ABD Başkanı Trump’ı Kasım Süleymani’ye suikast düzenlemeye iten en büyük faktör, belki de ülkesinin 1979’da rehine kriziyle yaşadığı ve bir kez daha tekrarlanması durumunda kendisi için büyük bir handikaba dönüşecek travmaydı. O dönem yaşanan kriz, sadece ABD ile İran arasındaki fay hattında büyük yarılmalara yol açmakla kalmamış, ABD’nin prestijini derinden sarsmış ve bu süreç, yaşanan krizi askeri yöntemlerden çok diplomasi yoluyla çözme niyetindeki dönemin Başkanı Carter’ın kariyerini yerle yeksan ederek siyasi hayatını trajik bir şekilde sonlandırmıştı.
Muhtemelen Süleymani suikastına ilişkin nihai karar alırken Trump’ın zihninin arkasında, 1979’da yaşananlar ve Jimmy Carter’ın başına gelenler vardı. Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerine İran karşısında ABD’nin silkelenmesine seyirci kalmış, ezik bir başkan olarak girmesi, Trump açısından siyasi intihar olurdu. Büyük ihtimalle danışmanları ona bu tarihi olayı hatırlatarak Bağdat Elçiliğinin İran’ın bölgesel müttefiki Haşdu’ş Şabi güçleri tarafından talan edilmesine göz yummasının kendisi açısından büyük bir faciaya yol açacağını dile getirerek onu uyarmıştı. Misilleme, salt ABD’nin itibarına yönelik bir hareket olarak kalsa belki Trump açısından katlanılabilir bir şey olabilirdi, ancak mesele doğrudan kendi siyasi kariyeriyle ilgili olunca buna göz yumması, siyasi kariyerinin vahim bir olayla noktalanmasına müsaade etmesi demekti.
Çatışmanın diğer boyutundan ise İran, Kasım Süleymani suikastının ardından artık hesaplarını Trump’ın gidişini hızlandıracak şekilde yapmak zorunda olduğunu fark etti. Bu nedenle suikasta misilleme yapmama gibi bir seçeneği yoktu. Ancak içeride protesto gösterileri dışarıda ise ABD saldırısı nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan ülke, misillemesini kapsamlı bir savaşa yol açmayacak ancak Trump’ın gidişine katkıda bulunacak şekilde yapmalıydı. Zira Trump'ın görevde kaldığı sürece benzeri birtakım maceralara girmemesini kimse garanti edemezdi. Kasım Süleymani’ye denk ABD’li bir yetkiliye düzenlenecek bir misillemenin planlaması aylar süreceğinden, İran açısından en uygun tercih, kısa ve orta vadeli politikalarına oldukça uygunluk arz eden Irak’taki üsleri vurma olarak belirdi.
Peki İran’ın Aynü’l Esed üssünü balistik füzelerle vurması Trump’ın gidişini hızlandıracak bir etkiye sahip mi? Görünürde bu misillemenin Amerikan kamuoyunda Trump’a ilişkin sempatiyi bütünüyle bitirecek ya da ona karşı oluşmuş antipatiyi güçlendirecek bir etki yaptığına dair bir emare görülmüyor. Ancak yine de İran’ın bütün seçenekleri tükenmiş değil. Örneğin Irak Parlamentosu'nun Amerikan güçlerinin ülkeden çekilmesiyle ilgili aldığı kararın bir benzerinin başka bölgesel aktörler tarafından alınması ya da ABD başkanlık seçimlerine yakın bir dönemde müttefik güçler üzerinden ABD’yi bölgeden çekilmeye zorlayacak strateji çerçevesinde yapılacak yeni bir misilleme… Bütün bunlar, Trump’ın siyasi kariyerini bitirecek aşamalı bir sürecin basamaklarından biri olabilir. Bu nedenle İran’ın bundan sonraki stratejisinin Trump’ı mümkün olan her yolla itibarsızlaştırmaya dönük bir çerçevede şekilleneceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Ancak İran’ın bu stratejisinin önündeki en büyük engel yine İran’ın kendisinin işlediği büyük bir hata oldu. Halbuki, Kasım Süleymani suikastına yaptığı misilleme, tarihte ABD saldırısına, ilk kez Amerikan üssünü vurarak karşılık veren bir ülke olarak tarihe geçmiş ve itibarını oldukça artırmıştı. Ancak Ukrayna Havayolları’na ait sivil uçağın düşürülmesi, içeride suikast sonrası birbirine kenetlenmiş İran halkında şüphe tohumlarının yeniden filizlenmesine ve gösterilerin tetiklenmesine yol açarken bölgesel ve küresel ölçekte elde etmiş olduğu prestije de gölge düşürmüş oldu. Uluslararası kamuoyuna, kendi halkına ve bölgesel müttefiklerine zafer mesajları vermeye hazırlanan İran, yanlışlıkla düşürülen sivil uçak nedeniyle büyük bir itibar kaybı ve moral bozukluğu yaşadı.
