Irak’ta hükümet savaşları

Bölünmelerde bu defa göze çarpan şey, bölünmenin Iraklı önde gelen siyasi şahsiyetler arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanmıyor oluşu. Önemi açısından vurgulamak gerekir, Maliki’nin Sadr ya da İbadi ile olan anlaşmazlığı ve ilişkisi, program ve ilkeler üzerinde odaklanıyor. 

Abone ol

Mervan Kabalan*

Parlamento seçimlerinden dört ay, sonuçlarına ilişkin yaşanan tartışma ve kavgalardan ise hemen sonra yeni Irak Parlamentosu, Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı’nı seçmek ve anayasaya göre bir sonraki hükümeti oluşturma görevini üstlenecek en büyük koalisyon grubunu belirlemek için bir araya geldi. Meclis oturumu, adayların isimleri ve en büyük koalisyon grubunun hangisi olduğu noktasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle tamamen başarısız olmasına rağmen bu, Irak’ın tanık olduğu siyasi hareketliliğin önemini azaltmış değil. Şayet işler rayında giderse, bu süreç iki büyük sonuca yol açacak: Birincisi, Amerikan işgalinin mezhebî kontenjan esasına göre kurmuş olduğu siyasal sistemin karakteristiğinde bir değişim yaşanacak. Bu değişim de tamamen Irak’ın kendi dinamiklerinden yola çıkan, Amerikan ve İran nüfuzuna aynı anda mesafeli, milli siyasi hattın ortaya çıkışına yol açacak.

Irak’taki siyasi hareketlilik konusundaki ilk değerlendirmeler, mezhep temelli koalisyonlar döneminin artık sona erdiği yönündeydi. Nitekim Davet Partisi önderliğinde 2005 yılından beri ülkeyi yöneten ve Nuri el Maliki’nin birinci ve ikinci döneminde (2006-2010 ve 2010-2014) giderek yerini sağlamlaştıran Ulusal Koalisyon (Şii) çöktü, yerine iki büyük koalisyona bölünmüş siyasi güçlerin oluşturduğu grup ortaya çıktı. Birincisinde Kanun Devleti (Nuri el Maliki-Hadi el Amiri) koalisyonu bulunurken ikincisinde Mukteda Sadr liderliğindeki “Sairun” , Başbakanlık dönemi sona ermiş bulunan Haydar İbadi’nin liderliğini yaptığı “Nasr” grubu ile Ammar el Hakîm liderliğindeki Hikmet Partisi bulunuyor. Bu sadece Şii siyasi güçler için geçerli olan bir şey değil, aynı zamanda Sünni siyasi güçler için de geçerli. Şöyle ki Irak Parlamentosu eski başkanı Üsame Nüceyfi başkanlığındaki “Karar” grubu, Sadr-İbadi-Hakim kampına katılmayı tercih ederken, yine “Karar”ın diğer kanadını temsil eden iş adamı Hamis el Hancer başkanlığındaki grup ise Maliki kampına katılmayı seçti.

AYRIŞMALAR MEZHEP DEĞİL SİYASİ TEMELLİ

Bu defa bölünmelerde göze çarpan şey, bölünmenin Iraklı önde gelen siyasi şahsiyetler arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanmıyor oluşu. Önemi açısından vurgulamak gerekir, Maliki’nin Sadr ya da İbadi ile olan anlaşmazlığı ve ilişkisi, program ve ilkeler üzerinde odaklanıyor; özellikle de Irak’ın kimliği, bölgesel konumu, bağımsız karar alma mekanizmaları, bölgede meydana gelen eksen savaşlarına ilişkin konular.

Art arda gelen düş kırıklıklarına rağmen yine de hızlı sonuç çıkarma ve yargılardan kaçınılması gerekiyor. Ancak açık olan bir şey var ki o da bugün Irak’ta yaşananların mezhep temelli (Şii-Sünni) bağlamdan iki kampın birbiriyle karşı karşıya geldiği siyasi bir bağlama kaymış olması. Bu kamplardan birinin İran’la güçlü bağları bulunuyor, hatta Velayet-i Fakih’i otorite olarak kabul etme çizgisinde ona tam bir bağlılıkla belirginleşirken, ulusal sınırları aşan şekilde İran’ın önderlik ettiği Şii siyasal perspektifine iman ediyor. İkinci kamp ise İran’ın ülke üzerindeki hegemonyasından kurtulmayı, Irak’ın ulusal çıkarlarının, ulusal kimliğinin ve Arap kültürüne bağlılığının altını çizen Iraklı sivil Şii ve Sünni siyasi güçlerden hiç de hafife alınamayacak unsurları içeriyor. Bu unsurların ille de İran’a düşman olması gerekmiyor.

EGEMEN GÜÇLER DE OYUNUN İÇİNDE

Tabii, bu iki kamp arasındaki çekişmeyi tamamen sona erdirmek, İran’la ABD ve Türkiye arasında bölünmüş olan Kürt siyasal güçlerinin bu kampa yönelik tutumunu ortaya koymadan mümkün değil. Ancak Kürtler şu ana kadar merkezi yönetimle olan ilişkilerinde bazı özel taleplerinin yerine getirilmesi dışında başka bir şeye önem veriyormuş gibi görünmüyorlar. Bu yüzden şu aşamada iki büyük kamptan birine katılma gibi bir tercih içerisinde olmadılar, daha çok, her iki kampın kendilerine vereceği en büyük yazılı tavizi koparmayı beklediler. Bu, Kürtlerin, 2014 yılında Maliki döneminde, Kürdistan’ın maaşlarının kesilmesiyle sonuçlanan, 2017’de yapılan referandumu iptal eden İbadi’yle yaşadıkları acı tecrübeden kaynaklandı.

Her halükârda Iraklı siyasal güçlerin bağımsız ulusal kararı elde etmesi kolay olmayacak. Zira İran son yirmi yıl içerisinde yatırımını Irak’ın zayıf ve kendisine bağımlı kalması üzerine yaptı. İran biliyor ki Irak, özellikle Amerika’nın kuşatma ve ambargo politikalarının geri dönmesiyle birlikte daha büyük önem kazanacak. Hatta İran, görünüşe göre Irak’ı Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi güvenlik ve savunma stratejisinde üçüncü cepheye dönüştürmek istiyor. Medyada çıkan haberlere göre İran, Haşdi Şabi militanlarını bazılarının menzili 700 km’ye varan füzelerle donatmış durumda. Bu, Irak’ın bağımsızlık savaşının daha zor ve aynı zamanda bir an önce hayata geçirilmesi gereken bir husus olduğunu ortaya koyuyor.

*Merkezi Doha’da bulunan Arap Siyasi Araştırmalar ve Çalışmalar Merkezi Genel Direktörü

Yazının aslı Al Araby sitesinde yayınlanmıştır (Çeviri İslam Özkan)