Irak’ın geleceği ve Türkiye
Referandum sonrasındaki bu yeni aşamada mesele Bağdat ile Erbil arasındadır. Bu yüzden referandumu ulusal güvenlik meselesi olarak görmek için henüz erken.
Faruk Loğoğlu
Irak’taki her yönüyle tartışmalı referandum beraberinde hem yeni umutlara hem olası vahim gelişmelere kapı aralayan bir ortam yaratmıştır. Dış baskı ve uyarılara aldırmayan Irak Kürtleri “bağımsızlık” diyerek kararlılık göstermişler, ancak sonrasında tansiyonu daha da yükseltebilecek söylem ve davranışlardan özenle kaçınmışlardır. Referandum büyük ölçüde olaysız geçmiştir. Bağımsızlık diyenlerin umudunun dayatma yaklaşımıyla kâbusa ve çatışma nedenine dönüşmemesi için öncelikle Erbil yönetimine ağır sorumluluk düşmektedir. Irak’ın yeni bir iç savaşa sürüklenmemesi için Bağdat, komşu ülkeler ve uluslararası toplumun da barış ve müzakerelerden yana davranmaları gerekmektedir.
Ulusal güvenliğimiz? Referandum sonrasındaki bu yeni aşamada mesele Bağdat ile Erbil arasındadır. Nitekim iki taraf da karşılıklı olarak görüşme ihtiyacı ve iradesi beyan etmişlerdir. Bağımsızlık ilanı noktasına – ki sürecin oraya varıp varamayacağı belli değildir - kadar konu Irak’ın iç meselesidir. Irak sınırlarında bir değişiklik, Türkiye yönelik bir tehdit veya saldırı yoktur. Hatta Irak’ın mevcut uluslararası sınırlarında bir değişiklik olmayacağı - kendi söylemleri çerçevesinde - IKBY yetkilileri tarafından da belirtilmiştir. Bu itibarla, referandumu bu aşamada bir “ulusal güvenlik” meselesi olarak görmek için vakit erkendir. Gerekli koşullar oluşmamıştır. Dikkatli ve hazırlıklı olmak doğru, acelecilik yanlıştır.
Yaptırımlarımız? Ulusal güvenlik meselesi olup olmadığı tartışmalı bir konuda Hükümetin sert yaptırımları gündeme getirmesi de sorgulanacak bir husustur. Bugüne kadar bölgesel krizlerde yaptırımlara AKP Hükümetlerinin – doğru olarak - başvurmaktan veya desteklemekten kaçındıklarını hatırlarsak, referandum özelinde yaptırımları IKBY için farklı kılan nedir? Konuşulan yaptırımlar, uygulandığı ölçüde iki tarafa da zarar verir. Türkiye’de ve bölgede daha derin bir toplumsal kırılmaya yol açar. Irak Kürtlerinin – ve Kürt yurttaşlarımızın – bakışlarını olumsuz olarak dönüştürür. Öte yandan, baskı ve yaptırımlar ABD ve Batı’nın duruma müdahale etmelerinin ve Iraklı Kürtlere bağımsızlık penceresinde daha fazla arka çıkmalarının yolunu da açar.
Bağımsızlığı kim destekliyor? Görünürde sadece İsrail var. Ancak İsrail’in arkasında hiç şüphe yok ki ABD bulunuyor. ABD’nin yeşil ışığı olmadan İsrail’in sahneye çıkması mümkün değildir. Ayrıca unutmayalım ki Suudi Arabistan’dan da önemli ağızlardan bağımsızlığa destek açıklamaları gelmiştir. Öte yandan, Saddam ve IŞİD’le mücadelede Irak ve Suriye’deki Kürtler dış dünyada yoğun ilgi ve itibar kazanmışlardır. Başkan Trump “Kürtlere özel sempati duyduğunu” bile söylemiştir. İzliyoruz ki Batı’da Kürtlerin bağımsızlığının zamanının artık geldiğini dillendiren değerlendirmeler çoğalmakta ve daha net ifadelerle açıkça desteklenmektedir. Rusya bile referandum sonrası daha yumuşak bir tavır takınmıştır. Üstelik kimseler yaptırımdan söz etmiyor. Ancak bu tablo Kürtleri fazlasıyla yanıltabilir. Zira Kürtlerin hiçbir zaman akıllarından çıkarmamaları gereken ve bildikleri bir gerçek vardır. O da arkalarında olduğunu düşündükleri dış güçlerin koşullar değiştiğinde kendilerini yalnız bırakmakta tereddüt etmeyecekleri gerçeğidir. Ortadoğu, dinamikleri ve dengeleri sürekli ve hızla değişebilen bir bölgedir.