İranlı yetkililer, düşürülen uçağın alt düzeyde bir insan hatası nedeniyle olduğunu belirtti ve ABD ile ciddi bir çatışmanın eşiğinde olmanın yol açtığı teyakkuz nedeniyle aceleci davranan bir askeri yetkilinin böyle bir faciaya yol açtığını açıkladı. Hava sahasının kapatılmamasının vahametini geçtik, birçok alanda kurumsallaşmış bürokrasiye sahip bir ülkenin, askeri bir hedef olduğu varsayıldığında dahi büyük bir sorumluluk gerektiren bir eylemle ilgili karar mekanizmasını üst düzey denetime açmaması anlaşılır gibi değil. Dünyanın hiçbir ülkesinde bildiğim kadarıyla böylesi yüksek sorumluluk gerektiren bir eylem, bir kişinin kararına bırakılamaz. Bırakılmamalı.
İran’ın bu yaşananlardan ders çıkartıp stratejik kararların, farklı sorumluluklar demetinden oluşan geniş bir karar alma mekanizması, uzmanlar ve hatta siyasilerle paylaşılmasını beraberinde getirecek yeni bir sistemi behemehal oluşturması gerekiyor. Aksi takdirde yeni faciaların yaşanılması kaçınılmaz.
ABD’nin Süleymani suikastıyla dünya kamuoyuna vermek istediği mesaja gelince, burada nokta atışı yapabilme ve yüksek isabet oranına sahip silahlarıyla ilgili bir şovdan söz edilse de bundan da önemlisi, Süleymani’yi öldüren füzenin ateşlenmeden önceki istihbarat akışı ve GPS teknolojilerinin sağladığı gözetleme sürecidir. Zira, en büyük yatırımlarını askeri alana yapan ve sahip olduğu askeri teknolojiyle diğer güçlerden ayrışan küresel bir gücün yüksek isabet kaydeden füze teknolojisine sahip olması, yeni bir bilgi değil. Asıl stratejik olan, Süleymani’nin Şam’dan Bağdat’a geçişinin anbean takip edilmesini sağlayan uydu teknolojisi takip sistemi ile bu suikastı işlemesini mümkün kılan geniş istihbarat ağı görünüyor. Tabii MOSSAD’ın da devrede olduğu ve Şam’daki ajanlarından aldığı bilgiyi ABD ile paylaştığı hesaba katıldığında bu durum, İsrail’in küresel ölçekte gördüğü işlevsellik ve oynadığı rol açısından dikkat edilmesi gereken ayrı bir boyutu oluşturuyor.
Nihayet ABD ile İran arasında son süreçte yaşanan gerilim, ABD’nin İran’ın misillemesi karşısında geri adım atması, Körfez ülkelerinin durumdan vazife çıkarmasına ve bir rüyadan uyanışına yol açabilme potansiyelini içinde barındırıyor. Batılı medya kaynakları, ARAMCO tesislerinin Husilerce değil İran Devrim Muhafızları'nca vurulduğunu doğruya en yakın bir şekilde ifşa ettiğine göre, bu operasyon aslında, bölge ülkelerini himaye edeceği varsayılan ve bölgesel güvenlik sisteminin kendi askeri gücü üzerine kurulu olduğu ABD açısından büyük bir güvensizliği beraberinde getirmiş durumda. S. Arabistan’ın petrol üretimi, bu saldırıyla çok büyük bir darbe almış, buna karşın ABD, Suudileri korumak bir yana saldırının kimler tarafından gerçekleştirildiğini aylar sonra ancak yeni tespit edebilmişti. Bu durum, elbette Körfez ülkelerinin şu ana kadar kendisini bölgesel düşmanlarından ve saldırılardan koruyabileceklerini düşündükleri ABD ile olan güvenlik karşılığı petrol sistemini gözden geçirmelerine, on yıllar boyunca trilyonlarca dolara varan kaynak aktarımını yeniden değerlendirmeye tabi tutmasına yol açacaktır. Hatta bu, biraz da rasyonel tercihlerde bulunması gerektiği varsayılan dünyanın herhangi bir aktörü için zorunlu bir durum gibi görünüyor.