İş yeri servisini arattı; 'Eşi yüzüne kezzap döktü, gelemeyecek' dedirtti
Melahat Üzümcü defalarca şiddetine maruz kaldığı Mehmet Ali Üzümcü'nün kezzaplı saldırısına uğradı. Bir işe o kadar ihtiyacı vardı ki daha ambulans bile gelmeden önce iş yeri servisini arattı, "Eşi yüzüne kezzap döktü, gelemeyecek" diye mazeret bildirdi. Üzümcü şimdi üç çocuğuyla yaşam mücadelesi veriyor. İki isteği var hayattan; eşinin hep cezaevinde kalması ve sağlığını bozmayacak bir iş. "Televizyonda gördüğümüz kadınlardan olmak istemiyorum" diyor, "Ölen kadınlardan..."
Esra Açıkgöz
“Lavaboya gidince yüzümü o şekilde gördüm. Yüzüme baktım, yüzüm gitmiş. Kulağıma baktım, şükür duruyor; gözüme baktım, görüyor. Onlara şükrettim. Sadece kulağıma dokunduğum zaman, parça parça elime geliyordu.”
Bunlar, kadına yönelik erkek şiddetinin en vahşi yöntemlerinden birine, kezzaplı saldırıya uğrayan Melahat Üzümcü’nün sözleri. Daha ilk günlerinde bile şiddetin eksik olmadığı evliliğini 17 yıl sürdürüyor Üzümcü. İlk çocukları bir yaşındayken eşi Mehmet Ali Üzümcü’nün dudağını patlatmasıyla başlayan şiddetin dozajı giderek artıyor, kolunu iki yerinden çıkarıyor bir keresinde. Birkaç kere koruma kararı çıkartıyor. Ancak “güvenebileceği bir dalı bulunmadığı”, çocukları da küçük olduğu için tekrar barışıyor. Bir gün düzelir umuduyla... Sonunda boşanmaya karar verip dava açıyor. “Sen gidersen bu evden üç cenaze çıkar” diyen eşinin yanından çocuklarını da alıyor. Bir iş buluyor kendine. Tam hayatını yoluna koyduğunu düşünürken, bir ay sonra, 8 Mayıs 2020’de kezzaplı saldırıya uğruyor. Kapüşonla yüzünü kapatmış, karanlığa güvenen adamı tabii ki ilk görüşte tanıyor. Bir yandan polisi ararken bir yandan da koşup kaçmaya çalışıyor ancak yetişiyor Mehmet Ali Üzümcü, elindeki kezzabı Melahat Üzümcü’nün yüzüne döküyor. “Eşim beni yaktı, yardım edin” diye bağırırken, bir yandan da yanan yüzünü elindeki eşarpla siliyor. Sonrası acılı, uzun süreli bir tedavi süreci ve yıpratıcı bir korku…
Şimdi üç çocuğuyla birlikte hayatta kalma savaşı veriyor Üzümcü. İstediği tek şey, sağlığını bozmayacak bir iş. Bir de kendisine bunca acıyı, korkuyu çektiren erkeğin gerektiği kadar ceza alması. Zaten olması gerekeni istediğini biliyor, ancak koruma kararlarına rağmen öldürülen kadınlar olduğunu da görüyor. “Ben o televizyondaki kadınlardan olmak istemiyorum. Öldürülen kadınlardan…” diyor.
Bir cümlesi daha var ki, en çok da o kulaklarımda yankılanıyor: “Sonra gittiğim iş yerinin servisini aradık, ‘Beklemeyin, eşi kezzap döktü, gelemeyecek’ dedik.” Sanki insanın her gün başına gelebilecek bir şeymiş gibi, grip olmuş da işe gidemeyecekmiş gibi… O, servis şoförü bu cümleyi duyduğunda ne düşünüyor acaba? Bir insanın, o işe duyduğu ihtiyacı, onca acı çekerken iş yerini aramayı akıl etmesinden daha iyi ne gösterebilir ki?
En iyisi artık sözü ona bırakayım:
GÜZEL BİR GÜNÜMÜZ OLMADI Kİ…
Ben, Melahat Üzümcü. Doğum yerim Isparta Gelendost. İlkokul mezunuyum. 2003 yılında evlendim. Tanışmamız aile ortamında oldu. Komşumuzun sayesinde tanıştık. İnşaat ustasıydı. İstediler, babam vermedi başta. Sonra bir daha istenildi. O şekilde oldu.
Evlendik evleneli sorunlar hep vardı zaten. Misafir geldiğinde hiç kimsenin yüzüne gülmüyordu. Hep bir kavgamız, tartışmamız oluyordu. Gittiğimiz yerde de aynı. Düğüne, bayrama gitsek hiçbir tat vermiyordu. Bir tartışma çıkarıyor, bırakıp gidiyordu bizi. Sonra tekrar dönüp geliyordu. Biz arkasından gidiyorduk. Barışıyorduk falan tekrar eve getiriyorduk bunu. Sürekli tartışma. Maddi durumda da aynıydı, manevi durumda da. Hiç güler yüz görmedim.
Şiddet olayları mı? İlk kızım doğdu, bir yaşındayken, arkadaşının evine gidip orada kalmamı istedi. Arkadaşıyla bahçeye gidecekmiş, orayı sulayacaklarmış. Ben yabancının evinde duramam dedim. O zaman başladı. Bir yumrukla dudağımı patlattı. Sonra bir ara okulda işe girdim. Evde çocukların hiçbir şeyi yok.
