Bir film festivaliydi. Almanya’nın bir şehrinden diğerine gidiyorduk. O tarafa giden bir araba ayarlamıştı arkadaşlar. Bir İranlı Azeri. Asaf’dı adı. Galiba. Bir şeyler konuşmalıydık. İki kişi bir yolda sohbet etmelidir, yoksa buna yolculuk denmez ki. Ancak toplu taşıma çıktıktan sonra, insanlar bir yerde hiç konuşmadan yan yana durmaya başladılar, diyordu Walter Benjamin. O kadar kişi, aynı metal kutuda kilitli bir yabancılaşma konservesi gibiydi. -"Kilitliyseniz, onun içeriden ya da dışarıdan olması fark etmez", bu da Mülksüzler’den- Henüz 20'nci yy başıydı halbuki Benjamin bunu söylerken. Bu günleri görseydi intihar ederdi! Yan yana ve arka arkaya dizilmiş, oturmuş ve ayakta yüzlerce kişi, çok kalabalık ve çok yalnız. Ve hepimiz telefonlarımızla baş başa, tek kişilik hücreler avuçlarımızda sanal bir kalabalık ve gerçek bir yalnızlık arasında mesut ve bahtiyarız…
Türkçe konuşuyorduk ve belki Azerice demeli. Ortaya karışık işte. Arjantin’den Brezilya’ya geçince ilk hafta ‘Portanyal' konuşuyorsun sen, diyorlardı bana, Portekizce-İspanyolca karışık. Onun gibi bir şeydi işte. İran’ı anlatıyordu. "İran’da pek bir şey değişmedi aslında" diyordu. "Biz eskiden çayırda arak içer, evde ibadet ederdik, şimdi evde arak içip, çayırda ibadet ediyoruz…"
Ev partileri ve mesela ev yapımı araklar çok meşhurdu İran’da. İktidar eğlenceyi, keyfi imha edemedi. Hayat evlerin kutsallığına sarılıp, illegale geçti. Yasak tadıyla beslenince daha da çekici geliyordu, özellikle gençlere. İktidar bunu hiç bilmiyor değildi tabii ki ama insanlara hareket edebilecek alanlar bırakma zekasına sahipti. Persler uzun yıllar iktidar sahibidirler ve bazı şeyleri ifade etmeseler de bilebilirler.
Alman otobanlarından biriydi. Ağaç fonlu asfalt grisi, 180-200 kilometre hızla akan yeşil. Ve hiç farkına varmadan sarf olup giden hayat gibiydi otoban. "Halkın Fedaileri’nden misin?" diye sordum doğrudan. 1980 yılında iltica ettiğini biliyordum sadece. Halkın Fedaileri şahı yıkan devrimci hareketlerden biriydi. Sonra Humeyni iktidarı onları da yok etti. Sovyetler'in sadece ABD karşıtı olmak üzerine kurulu, dış politikasının meyvasıydı bu. En son Meksika’da rastlamıştım bir tanesine. Zapatistaları ve İran devrimini konuşmuştuk. Çantasında bir hamak taşıyordu sadece. Bu yüzden sevmiştim onu. Asaf ilk defa gözünü yoldan ayırdı şöyle bir bana baktı. Bir şey demedi hiç. Israr etmedim. Hiçbir şey dememek de bir cevaptır tabii ki.
"Herkes İran filmlerininin ne kadar güzel olduğunu konuşuyor" dedi Asaf daha sonra. "Ne kadar iyi oyuncular var diyorlar. Tabii ki böyle olacak. Bütün İran halkı rol yapıyor yıllardır. Bu yüzden İran sineması çok başarılıdır. Kimi tutsan iyi oyuncudur zaten…"
Ağaç fonlu asfalt grisi, 180-200 kilometre hızla akan yeşil. Ve hiç farkına varmadan sarf olup giden hayat gibiydi otoban.