İş cinayetleri: Kapitalizmin Fıtrat'ı

İsmail Saymaz, Fıtrat'ta iş cinayetlerinin izini sürüyor. Bu kazaların hepsinin basit önlemlerle engellenebileceğini gösteriyor.

Abone ol

Selçuk Gürsoy

Üretim araçlarının özel mülkiyetinin ve ücretli emeğin, yani kapitalist üretim biçiminin tarih sahnesine çıkmasından bu yana ‘işçi’, sermaye sahipleri tarafından ‘insan’ olarak görülmedi. Bir maliyet unsuru olarak ele alındı. Hayatta kalmayı başarıp çalıştırılabildiği sürece en düşük ücretle, hayatta kalmasına yetecek kadar bir ücretle çalıştırıldı. Elleri, kolları, bacakları makinelere kapılıp koptuğunda, ağır çalışma şartları ve yetersiz beslenmeden öldüğünde, yerini çocukları, torunları aldı.

Osmanlıca-Türkçe sözlük, ‘Fıtrat’ kelimesini, ‘yaradılış, tabiat, mizaç, huy’ olarak açıklıyor. İş cinayetlerine ‘Fıtrat’ diyenlere çok da kızmamak lazım; bir yerde tarihsel bir gerçeği dile getirmiş oluyorlar. Kapitalizmin fıtratında işçi sınıfı için iş cinayetleri hep vardı.

İsmail Saymaz, iş cinayetlerinin izini sürerken, yaşananlar karşısında birkaç defa “bu, kapitalizmin ilkel ve vahşi çağına dönüştür” diyor. İsmail Saymaz, hangi çağları kastediyor bilemiyorum ama bu cümlesi ve kitapta okuduklarım bana Engels’i hatırlattı.

Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfının Durumu’nu yazdığı 1844 yılında yirmi dört yaşındaydı. Alman bir tekstil fabrikatörünün oğluydu ve Berlin’de devrimci çevrelere girip çıkıyordu. Baba Engels, Manchester’de bir şube açmaya karar verince F. Engels’i Almanya’dan uzaklaştırmak için İngiltere’ye gönderdi. Engels İngiltere’nin sanayi bölgelerini, Lancashire’i, Yorkshire’ı; Leeds, Bradfort, Sheffied’ı dolaştı. Londra’da haftalarca kaldı.

Almanya’dan gelen bu felsefe meraklısı genç adam, İngiltere’de gördükleri karşısında dehşete kapılmıştı. Kitabı, kendi gözlemlerini resmi belgelerle destekleyerek kaleme aldı. İşsiz kaldığı için sokaklarda topluca dilenen, soluk yüzlü, bir deri bir kemik kalmış, dar göğüslü, oyuk gözlü hayaletleri; patronların işten çıkarma tehdidiyle haremleri haline getirdikleri fabrikaları, makineler arasında doğum yapan işçi kadınları, uykuya dalmasınlar diye yumruklanan çocuk işleri acıyla ve öfkeyle yazmıştı.

2016 yılında İsmail Saymaz’ın kitabını okurken, Engels’in 1844 yılında İngiltere’de kapıldığı dehşetin bir benzerini yaşıyor, onun duyduğu acıyı ve öfkeyi hissediyoruz. Yüz yetmiş yıl sonra…

İsmail Saymaz’ın izini sürdüğü onlarca iş cinayetinin hepsinin, basit önlemlerle engellenebilir olduğunu okumak insanın içini yakıyor, öfkelendiriyor, isyan ettiriyor.

BUNLARA 'KAZA' DENEBİLİR Mİ?

2005 yılının son gününde, herkes yılbaşı kutlamalarına hazırlanırken Bursa da bir tekstil fabrikasında gece mesaisine bırakılan biri hamile beş kadın işçi, binada bir yangın alarmı, acil çıkış kapısı ve yangın merdiveni olsaydı yanarak ölmeyecekti. (s.17)

2012 yılının Mart ayında Marmara Park AVM inşaatında işçilerin kaldığı çadırlardaki elektrik tesisatı mevzuata uygun olarak çekilseydi on bir işçi yanarak can vermeyecekti. Yangın çıktığında bile, çadırlarda bir acil çıkış kapısı olsaydı işçiler dışarı çıkabilecekti. (s. 76-83)   

2014 yılında, Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen Stadyumu’nun yerine yapılan Torunlar Center inşaatında on işçinin içinde olduğu asansör 33. kattan yere çakıldığında, bu faciayı önleyecek tek şey, basit bir “switch” idi. Asansörde bu switch olsaydı, asansör durması gereken yerde, 31. katta otomatik olarak duracak, daha yukarı çıkamayacaktı. Durmadığı için 33. kata kadar çıktı ve raylarından boşalarak yere çakıldı. İçindeki on işçi öldü. (s. 101)

