Peki biz her şehre bir üniversite hedefi yerine, üniversitelerin gereksiz, işlevsiz ve atıl bölümlerini kaldırarak çağdaş standartlarda bir akademik kalite tutturma ve istihdam garantisini sağlama cesaretine sahip miyiz? Sayıları 7 milyona yaklaşan üniversite öğrencilerimizin hayatta başarılı olmasını istiyorsak, bu cesareti göstermemiz şart.
Biz halen üniversite mezuniyet törenlerinde hangi bayrakların ve hangi pankartların açılmasına izin verildiğini konuşaduralım, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, geçtiğimiz günlerde hepimizin kendi ülkemizde giderek şikayetçi olduğu bir alana İngiltere koşullarında el attı ve üniversiteden mezun olduğunda iş bulma ve iş kurma garantisi yüksek olmayan bölümlere öğrenci alımına kısıtlama getirileceğini ve ilerleyen dönemlerde bu bölümlerin kapatılacağını açıkladı.
Eğitim gibi devasa bir “yapboz okyanusu”nda boğulmadan su üzerinde kalabilmek için öncelikle sorunu doğru tespit etmek gerekiyor.
Kazanç açısından da gelecekte potansiyeli olmayan bölümler dahil olmak üzere şu anki haliyle iyi ve güçlü profil çizmeyen, düşük istihdam imkanı sunan, öğrencilerin yüksek oranda devamsızlık yaptığı bölümlere alınan öğrenci sayısına kısıtlama getirilmesi, İngiltere’nin önümüzdeki dönemde üniversitelerde niteliğe daha fazla odaklanacağının güçlü bir sinyali.
2,8 milyon üniversite öğrencisinin bulunduğu Birleşik Krallık’ta alınan bu karar; sanat ve insani bilimler derslerine yönelik olmayacak. Tüm bu süreç, tepeden inmeci bir anlayışla değil, bizzat Öğrenci Ofisi (Office for Students) eliyle yürütülecek ve bölümlerdeki öğrencilerin eğitimlerini tamamlayıp tamamlamadıkları, hangi tür işlere girdikleri, ne kadar maaş aldıkları, bölümlerin işgücü piyasasında karşılığını verip vermedikleri gibi kriterler esas alınacak.
Öğrenci Ofisi, bu yönde adımlar atılacağının sinyalini geçen seneden vermişti aslında. Öğrencilerin yüzde 60’ından azının profesyonel yaşantıda veya mezun olduktan 15 ay sonraki akademik çalışmalarında “pozitif sonuçlar” elde etmesi durumunda, söz konusu bölümlerden mezun olan üniversiteleri incelemeye alacaklarını ve maddi olarak da cezalandıracaklarını açıklamıştı. Geçen sene bu şekilde 62 üniversiteye kayıtlı 11.000 öğrenci olduğu belirlenmişti.
Sunak’ın girişimine muhalefetteki İşçi Partisi başta olmak üzere geniş kesimler karşı çıksa da ve bölüm kapatmak yerine eğitimdeki standartları yükseltmek için çalışmak gereği vurgulansa da, İngiltere başbakanının bu kararının ardında yine de güçlü bir rasyonalite ve iş dünyasında niteliği artırmaya odaklı bir yaklaşım var.
Anımsarsanız, geçtiğimiz günlerde İngiltere’nin en prestijli üniversitelerini bir araya getiren Russell Group da, yapay zekanın etik kullanımı konusunda ortak bir bildiri yayınlayarak, dijital dönüşümün gerisinde kalmadığını göstermişti.
İngiltere başbakanına göre, düşük kaliteli üniversiteler, “soygun” yaparak öğrencilerden faydalanıyor.
Sunak, “hayatta başarılı olmak için üniversiteye gitmek zorunda değilsiniz” diyor. Onun yerine, potansiyelinizi gerçekleştirmenize yardımcı olacak türden beceri eğitimleri, çıraklık eğitimi ve stajlar ile aslında kendiniz ve ülke ekonomisi için daha faydalı olabilirsiniz.
Bu, bir açıdan “her çocuk başarılıdır ve okul bize yalan söyler” diyen eğitimci-yazar Müjdat Ataman’ın da savını doğrular nitelikte.
Üst düzey düşünme becerileri sisteme entegre edilmezse, üniversite eğitimi bir “tüketim aracı” şeklinde pazarlanırsa, üniversite kadroları kişiye özel şekilde açılıp “siyasi bağlantıları” güçlü kişiler “paraşüt atamalar” yoluyla üniversiteleri kadrolaştırırsa, yerel gerçeklere uygun üniversite bölümleri tasarlanmazsa, üniversite okumak askerliği ötelemek veya okul kantinlerinde sosyalleşmekle bir görülürse, sonuçta okul da yalan söylemiş olur, üniversiteyi üniversite olduğu için okumak istediğini söyleyen genç de…
Müjdat Ataman, bir başka tespitte daha bulunuyor: “Bir toplumun nasıl yönetildiğini ortaya koyan önemli göstergelerden biri, bu toplumun yaşadığı ülkenin çocuklar ve gençler için ortaya koyduğu politikalardan anlaşılabilir.”
