İran’ın 42 yılı: Bir hiç, iki devrim, üç adam (3)

İki hafta önceki Bakanlar Kurulu toplantısında Hasan Ruhani, “İmam Humeyni’nin ülke geleceğine dair bütün tahminleri doğru çıktı” dese de ülke, İmam Humeyni’nin Beheşti Zehra’daki konuşmasında vadettiği bir ülke olmaktan çok uzaktadır. Bugün hangi İranlıya geleceğe dair ne hissediyorsunuz diye soracak olursanız muhtemelen İmam Humeyni’nin kırk iki yıl önce uçakta gazeteciye verdiği o cevabı verecektir: Hiç!

Abone ol

Veysel Başçı*

2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rafsancani gibi güçlü bir adayın karşısına Mahmud Ahmedinejad gibi küçücük bir adam çıkmıştı. Tahran Belediye Başkanı iken elindeki sefer tasıyla yoksul kitleleri temsil ettiği söylenen bu adam, Rafsancaniye de onun temsil ettiği reformistlere de kafa tutuyordu. Sandıkların açılacağı akşam, uyumadan önce herkes birbirine Talut ile Calut kıssasını anlatacaktı. Hatemi’ye cumhurbaşkanlığı kazandırmış Rafsancani’den rövanş, Ahmedinejad ile alınmıştı. Ahmedinejad’ın gelişi, zenginleşerek dünyevileşmenin tadına ve keyfine varmış reformistlerin konforuna atılmış bir çizikti. Büyük bir yenilgiydi onlar açısından. Rafsancani derin bir sessizliğe bürünecekti bir süre.

Mahmud Ahmedinejad

Cumhurbaşkanlığının birinci döneminde, Ayetullah Hamanei’in şahsi ve kurumsal her türlü desteğine sahip Ahmedinejad, bir “Melicek” olarak görülüyordu artık. Melicek, Kaçarlar döneminde Nasıreddin Şah’ın sarayına ve himayesine alarak her türlü imtiyazla donattığı küçük, şımarık bir çocuğun adıydı. Bu küçük şımarık çocuk her fırsatta Rafsancani ailesiyle ve onların siyasetteki uzantılarıyla uğraşmayı sürdürüyordu. Derken 2009 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları tartışmaları da beraberinde getirmişti. Rafsancani’nin desteğine sahip cumhurbaşkanı adayı Mir Hüseyin Musevi’nin destekçileri, Mehdi Kerrubi ve taraftarlarıyla birlikte seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle ülke çapında sokaklara dökülmüştü. Ayetullah Hamanei, İran’ın yeşil tonlu kadife bir devrimle karşı karşıya olduğunu belirterek, Ahmedinejad’a desteğini daha yüksek perdeden dile getirme ihtiyacı duymuştu. Bunu duyururken Rafsancani ile fikir ayrılıklarını da açıkça ilan ediyordu artık. Kendisiyle yaşadığı bu fikir ayrılıklarının, İCP dönemlerine kadar gittiğini söylüyordu. Cuma hutbeleri, birer hafta arayla iki farklı cenahın “takva dışındaki” her türlü tavsiyelerine şahit olmuştu. Bu arada sokaklara dökülen halkın sesi, erken öten horoz misali bastırılacaktı. İran halkı, talihsiz tarihinde birçok kez yaptığı gibi, taleplerini erken dillendirmişti. Bu erken hareketinin bedelini de fena ödeyecekti. Arap Baharı'ndan önce sokaklara dökülmüş olmak, İran halkına aradığı uluslararası desteği kazandırmadığı gibi, bu desteğin bir tek ABD’den gitmesi, süreci halkın aleyhine döndürmeye yetmişti. Protestolar esnasında, son cuma hutbesine çıkan Rafsancani, rakiplerini üstü kapalı uyaracaktı. Bu son cuma namazının marjında, yeşil hareketi simgeleyen bileklikleriyle genç kızlar da hazır bulunmuştu. Ellerinde pankartlar, Haşimi’ye destek için gelmiştiler. Müesses nizamı fazlasıyla rahatsız eden görüntüler ortaya çıkmıştı. Sisteme sahip çıkma konusunda rakibine akıl mı verdiği yoksa meydan mı okuduğu belli olmayan bu tarihi hutbede Rafsancani’nin söyledikleri rejimin vesayet kurumları tarafından bir tehdit olarak algılanmıştı. Sokaktakiler ise bunun cesur bir çıkış olduğu kanaatine varmış olacak ki 1999’da aleyhine slogan atan öğrenciler bu sefer, “Haşimi oylarımızı geri al!” diye bağırarak bir nevi bizi kurtarsan sen kurtarırsın sloganları atmıştılar.