2015 yılında Tuzla’daki Sadıkoğlu Tersanesi’nde bir geminin yangın söndürme sistemi yenileniyordu. Yenilenen tesisatın basınç testlerinin suyla yapılması gerekirken oksijen gazıyla yapılması sonucunda borular patladı. Gencecik iki işçi yanarak öldü. (s.120)

2008 yılında Tuzla’da Gisan Tersanesi’nde yeni inşa edilen bir tankerin cankurtaran filikasının montajına sıra gelmişti. Bu filika raylı bir rampanın üzerine yerleştiriliyor, personelin gemiyi terk etmesi gereken acil durumlarda personel filikaya biniyor ve filika rayların üzerinden kayarak 35. derecelik bir açıyla denize indiriliyordu. Bu filika testinin üç aşamada yapılması gerekiyordu. Önce filika boş olarak denize gönderilmeli, bu test başarılı olduğu takdirde, içine kum veya sudan oluşan ağırlıklar konularak ikinci test gerçekleştirilmeliydi. Ancak bu iki denemeden sonra filikada ve rampada bir sorun olmadığı görülürse, filikanın içine eğitimli personel bindirilerek son teste geçilebilirdi.

Oysa o gün ilk iki test yapılmadan aralarında yüzme bilmeyenlerin de olduğu on beş işçi ve dört stajyer öğrenci filikaya bindirildi. Üzerlerinde can yelekleri bile yoktu. Filika denize bırakıldı. Filikanın burnu tankerin korkuluklarına çarptı. Filika on bir metre yüksekten, yüz yirmi derecelik bir açıyla suya gömüldü. Üç işçi, herkesin gözleri önünde boğularak öldü. (s. 124-126)

2013 yılında Milas-Güllük’teki atık su arıtma tesisinde atık su kuyusuna inen yedi işçi gaz zehirlenmesinden öldü. Hepsi de, kuyuya ilk inen ve gaz zehirlenmesinden bayılan arkadaşlarını kurtarmak için peş peşe kuyuya inmişlerdi. Tesiste gaz ölçüm cihazı, işçilerde gaz maskesi yoktu. (s. 167)

Ve 2014 yılının Mayıs ayındaki Soma faciası: Mecliste bir araştırma önergesine konu olduktan on beş gün sonra yaşanan, üç yüz bir işçinin can verdiği büyük facia. Üretim hırsının yol açtığı, göz göre göre gelen katliam…

'BAŞKA HİÇBİR ŞEY UĞRUNA DEĞİL...'

İsmail Saymaz, kitapta yer verdiği iş cinayetlerinin neredeyse tamamını zamanında gazeteci olarak da izlemiş. Ancak kitapta aktardıkları sadece bir gazetecinin gözlemlerinden ibaret değil. Saymaz, biraz dağınık olarak da olsa, iş cinayetlerinin tarihini Türkiye kapitalizminin son kırk yılda geçirdiği dönüşümle açıklamaya çalışmış. Saymaz’a göre iş cinayetlerinin başlıca sebepleri “neolibaral” ekonomi politikaları, özelleştirmeler ve taşeron sistemi. Saymaz ayrıca aktardığı bütün iş cinayetlerinin dava dosyalarını da inceleyerek konuyla ilgili hukuki süreçleri de analiz etmiş.

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Yirmi üç yıldır iş müfettişi olarak görev yapan Şeref Özcan’ın söyledikleri kitabın en çarpıcı bölümlerinden birini oluşturuyor. Meslek yaşamı boyunca inşaat sektöründe bin civarında ölümü incelemiş olan Şeref Özcan, sadece maliyeti 30-60 lira arası olan topraklama ve kaçak akım rölesi yapmak suretiyle yılda yüz işçinin ölümden kurtarılabileceğini söylüyor ve ekliyor: “Demek ki 2017’de de 100 işçinin öleceğini biliyoruz. Buna iş kazası yerine iş cinayeti demek, birileri mutsuz olsa da doğru bir tanımdır.” (s. 113)

Engels 1844 yılında şunları yazmıştı: “İngiliz burjuvazisi için yeryüzünde her şey, kendisi dâhil para uğruna vardır, başka hiçbir şey uğruna değil. Hızlı kazançtan başka bir mutluluk, altın yitirmekten başka bir sızıdan haberli değildir.”

2016 yılında, Türkiye’de, şunu söyleyebiliriz: Hâlâ öyle!