Irak’ta bir şövalye: Macron Kürtler için ne yapabilir? 

Macron bir yandan altyapı, elektrik ve petrol alanlarında yatırım projeleriyle ekonomik pastaya gözünü dikiyor diğer yandan Musul’da ibadet yerlerinin restorasyonuna teknik yardım sunulması, Ezidiler için sağlık-eğitim projelerinin geliştirilmesi ve geri dönüşlerinin sağlanması, IŞİD’le mücadelede Irak ordusu ve Peşmerge'ye desteğin sürdürülmesini içeren bir destek vaadiyle Fransa’nın rolünü büyütüyor.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Orta Doğu’nun herhangi bir köşesinde aniden belirdiğinde insanın aklına Bernard Henri Lévy’nin bir öncü kuvvet gibi Libyalılar, Suriyeliler ve Afganlarla münasebetsiz buluşmaları gelmiyor değil. Fransız müdahaleciliğini karikatürize ediyor: Herkesten önce, aceleyle, sonu getirilemeyen… Elbette bu sonuçsuzluk sonuçları olmadığı anlamında değil. Macron, Beyrut’taki korkunç patlamadan sonra Lübnan siyasetine dizayn vermek için ivedilikle enkazda belirdiğinde ergen bir Napolyon silüetiydi sanki. Dikte edici o ziyaretten bu yana Lübnan siyaseti kendi iç çelişkileri ve dış müdahalelerden mürekkep laneti aşıp yol alamadı.
Macron bu kez 28 Ağustos’ta Irak’ta arzı endam etti. “Beklenen adam” edasıyla. Altyapısı epey hazırlanmış bir programla. Beyrut’taki ziyaretle kıyas kabul etmez. Irak’ın birbirinin yüzünü görmez komşularını bir araya getiren Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı’nın kurucu organizatörü gibiydi. "Amerikalılar çekip gitse bile Irak’ın Afganistan gibi olmayacağının garantisi Fransa’dır" der gibiydi. Bir bakıma dedi de: “Amerikalıların seçimleri ne olursa olsun terör örgütleri saldırılarını sürdürdükçe ve Irak hükümeti bu desteği bizden istedikçe terörle mücadele için Irak’ta kalacağız.”
Bağdat’ta İmam Kazımî Camii’nde Şiilere, Musul’da IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi’nin halifeliğini ilan ettiği Büyük Nuri Camii’nde Sünnilere, Meryem Ana Kilisesi’nde Hıristiyanlara selam verdi. Bağdat’ta konaklamayıp Erbil’e uçtu; yeryüzünün laneti IŞİD’le savaştan beri enkaz halindeki Musul’a gitti.
Nobel Barış Ödülü sahibi Ezidi hak savunucusu Nadya Murad’la Bağdat’ta görüştü, Musul’da Ezidi acısına değindi ama biraz ötedeki Şengal’e gidemedi. İddia o ki Irak güvenlik birimleri Şengal ziyaretini Türkiye’nin operasyonları nedeniyle güvenli bulmadı ve Macron da ev sahibinin uyarısını dikkate aldı. 16 Ağustos’ta Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi’nin Şengal ziyareti sırasında Türkiye insansız hava aracıyla Şengal Direniş Birlikleri’nin (YBŞ) lideri Said Hasan Said ve yeğeni İsa Khededa’yı öldürmüş, ardından bir yaralının kaldırıldığı YBŞ’ye ait bir kliniği F-16’larla bombalamıştı. Macron, Bağdat’tayken basın toplantısında “Şengal istikrarsızlık ve çatışmaların gerçek bir kurbanı olmaya devam ediyor; güvensiz bir durumda çünkü bu bölge hem terörist faaliyetlerin hem de Türk ordusunun gerçekleştirdiği bombardımanların kurbanı” ifadelerini kullandı. Milis varlığı nedeniyle İran, PKK’ye karşı askeri operasyonlar nedeniyle Türkiye’yi iğneleyip “birkaç komşunun Irak’ı istikrarsızlaştırıcı müdahaleleri"nden bahsetti.
Musul’un ardından üç taraftan tehdidin her türlüsünü hisseden Kürdistan bölgesinde temaslarda bulunup güvenceler verdi. Kürtler arasında dillendirilen bir iddiaya göre Macron, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mesud Barzani ile görüşmesinde eski hataların tekrarlanmayacağını söyledi. Yalın haliyle Kürtlerin yalnız bırakılmayacağı mesajı verdi.