Ancak o son cuma hutbesi Rafsancani’ye pahalıya mal olacaktı. Ailesi ve kendisi, kırmızı çizgiyi aşmıştılar. Sadece kırmızı çizgiyi değil, o çizgiler içindeki yasak bölgeye girmiştiler. Cumhurbaşkanlığı sırasında birçok kez suikasta uğrayarak canını kurtarmış sistemin o derin adamı, itibar suikastlarıyla karşı karşıya kalmıştı. Halkı isyana teşvik ediyor gerekçesiyle yıllardır etkin olduğu kurumlardan birer ikişer tecrit edilecekti. Radyo ve televizyonlara bile çıkarılmıyordu. Öte yandan devrim karşıtlarının yıllarca içerideki ve dışarıdaki siyasi suikastlardan sorumlu tuttuğu bu kişi, artık adaletsizliğe karşı çıkan cesur bir halk adamı olup çıkmıştı. Orta yerde kıblesini şaşırmış birilerinin olduğu bir gerçekti.

Ahmedinejad ise ikinci cumhurbaşkanlığı döneminin ikinci yılından itibaren artık kontrolden çıkma sinyalleri veriyordu. Günden güne artan ekonomik krizlerle birlikte Ayetullah Hamanei ve gelenekselci muhafazakârların kavgası başlamış, kılıçlar çekilmişti. “Cumhurbaşkanı benim ama benim üzerimde hesap vermem gereken on iki ayrı devlet kurumu var, bu nasıl bir sistem” diyen Ahmedinejad isyan ediyordu. Şikayet ettiği bu durumu, kendisiyle görüşen üst düzey yabancı devlet adamlarına söylemekten de çekinmiyordu. Ahmedinejad yanlıları ile muhafazakarlar arasındaki sert çekişmeler devam ederken Rafsancani, düştüğü yerden kalkmanın, 2013 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hesaplarını yapmaya başlamıştı bile. 2013 yılında cumhurbaşkanlığına tekrar aday olmuştu. Adaylığı, Anayasayı Koruma Konseyi tarafından veto edilince pes etmemişti. Oyunu ben kuramayacaksam, kendi oyuncumu sahaya sürerim diyerek, çoğunluğu kendisine bağlı teknokratlardan oluşan Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi'nin “Diplomat Şeyh” lakaplı sekreteri Hasan Ruhani’yi desteklediğini açıklamıştı. Ruhani’nin seçimi kazanması, Rafsancani’nin rakiplerine “buradayım” dediği bir galibiyetti. Ayetullah Hamanei’in şahsında özetlenen müesses nizam isterse ona bu galibiyeti tattırmayabilirdi ancak nükleer görüşmelerin odağında olduğu dışarıdaki işler için deneyimli, kendisi gibi pragmatist bir diplomata ihtiyaç duyulmuştu.

Hasan Ruhani

Ve 8 Ocak 2017’de İran devrim tarihine pragmatist kişiliği, etkili stratejileriyle damgasını vurmuş o Rafsancani, kameraların kapalı olduğu, korumalarının yanında olmadığı saunalı küçük bir yüzme havuzunda kalp krizi geçirerek hayatını kaybedecekti. Kaderin cilvesi o ki Kaçarlar döneminin ıslahatçı sadrazamlarından Emir Kebir de bir hamamda hayatını kaybetmişti. İkilinin ölümü bu açıdan benzeşiyordu. Rakipleri tarafından defalarca düşürülse de her defasında ayağa kalkarak meydan okumuş bu siyaset dehasının cenaze merasimine devletin bütün kurumları katılacaktı. Ne de olsa ölen devrimin başat aktörlerindendi. Cenaze namazını da elli dört yıllık dava arkadaşı ve rakibi Ayetullah Hamanei kıldırmıştı. Cenaze namazını kıldırdığı her mevtaya, Arapça “Allah ecrini artırsın” diye dua eden Dinî Lider Hamanei, bu sefer önündeki tabutta yatan siyasi rakibini, “Allah taksiratını affetsin” duasını tam dokuz kez tekrar ederek ahirete uğurlayacaktı. Böylelikle İran siyasetinde bir dev(r)in dosyası kapanmıştı.

