Irkçılık virüsü

Klasik söylemleri bir kenara bırakın. Irkçılık bir virüstür ve genellikle ‘ama’ dan sonra başlar…

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

Sevgili okur eğer ki, bu yazıyı okuyup, ‘tamam’ ya da ‘haklısın’ ile başlayan bir cümleye, ‘ama’ ile devam edecekseniz, hiç okumaya zahmet etmeyin. Mültecilere ilişkin, halihazırda kullandığınız ‘ama’ hakkında bir kuşku duyabilme olasılığınız varsa ona yönelik bir yazı bu ya da kendimizle yüzleşme cesaretimiz varsa ona ilişkin…

‘Mülteciler ya da yabancılar’ diyerek bir genelleme yaptığımızda, zaten ırkçılık tuzağına düşüyoruz. Kendimizden başkalarını, genel, birbirinden ayırımsız, toptan, bir resmi sınır ötesinden gelenler, mesela ten renkleri, konuştukları dilleri, göz biçimleri ya da dinlerine ve benzeri diye genel çuvalının içine attığınız anda ırkçısınızdır artık. Yani ‘Araplar elleriyle yemek yiyor’ dediğinizde ırkçısınız. Sahiden de öyle yeseler de ırkçısınız. Fakat burada ‘ırkçılık’ sadece genellemeden de ibaret değildir. Mesela ‘Çinliler çubukla yemek yerler’ ya da ‘Almanlar çok bira içer’ dediğinizde bir genelleme vardır ama ‘ırkçılık’ bunun üstüne bir de ‘aşağılama’ ile kardeş olduğunda tam olarak suç olur. Yani ırkçılık bir iktidar sorunudur. Tamamiyle aynı şey olan iki şey bile, iktidar hali ile farklı nitelik alır.  Mesela ‘Fransız mürebbiye’ ile ‘Arap bacı’ arasındaki şey böyle bir farktır. Mesela aynı apartmanda ‘İngiliz komşular’ her cumartesi parti verir ya da Araplar sabaha kadar tepenizde tepinmişlerdir.

Yani ‘ırkçılık’, ‘iktidar’ mefhumu ile birlikte önümüze gelene bir tekmedir her zaman…

O zaman klasiklerle devam edelim;

Birinci sorumuz şu; Mülteciler-yabancı işçiler bizim sırtımızda yük mü?

En sık söylenen budur ve yanlıştır. Tam olarak ikiyüzlü aynasıdır bu. Mülteciler ya da yabancılar, özellikle kağıtsız olanlar her yerde ‘ucuz’ işçi olarak çalışırlar. Evinizin inşaatında, kanalizasyon tamiratında onlar vardır. Camlarınızı siler, kapınıza pizza getirirler. Her yerde onlar çalışmıyor olsaydı, her şeye daha fazla para ödemek zorunda kalacaktınız.

Yani mülteciler-yabancı kaçak işçiler size hayatı ucuzlatır.

-Tabii ki onların ucuza çalıştırılmasını savunmuyor, bir olgunun altına çiziyorum.-

Eğer onları doğrudan yanınızda çalıştırıyorsanız, bu daha da açıktır. Bu durumda siz onlara genellikle sanıldığı gibi iyilik de yapmıyorsunuzdur, tam aksine onlar size emeklerini -çok muhtemel- ucuza satıyorlardır.

Mutlaka doğrudan çalıştırmanız gerekmez. Belki haberiniz bile yoktur. Marketten aldığınız elmayı toplayanlar ya da içtiğiniz keçi sütünün çobanıdırlar. Çocuk ve yaşlı bakıcıların çok büyük çoğunluğu, kaçak işçi Türki cumhuriyet kadınları, Kafkasyalılar yani mülteciler ve yabancılardır. Sitelerde yolları süpürenler, sokaklarda geri dönüşüm atıklarını toplayanlardır. Ayrıca en kötü koşullardaki evleri kiralayanlar ve en tehlikeli ve sağlıksız işlerde çalışanlardır.

Ayrıca mültecilere ödendikleri söylenen, açlık sınırını bile aşmayan miktar, zaten hemen, ekmek, patates, makarna alınarak geri döner. Bu bütçe genellikle zaten yurt dışından gelmektedir. Aksi olsa bile cesaretiniz varsa mesela ulus ötesi marketlerin sofranızdan çalıp, borsalara yatırdığı milyonlarca dolardan paraların geri alınmasını talep edin.

Gücünüz yeterse sarayların, devlet başkanlarının, bürokratların maaşlarını kesin.

Yani mülteciler-yabancı işçiler, bizim sırtımızda yük değil, biz onların sırtında küçük çaplı efendileriz.

İkinci sorumuz şu; Mülteci-Yabancı dükkanları mı kapladı her yeri?

Burada da esas şey ‘iktidar olan’ sorunudur. Mesela her yerde ‘Starbucks’ kahveci dükkanları, ‘Zara’ filan mağazaları ve benzeri yüzlercesi varken her şey çok mutenadır ama Araplar bir lokanta açtığında, Beyoğlu bozulmuştur. Her yer Arap'tır ya da Suriyelidir. İki taraflı bir ırkçılık vardır. Boynumuz kültürel hegemonyanın sahiplerine inceyken, diğerlerine-ötekilerine karşı külhanbeyidir.

Üçüncü sorumuz; Ekonomi mülteciler-yabancılar yüzünden mi kötüdür?

Türkiye ekonomisi uzun zamandır bir akbaba ekonomisidir. Savaşlardan, yıkımlardan, ambargolardan, felaketlerden beslenir. Ülkeye bin bir zahmet, rica minnet ve bolca imtiyazla gelen yabancı sermayeden çok daha fazlası bu ‘akbaba ekonomisi’ vasıtasıyla girer. Eğer yabancı sermayenin ülke ekonomisini ayakta tuttuğuna inanıyorsanız, çeşitli şekillerde bundan çok daha fazla ülkeye giren ‘mülteci sermayeyi’ yok sayamazsınız.

Klasik söylemleri bir kenara bırakın. Irkçılık bir virüstür ve genellikle ‘ama’ dan sonra başlar…

Tüm yazılarını göster