İngiltere hükümeti bir süredir tam da bu alanda ciddi çabalar içerisinde. Onlarca teknoloji enstitüsünün bir araya geldiği ağlar kurarak çıraklık olanaklarını artırırken, yakında kurulacak olan bir dijital platform üzerinden beceri eğitimi konusunda tek bir kaynak üzerinden dersler verilmesi sağlanacak.
Net olarak şu yapılıyor aslında: mesleki eğitim güçlendiriliyor, yeni beceriler kazandırılmasına dönük projeler yürütülüyor ve iş gücü piyasasının aradığı nitelikte insan kaynağı yetiştirilmesine öncelik veriliyor. Örneğin zeytincilik veya şarapçılık altyapısı güçlü bir bölgedeki üniversitede işgücü piyasasında pek bir karşılığı olmayan dallar yerine, zeytincilik ve sanayiyi güçlendirecek, gençleri bu alanda çalışmaya ve girişimci olmaya yöneltecek bölümlere odaklanılıyor. Bu da gençlerin üstün yararını önceliklendiren bir adım aslında.
Üniversite tercihlerinin yapılmasına sayılı gün kala Türkiye’de de üniversite eğitiminin kalitesi yine yoğun tartışmaların konusu oluyor. Bir yandan da önümüzde İngiltere’de atılan bu “devrimci” ve önemli adım var.
Üniversiteden yeni mezunların istihdama katılım sürelerinin uzaması bile başlı başına bir sinyal. OECD verilerine göre Türkiye’de yükseköğretim mezunlarının yüzde 75’i 4-5 yıl içerisinde istihdama katılırken ve son on yılda Türkiye’de ne istihdamda ne eğitimde olan genç nüfus hâlâ OECD ülkeleri arasında zirvedeyken, üniversite eğitiminde istihdam piyasasıyla örtüşmeyen hataların kronik düzeye geldiğini görmemek imkansız.
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi 1995 yılı mezunlarından Müjdat Ataman ile bu konu özelinde yaptığım görüşmede önemli tespitleri oldu:
“Ülkemizde diplomanın anlamını yitirdiği günlere doğru hızla ilerliyoruz. Özellikle artan üniversite sayısı, her şehre üniversite açarak illere ekonomik katkı yapma çabası içi boş taşra üniversitelerine çevirdi ülkeyi. Ülkede parayla yüksek lisans tezleri, parayla doktora tezleri havada uçuşuyor. Bilim üretmeyen lise düzeyinde üniversitelerde bilim yaptığımızı sanıyoruz. Dünya sıralamasında üniversitelerde niteliğimiz zaten ortada,” diyor Müjdat hoca ve devam ediyor:
“Örneğin Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkardılar ve koskoca meslek kanununda 'kimler öğretmen olabilir?'in tanımı yok, eğitim fakültesi mezunları öğretmen oluyor, fen edebiyat mezunları da formasyon adı altında ezber dersler alarak öğretmen oluyor, farklı bölümlerde de benzer bir durum var. Ben Hacettepe Üniversitesi’nde 10'un üstünde profesörden ders aldım. Şimdi bir bölümde bu kadar nitelikli hoca bulmak da hayal. Örneği tek bir alandan vereyim: Ülkede atama bekleyen 600 binin üstünde öğretmen var ve biz her yıl binlerce eğitim fakültesi mezunu vermeye devam ediyoruz. Keşke bu mezunları da nitelik olarak bir yere getirebilmiş olsak.”
Üniversitelerde bölümlerin ve eğitim içeriklerinin İngiltere örneğine benzer şekilde değerlendirilmesi gereğine dair Müjdat hocanın verdiği çarpıcı bir örnek de var: Yenilebilir enerji mühendisliği okuyan bir öğrenci günümüzde iş bulma konusunda sorun yaşamazken ve dünyaya hemen açılabiliyorken işletme mezunları için aynı şey geçerli değil. Hele ki işletme, özellikle 1990’ların ikinci yarısı ve 2000’li yılların başında o kadar “revaçta” bir üniversite bölümüyken.
“Bilim ve üretime o kadar uzağız ki,” diyen Müjdat hoca ekliyor: “Öğrencileri üniversitelerdeki süreçlere de katamıyoruz. Biz, üniversite öğrencilerinin açtığı bayrağı kınayan üniversiteler ve akademisyenlerle doluyuz.”
