Anayasa ve devleti inşa ederken taifeci (Confessionalist), bir başka ifadeyle etnik ve mezhebi kimlikleri merkezine alan düzen, Irak ve Lübnan’da siyasal sistemin tıkanmasına yol açmış görünüyor. Irak ve Lübnan’da sürekli istikrarsızlık üreten devlet yapısı, bir hükümet sorunu değil bir yönetim sorunu olduğunu ortaya koyuyor. (İngilizce: Governance crisis but not goverment crisis; Arapça: Ezmetu’l hukm ve leyset ezmetu’l hukume.)
Arap isyanlarının 2010’ların başlarında patlak veren ilk dalgası, farklı ülkelerde kendi doğal farklılığı içinde gelişse de müşterek zeminini büyük ölçüde otoriter yönetimlere, baskıya, insan hakları ihlallerine karşı bir isyanın oluşturduğu taleplerdi. Bu yönüyle tamamen siyasiydi. Ancak modern versiyonuyla filizlenen yeni toplumsal hareketliliğin ayırt edici yönü, daha çok ekonomik ve toplumsal eksene doğru bir kayış içerisinde. Yolsuzluklara son verilmesi, sosyal adalet, altyapı hizmetlerinin sağlanması, temel insani ihtiyaçların temini, zenginliklerin toplumun her kesimine adil bir şekilde dağıtılması, ekonomik krizin bedelinin ağır vergiler üzerinden halka ödetilmesine isyan. Irak ve Lübnan halkları, politik ve toplumsal düzende köklü bir değişim yaşanmadan bunların mümkün olmayacağını düşünüyor.
Irak’la başlayalım. Ülke ABD işgalinden bu yana ülke bir türlü durulmadı. Bu anlamda şu ana kadar yaşanan bütün krizlerin temelinde ABD işgalinin yattığını söylemek insaf ehli için bir zorunluluk. Ancak Irak siyasi elitlerinin ABD’nin yarattığı kaosu aradan geçen onca seneye rağmen tolere etmek bir yana daha da derinleştirip ülkeyi bir açmaza sürüklemesi de teslim edilmesi gereken diğer bir hakikat. Aksini söylemek topu taca atmak olur.
Baas iktidarında ayrıcalıklı bir yere sahip olanların daha sonraki süreçte iktidar mekanizmalarından uzaklaştırılmasının bu kesimde yarattığı travma, bilahare bir çatışma moduna dönüşürken, kimlikleri koruyacağı düşünülen taifeci anayasa, bu çatışma ivmesini hızlandıran bir işlev gördü. Lübnan’da ise 1975’te başlayan iç savaş süreci her ne kadar 1989 Taif Anlaşması'yla rehabilite edilmiş gibi görünse de 2005’te Hariri suikastından bu yana krizlerle sarsılan ülkenin geldiği nokta, para ve gücün yüzde 1’lik en zengin birkaç ailenin tekeline geçmesini beraberinde getirirken halk ise bu zenginliklerden mahrum edildi.
Bir başka ifadeyle her iki ülkede de hükümetler istifa etse hatta mevcut siyasi elit bütünüyle karar alma mekanizmalarından çekilse bile kimlik merkezli düzen değişmediği sürece kalıcı bir çözümün üretilme ihtimali neredeyse imkânsız. Zira her iki ülkede de taifeci sistem, yabancı ülkeler tarafından dayatılmış. Bu tarz bir sistemin bütünüyle yanlış öncüllerden yola çıktığını söylemek zor, zira etnik kimliklerin korunmasını sağlayacağı düşünülerek tasarlanmış, gündeme getirilmiş ve hem siyasi elitler hem de halk tarafından kabul görmüş. Ancak geldiği nokta itibarıyla kimlikleri koruyacağı varsayılan bu yapılar, eşitlikçi ve adil bir sistemi neredeyse imkânsız kılan, yolsuzluk ve haksızlığın sürekli yeniden üretildiği sistemler haline dönüşmüş durumda.