***
Macron bir yandan altyapı, elektrik ve petrol alanlarında yatırım projeleriyle ekonomik pastaya gözünü dikiyor diğer yandan Musul’da ibadet yerlerinin restorasyonuna teknik yardım sunulması, Ezidiler için sağlık-eğitim projelerinin geliştirilmesi ve geri dönüşlerinin sağlanması, IŞİD’le mücadelede Irak ordusu ve Peşmerge'ye desteğin sürdürülmesini içeren bir destek vaadiyle Fransa’nın rolünü büyütüyor.
Fransa, 2003’de Irak’ın işgaline karşı çıkan bir NATO üyesiydi. Jacques Chirac’ın özel hassasiyetine bağlı bu ayrıksı duruş, Irak özelinde Fransa’yı ABD’den biraz farklı bir yere oturtuyor. Fransa, yıl sonuna kadar muharip güçlerini çekmeyi planlayan ABD’den boşalacak çatlaklara şimdiden sızıyor. Bunu ABD’ye rağmen değil tam tersine NATO ortaklarını daha fazla sorumluluk almaya davet eden Biden yönetiminin biçtiği misyona uygun olarak yapıyor.
ABD’nin çekilme stratejisinin alacağı boyut Kürtlerde kaygı nedeni. Bunları yeniden hatırlatmakta fayda var:
- Türkiye bir taraftan askeri operasyonlar için üs alanlarını genişletirken Kürdistan’da da gelecek kaygısı yaşatıyor. Operasyonların PKK’yle savaş hedefini aştığını ve Kürdistan’ın geleceğini tehdit eder hale geldiğini düşünenler az değil.
- Diğer taraftan Ovaköy’den ikinci kapı açma planıyla çoklu bir hedef güdülüyor. Habur kapısına birkaç km. ötede alternatif olarak Ovaköy/Fişhabur kapısı Kürdistan’ı ekonomik olarak vuracaktır. Ovaköy’den Musul’a inecek yol hem yeni Osmanlıların hayalinde sarkıt gibi duran Musul’a hızlı erişim sağlayacak hem de Rojava ile Irak Kürdistan’ı arasına bir ‘güvenlik tamponu’ gibi girecektir. Bu perspektif hem Kürdistan hem de Irak’ın siyasi unsurlarını geriyor. O yüzden Bağdat da Türkiye’nin Musul bağlantılı tekliflerini rafta tutuyor.
- Bu meselenin bir de İran tarafı var. Öteden beri Kürdistan’ın Süleymaniye kanadında etkili olan İran, 2017’den bu yana Haşd el Şaabi içindeki unsurları kullanarak Kerkük ve Musul hatlarında da kendini artan oranda hissettiriyor. ABD’nin Irak’taki üsleri boşaltırken Kürdistan tarafına ağırlık vereceğine dair öngörüye karşı da İran ‘tehditkâr’. Genel olarak da İran, Irak üzerinden Suriye ve Lübnan’a uzanan bağlantıyı kesintisiz kılmak için Amerikan çıkışına oynuyor.
Kürtlerdeki korkunun özeti; ABD tamamen çekilirse Irak’ın Osmanlı-Safevi kapışmasına benzer bir Türk-Fars rekabetinin ortasında kalacağı ve sonunda federasyon statüsünü de kaybedeceği yönünde. O yüzden de Kürtlere dostluğuyla bilinen Fransa’nın rolünü büyütmesini değerli buluyorlar. Bu arada 1988’de Halepçe katliamı sonrası Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın eşi Danielle Mitterrand’ın Kürtlere yardıma gelmesini, 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nden ‘uçuşa yasak bölge’ kararının çıkmasında Fransa’nın etkili olduğunu, 1992’de Kürdistan yönetiminin oluşumuna destek verdiğini, Elysee Sarayı’nın kapılarının Kürt liderlere açık tutulduğunu, 2017’de Türkiye, İran ve Irak ortaklığında sonuçsuz bırakılan bağımsızlık referandumunun ardından Bağdat’la ilişkilerin yeniden başlamasına aracılık ettiğini hatırlatalım. 

***
Fransa nükseden kaygılar üzerinden sörf yapıyor. Kürtler açısından birkaç soru önem kazanıyor: ABD askeri, istihbarat ve diplomatik unsurlarıyla sahada tam tekmil bulunduğu dönemlerde Türkiye ve İran’ın önünü alacak bir pozisyon oluşmazken Fransa neyi nasıl değiştirecek? Paris’in Kürtlere ilgisinde Mitterand’dan bu yana bir kesintisizlikten söz edilebilir. Bunun BM ve AB düzleminde de Kürtler açısından getirileri çok oldu. Fakat coğrafyanın zorlayıcı faktörleri değişmediği gibi bugünkü tabloda Kürt kırılganlığını artıran birçok mesele, Kürtler arası iç kavgalardan kaynaklanıyor. Sözgelimi Macron, Erbil’deyken Süleymaniye’de Bafel Talabani ile Lahur Cengi Talabani arasındaki kavgayı sonlandırmaya dönük bir Amerikan girişimi sahneleniyordu. İşin içinde Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Abdi de vardı. Hemen öncesinde benzer bir girişim İranlılardan geldi.
İç çekişmelerin yön verdiği bu Kürdistan yönetiminin oluşum sürecinde liderler dış ilişkileri biraz da kendi kişisel pozisyonlarını güçlendirmek için kullanıyor. Bu durum dışardan müdahaleleri de kolaylaştırıyor.
Amerikan faktörü devrede olmadan Fransa’nın sahada ya da uluslararası alanda tek başına durumu değiştirmesi zor. Suriye’den YPG-YPJ ve PYD temsilcileri de birkaç kez Elysee Sarayı’nda ağırlandı. Bu, Kürtlere Avrupa’da bazı kanalların açılmasını kolaylaştırdı. Fakat nihai tabloda desteğin sınırları belli, hedefi de çerçeveli: Mevcut statüyü korumak yani Irak Anayasası’nın çizdiği çerçevedeki hakların aşınmasını önlemek, komşu baskısını minimize etmek. Bunun ötesinde ne Amerikan ortaklığı ne de Fransız dostluğu Türkiye’nin askeri harekatlar geliştirmesini ya da İran’ın sofistike müdahalelerini engellemiyor.
Beri taraftan ABD’nin Afganistan’da yaptığını Irak’ta tekrarlayamayacağına dair mesajlar da geliyor. Orta Doğu’da askeri açıdan profili küçültme hedefi güdülse de Amerikan dizaynı unsurları her daim devrede olacak. Özellikle İran’ı sınırlamak, İsrail’in güvenliğini temin etmek Amerikan önceliği olmaya devam ederken Washington, bölgeyi siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri eğitim ve teknik destek programlarıyla yoğurmaktan geri durmayacak. Bu arada Fransa bölgeye en aşina NATO ve AB üyesi olarak Amerika’nın yeniden tasarlanmış müdahale planlarında şövalyelik yapacak.  

Tüm yazılarını göster