Önümüzdeki dönemde ne beklemeliyiz? Top şimdi Irak’ın sahasındadır. Bağdat ile Erbil arasında görüşmeler başlayacak, iki taraf da müzakerelerin kopmaması için dikkatli davranacak, Erbil referandum sonuçlarının moral ve gücüyle, Bağdat da ülkenin tümünden sorumlu olmanın yetkisiyle masaya oturacaklar. Referandumun yarattığı sıkışıklık biraz zamana yayılarak hafifleyecektir. Bağdat’ın, Erbil’den taleplerinde ne kadar ısrarlı olacağı ise önümüzdeki günlerin havasını belirleyecektir. Bu vesileyle tarafların Saddam sonrası federal bir düzen üzerinde anlaşabildiklerini hatırlamakta yarar var. Demek ki tekrar anlaşabilmeleri yine imkân dâhilindedir. Öte yandan, şunu da önemle kaydedelim: Erbil ve Bağdat arasındaki diyaloğu sabote etmek ve dayatmacı bir tutum içinde olmak hepimize, fakat en fazla Kürtlere zarar verecektir. Bu nedenle başta Irak Kürtleri olmak üzere, bütün aktörlerin sorumlu, gerçekçi ve ölçülü davranmaları şarttır.
Türkiye ne yapmalı? Serin davranmalıyız. Kürt karşıtlığı üzerinden değil, Kürt kardeşliği üzerinden ve bölgemizin huzurunu önceleyerek siyaset ve strateji oluşturmalı, ağırlıklı olarak Irak’ın (ve Suriye’nin) toprak bütünlüğüne sahip çıkmalıyız. Öte yandan, “Irak’ın geleceğinin kararı Irak halkına aittir” anlayışla hareket etmeliyiz. Varacakları anlaşmaya saygılı olacağımızı ilan etmeliyiz. Çünkü komşu ülkeyi biçimlendirmeye kalkıştığımızda başımıza nelerin geldiğini Suriye’de gördük. Tahran ve Bağdat’la yaptığımız işbirliğinin de ülke ve bölge istikrarına yönelik olduğunu ve Kürt karşıtı bir cephe olarak algılanmaması gerektiğini anlatmalıyız. Unutmayalım ki bölge Kürtleriyle olumlu dayanışma ilişkileri kuramazsak, bölgemize yeni bir dış müdahalenin kapısını ne yazık ki kendi ellerimizle aralamış oluruz.
Sonuç olarak, Türkiye yeniden, bölgenin kaderine etki edebilecek bir noktadadır. Ağırlığını barış ve müzakerelerden yana koyarak Hükümetin savaş ve çatışma ihtimalini bertaraf etmesi mümkündür. İktidar yetkililerinden gelen çelişkili açıklamalar aslında bu konuda yeni bir politika oluşturma şansının sürdüğüne işaret etmektedir. Bu doğrultuda, gerginlikleri ve kırgınlıklarını artıran savaş ve tehdit söylemleri öncelikle sona erdirilmelidir. Ulusal çıkarlarımız ve bölge istikrarı için süratle barış ve müzakere esasına dayanan yeni bir yaklaşım oluşturmalıdır. Bunun için Ankara’nın, içeride muhalefet, dışarıda Bağdat ve Erbil’le iletişim kanallarını açık ve işler tutması önemlidir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da bir ara dediği gibi Türkiye olarak taraflara yardımcı olmaya çalışmalıyız. Bölge hepimizindir. Bölerek, bölünerek değil, birleşerek bir arada yaşamak daha akılcı, daha sağlıklıdır.