Öte yandan her ne kadar hükümetler protestoların meşruiyetini kabul etmek zorunda kalsalar da, her iki ülkede de yeterince kurumsallaşamamış, meşruiyetini konsolide etme noktasında ciddi zaaflarla malul devlet yapısının her an çökme ihtimaliyle karşı karşıya olması, protesto gösterilerinin en zayıf halkasını oluşturuyor. Zayıf halkayla kastedilen, sadece protesto gösterilerinin hedefine ulaşamamasını değil aynı zamanda her iki ülkenin bir dönem yaşamış olduğu iç savaşa sürüklenme, en kötü senaryonun gerçekleşme kâbusunu da içeriyor. Protestoların ilk günlerinde göstericilere yöneltilen dışarıdan yönlendirme suçlaması, ilk günlerde dünya kamuoyunda kısmen haklı bir çıkışla, klasik bir Ortadoğulu ya da Arap yaklaşımı olarak yöneticilerin sorumluluğu dış güçlere atma çabası olarak görülüp mahkûm edilse de protestoların, çok değil daha on yıllık bir geçmişin gösterdiği gibi giderek küresel güçlerin etki alanına girmesi riskini içermeyeceğinin garantisi de yok.
Tam da küresel güçlerin enstrümanı olmayla yolsuzlukçu bir sisteme mahkûm olma arasında yaşanan ikilem ve açmazı aşmayı mümkün kılacak bir yol var aslında. Protestoların barışçıl, şiddetten arınmış, kaos yerine isyanın kendi iç düzenini dayatan bir şekle bürünmesi ülkenin ve gösterilerin selameti açısından daha makul. Yolsuzlukçu ve gayri adil bir rejimin alternatifi, birçok Arap ülkesinde son derece haklı bir zemine dayanan protestoların, kendi ülkesini belirsizliklerle dolu bir geleceğe sürüklemesi, devlet şiddetini gerekçe göstererek kontrolsüz bir şiddeti meşrulaştırması olmamalı. Hele hele, bir programı ve liderliğin olmayan, ideolojisi ve hedefleri belirsiz bir kitle hareketinin ürettiği şiddetin beraberinde getirmesi kuvvetle muhtemel yaratıcı (!) kaos bir yana, radikal taleplerin siyasal sistemin kendisine çeki düzen verme fırsatını sunacak pazarlık sürecinden mahrum olması da ayrı bir handikap.
Her halükârda ne yöneticilerin protestolara katılanlara yönelttiği suçlamalar ne de protestocuların kontrolsüz ve şiddete eğilimli yapısı, mevcut soruna çözüm üretemiyorsa tüm tarafların ilişkilendiği olumsuzluklardan sıyrılması, bir taraftan toplumsal barışın başka türlü tesisinin mümkün olmadığı devlet yapısını himaye edecek, dış müdahalelerden medet ummayan, kaosun yarattığı zaaf halinden bütün tarafları kurtaracak yeni bir yöntemin arayışı devam ediyor. Aslında Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, başta Irak ve Lübnan anayasaları olmak üzere bütün yerel ve uluslararası metinler bu hakkı garanti altına almış durumda. Bu doğrultuda barışçıl gösteri hakkına sonuna kadar sahip çıkarken aynı zamanda devlet güçlerinin protestocuların şiddet ve onun yaratacağı kaos halinden kendilerini uzak tutmaları yegâne çözüm gibi görünüyor. Bu açıdan hem 2010’da Tunus halkının barışçıl gösterilerle taçlandırdığı zaferi hem de halen devam eden ve neredeyse bir yılını doldurmak üzere olmasına rağmen şu ana kadar tek bir insanın bile hayatını kaybetmediği Cezayir ayaklanması, Lübnan ve Irak ayaklanmalarına ışık tutabilir.
Sonuç itibarıyla Irak’taki gösteriler kanlı bir bilanço ortaya çıkarmış olması nedeniyle üzücüdür ancak içinde taşıdığı bütün olumsuzluklara rağmen ülkenin geleceğine ipotek koyan taifeci yapıyı ve açmazlarını aşma iradesini taşıdığı için de son derece özel bir sonuç ortaya koymuştur. Bu açıdan da değerlidir.