İmam Humeyni ve Rafsancani’nin ölümünden sonra geriye, bu yazının konusu olan üç adamdan sadece birisi kalıyordu. Dini lider Ayetullah Ali Hamanei. Ayetullah Hamanei, devrimin öncü kadro kuşağının son temsilcilerinden olarak hâlâ ülkesinin tartışmasız ve rakipsiz tek lideri olarak görevinin başındadır ve ülkesini kendi idealleri doğrultusunda yönetmeye devam etmektedir. Bir referandum şartıyla dini lider seçilmiştir ancak o referandum hiçbir zaman yapılmadığı gibi süreç içerisinde yetkileri ve nüfuzu daha da artırılmıştır. İran’ın yapısal siyasî hiyerarşisinde, “dinî liderlik makamı”, sahip olduğu ultra yetkilerle durdukça, İran’da cumhurbaşkanlığı koltuğunda reformist ya da gelenekselci fark etmez, kimin oturacağının miskâl-i zerre önemi yoktur. Çünkü ülkeyi ilgilendiren hiçbir önemli meselede cumhurbaşkanı karar alıcı değildir. Bakanlar Kurulu da Çinli şirketlere ihale edilen otoban projelerini takip etmek için vardır sadece.

Bugün İran ve uluslararası siyasî arenada, Ayetullah Hamanei’in ilerleyen yaşını görenler, ondan sonraki dönem için çeşitli ihtimal senaryolarını konuşmaktadırlar. Kader ne gösterir, Hamanei sonrası İran’da güç dengeleri nasıl şekillenir bilinmez ama altan alta Hamanei’in yerine kimin geçeceği hususunda bazı kişilerin ismi telaffuz edilmektedir. Gerçi Hamenei dini lider olduğu günden beridir yerine geçeceklerin listesi hiç eksik olmamış, her defasında bu sefer kesin zarları atılmıştır ama olsun! Hamanei’in halefleri için papatya fallı tahminlerde adı geçen üç kişiden biri tabii ki dini lider seçilebilir. Belki de daha önce iki kez gündeme getirilmiş konsey tartışmaları yeniden gündeme gelebilir. Adı geçen üç kişinin tamamı, yanlarına birkaç kişi daha eklenmek suretiyle dini lider(ler) yapılabilir. Bunlar hepsi ihtimal dahilindedir. Hamanei sonrası ülkenin, adı dini kendi dünyevi olan bu makamına kimin ya da kimlerin oturacağına dair fikir yürütmek ise şimdilik kehânet olur. Lakin bu makama hangi isim, hangi kişi ya da kişiler gelirse gelsin, Devrim Muhafızları’nın sâye-i şâhanelerinde çalışmak dışında en ufak bir şansı olmayacaktır. En azından uzun bir süre için.

Dolayısıyla kırk iki yıllık tarihinde Devrim’in, ülkeye neler kazandırdığı, ondan neleri alıp götürdüğüne bakmak daha realist bir yaklaşımdır, diyebiliriz. Çünkü bugün gelinen noktada, ülkede ciddi ve devasa sorunlar bir yana, yapısal anlamda devrim ideallerinin, İslamcılar eliyle nasıl çöktürüldüğünün prototipi bir ülke durmaktadır. İslamcı bir siyasi partinin (İCP) ülkeyi, kendi kültür ülküsü ve idealleri doğrultusunda tekelden dizayn etmesinin sonucunda ortaya çıkmış tablo pek de iç açıcı değildir. Kutuplaştırılmış bir halk, ekonomik ambargolarla günden güne yoksullaşan petrol ve enerji zengini bir ülke, Batı ve komşularıyla kavga üreten bir sistem, yüzbinlerle ifade edilen edilen beyin göçü ve daha birçok iç ve dış problem ceset gibi ortadadır. İki hafta önceki Bakanlar Kurulu toplantısında Hasan Ruhani, “İmam Humeyni’nin ülke geleceğine dair bütün tahminleri doğru çıktı” dese de ülke, İmam Humeyni’nin Beheşti Zehra’daki konuşmasında vadettiği bir ülke olmaktan çok uzaktadır. Bugün hangi İranlıya geleceğe dair ne hissediyorsunuz diye soracak olursanız muhtemelen İmam Humeyni’nin kırk iki yıl önce uçakta gazeteciye verdiği o cevabı verecektir: Hiç!

-Bitti-

*Dr., Bağımsız Araştırmacı