Müjdat hocaya göre, üniversiteyi “bir diploma kazanma odağı”ndan çıkarıp öğrenme, üretme, proje ortaya çıkarma, işbirliği ile çalışma, sektörleri tanıma, iletişim becerisi geliştirme, uyumlanma aracı olarak görmemiz gerekiyor.
“Üniversite bir bireyin kültürel sermayesi adına kendine kattığı en önemli duraklardan biridir. İyi üniversitelerin öğrenci kulüpleri bunun iyi birer örneğidir. Örneğin ODTÜ’de yüzün üstünde öğrenci topluluğu var. Dağcılıktan, dalışa, satrançtan, robota, fikir topluluklarından spor topluluklarına uzanan geniş bir yelpaze… Gençler bu topluluklara katılarak sosyalleşiyor, ilgi alanlarını belirliyor, kendilerini geliştiriyorlar. Üniversite bir öğrenciye sadece mesleki anlamda değil kültürel anlamda da çok şey katıyor,” diyor.
Peki üniversitelerde bölümlerin nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda Türkiye’de yeterince özerklik ve demokratik işleyiş söz konusu mu?
Müjdat Ataman, “Üniversite bir öğrenciye sadece mesleki anlamda değil kültürel anlamda da çok şey katıyor. Üniversitede bölümlerin nasıl şekillenmesi gerektiği konusunda özerklik ve demokratik işleyiş ön plana çıkıyor. Her adımı YÖK tarafından belirlenmeyen, üniversitenin yetkili kurullarının -ki içinde öğrenci temsilcileri de olmalı- yönetim sürecinde olduğu bir işleyiş gerekiyor. Biz birçok alanda olduğu gibi bu alanda da üstten yapılanma modeli ile ilerliyoruz. Bu anlayış ne yazık ki öğrencilerin sesini duymuyor ve atanmışların düşünceleri ile bir sistem şekilleniyor. Demokratik ve özerk üniversite talebinin ne derece önemli olduğu da burada ortaya çıkıyor,” diyor ve şu örneği veriyor:
“Mühendislik fakülteleri günceli takip ederek bölüm dersi önerisi getirebiliyor ve üniversite senatosu bunu onayladığında önerilen ders açılabiliyorken eğitim fakültesinde YÖK'ün belirlediği ortak derslerle ilerleniyor. YÖK eğitim fakültelerine böyle bir alan açmasına rağmen yatay geçişlerde sorun yaşanmaması için üniversiteler buna pek yanaşmıyor.”
Dolayısıyla, birçok eğitim bilimci ve akademisyenin üzerinde birleştiği nokta; üniversiteleri geleceğe ve geleceğin mesleklerine hazırlamak için üniversitelerin özerk, katılımcı ve tüm paydaşları sorunların çözümüne katacak nitelikte bir ortak akıl ışığında ilerleyen bir işleyiş benimsemesi gerektiği…
TÜİK’in 2022 verilerini içeren ‘Uluslararası Göç İstatistikleri’ raporuna göre geçen yıl ülkeyi terk edenlerin yüzde 28,6’sı genç nüfus ise ve bu gençlerin yüzde 11’i 20-24 yaş aralığında ise, biz bu gençleri üniversitelerde tutamıyoruz, akademiyi ve akademi sonrası iş olanaklarını cazip hale getiremiyoruz demektir.
Dolu dizgin bir kadrolaşmayla, ifade özgürlüğünün başının ezilmesiyle, akademisyenlerin yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkum edilmesiyle, yurtdışı eğitimlere veya projelere katılımları için gereken bütçe kaynaklarının yaratılmamasıyla, her köşe başına kurulan ve toplam sayıları 208’e ulaşan üniversitelerle bilimin ilerleyeceği yanılgısıyla üniversiteler itibarsızlaştırılıp siyasetin arka bahçesi haline getirilirken zaten bundan farklı bir tablo beklemek saflık olur.
Kaplan ve Ejderha filminde geçen bir Çin atasözüdür: “Başarma gücü, isteme cesaretinde saklıdır”. Peki biz her şehre bir üniversite hedefi yerine, üniversitelerin gereksiz, işlevsiz ve atıl bölümlerini kaldırarak çağdaş standartlarda bir akademik kalite tutturma ve istihdam garantisini sağlama cesaretine sahip miyiz?
Sayıları 7 milyona yaklaşan üniversite öğrencilerimizin hayatta başarılı olmasını istiyorsak, yükseköğretim mezunu her 10 gençten 4’ünün işsiz olması bizi yaralıyorsa, niteliksiz eğitim niteliksiz istihdamı kökleştiriyorsa, bu cesareti göstermemiz şart.