduğunu sanmıyorum” yanıtı verildi. Demek bürokrat Jeffrey, yönetimin ağzıyla konuşuyor, yönetim kötü, Jeffrey iyi. Pekiyi, başdiplomat Erdoğan hep işi en tepeden, bir numaralar arasında bitirmek, bu bürokrat tayfasını küçümsemek eğiliminde değil miydi? “Bu ne yaman çelişki” desek yanılmış mı oluruz?
Kürt siyasi hareketinin seçilmiş temsilcilerine karşı AKP iktidarının reva gördüğü hukuku hiçe sayan muamele güvenlik bürokrasisine yuvalanmış FETÖ’nün hinliklerini doğrusu aratmıyor, ötesine geçiyor. Münbiç, Fırat’ın doğusu, Sincar, IKB derken, komşumuzda akrabamız olan Kürtlerin olduğu yerlerle ilişkide hangi sorun varsa hepsini “çivi” olarak görüp, elimizdeki çekiçle çözüm arıyoruz. İçeri tıkacak kimse kalmadığında, Mart 2019 yere seçimlerini Kürt nüfusun yoğun olduğu illerde yeniden HDP kazanıp, yerlerine yeniden kayyum atandığında, bir de Suriye ve Irak Kürtlerine karşı topyekun askeri harekata mı başlayacağız?
Tarih ve coğrafya, Türkler ve Kürtlerin göbeğinin birlikte kesildiğini anlatıyor. Nasıl Magrep’te Arap ve Berberiler birbirlerinden ayrıştırılamazsa, biraz öyle. “Kardeşlik” ve “hoşgörü” edebiyatı yapmaya gerek yok. Öyleyse yineleyelim: Çözüm, laik, çoğulcu katılımcı, tam demokratik parlamenter hukuk devleti karakterinde bir cumhuriyeti yeniden düşünebilmekte. Birlikte, yan yana değil iç içe yaşamayı sürdüreceksek bu böyle. Irak Kürdistanı’nın derebeyler çatışması gibi siyasi ortamına dudak büker, Suriye Kürtlerinin Vaşington ile Şam arasında beynamaz haline bakıp ellerimizi ovuştururken, aynayı kendimize tuttuğumuzda gördüğümüz manzara hiç iç acıcı değil maalesef.
*Adamcağızın “mühendisliği” İran’da aldığı patlayıcı uzmanlığı, araçlara, binalara patlayıcı yerleştirme uzmanlığından ileri geliyor. Kalın camlı gözlük takan köfteciye “doktor” denmesi gibi bir bakıma.