“Akşamları eve geldiğimde çocuklar sadece zeytin, peynir mi yiyecek? Sen bu evde erkek değil misin, niye duruyorsun?” dedim. Öyle dedim diye hiç görmedim, arkadan geldi iki yumrukla kolumu çıkardı. Kolumun iki yerinde hâlâ yara izi var… Bir gün arkadaşım geldi. “Niye geldi? Onu istemiyorum” dedi. Arkamdan geldiğini hissettim, boğazımı sıktı, yumruğu vurdu, yüzüm şişti. Hep böyleydi. Bizim bir güzel bir günümüz olmadı.
Maddi olarak da zordaydık. Çalışmıyordu. Bir gün inşaata gidiyordu, 10 gün evdeydi. Çok yalnız kaldım ben, şehir dışında çalışırdı ama para göndermezdi… Okulda çalıştım, hizmetçilik yaptım. Daha önce de çalışmayı çok istedim, kıskançlığından izin vermedi. Belki önce çalışsaydım, yaşım gençken, hastane gibi bir yere girebilirdim. Çok baskı uyguladı, hiçbir yere göndermedi.
“GİDERSEN EVDEN ÜÇ CENAZE ÇIKAR”
Kolumu çıkardığında şikâyet edecektim. Çocuk küçüktü, yine kabullendim, bir şey yapamadım çünkü destek çıkan kimsem de yoktu. O zaman yine boyun eğdim. Sonra arkadaşım geldi diye boğazımı sıkıp, yumruk vurup yüzümü şişirince, “Artık yeter” dedim. O zaman uzaklaştırma kararı için başvurdum, üç ay ceza aldı. Yine affettim. Sonra tekrar tartıştık, kavga ettik. Yine böyle huzursuzluk, bıçak falan girdi işin içine. Bıçaklamaya kalktı kendini, bileklerini kesmeye, asmaya kalktı... Bunlardan dolayı yine bir ay uzaklaştırma verildi.
Sonra apart tuttum kendime, çocukları bırakıp bir ay evden ayrıldım. Bir yurtta iş buldum, 80 kişiye yemek, temizlik yapıyordum. Ara ara gidiyordum, çocuğun yanında yatıyordum. Bir gün çocuğa çorba içiriyorum. Bu geldi yanımıza, “Nasıl olacak böyle?” dedi. “Nasıl olacak, artık istemiyorum seni, ben ayrılacağım” deyince mutfaktaki tüm bardakları aldı duvara vurdu. Bardaklar patlıyor, üstümüze geliyor. “Yapma çocuk çorba içiyor, çocuk var!” dedim. Çocuğu falan dinlemedi. Çocuğu aldım kucağıma, hemen odasına götürdüm. Arkamızdan geldi, “Sen gidersen, üç cenaze çıkar bu evden” dedi. Çocuklardan bahsetti. Ben çocukları hemen kucağıma aldım, evden ayrıldım, çalıştığım yurda geldim. Yurt sahibi, “Burada kalabilirsiniz abla” dedi. Ancak koronadan dolayı yurt kapanınca sokakta kaldım. Muhtarın yanına geldim, Allah razı olsun, 10 dakikamı almadı apart tuttu bize. Ben temizliğe gittim, apart parasını çıkarttım. Sonra Cebeci Süt Fabrikası’na girdim. Ondan üç gün sonra da bu olay geldi başıma.
“BEKLEMEYİN, EŞİ KEZZAP DÖKTÜ, GELEMEYECEK”
O günü kısaca anlatayım size. Bir sabah geldi, camı tıkladı. Benim işte olduğumu zannediyormuş. Perdeyi açtım, “Hayırdır, uzaklaştırman var, niye geldin?” dedim. “Kızımla görüşecektim” dedi. “Kızını ararsın, dışarıda görüşürsün. Buraya gelemezsin” deyince hemen döndü, gitti. Sonra kıza sormuş, “Annen nerede çalışıyor? Ne zaman gidiyor?” diye. O gün mahkemede de öyle söyledi zaten, “Çocuğa sordum” dedi. O da “Cebeci'de çalışıyor, 22.30’da işe gidiyor” demiş.
8 Mayıs günü kapıdan çıktım, ilerliyordum, birinin araya girdiğini fark ettim. Aşağıya doğru baktım, onu gördüm, park edilmiş iki araba arasına girmiş. Direkt polisi aradım. Koşarak ilerlerken kafamı arkaya çevirdiğimde geldiğini gördüm. Koşuyordu. Üstüme kezzap attı… Yüzümün yandığını hissettim… Tek başıma böyle yanarak… Bir elimde şalla yüzümü silip bir yandan koşarak... O an çok kötüydü… Polise, can havliyle “Eşim beni yaktı” diye bağırınca, “Hanımefendi sakin olun, nerede olduğunuzu bir söyleyin, ambulans göndereceğiz” dedi. Telefonu parktaki bekçilere verdim, yerimi tarif ettiler. Ambulans geldi. Sonra gittiğim iş yerinin servisini aradık, “Beklemeyin, eşi kezzap döktü, gelemeyecek” dedik. İşte öyle. Söyleyeceğim bunlar…
Eşarp olmasaydı gözümü, kulağımı kaybedebilirdim. Eşarpla sildim, kendimi korudum. Ondan dolayı elim fazla yandı... Kendini korumak için gri kapüşonlu bir şeyi vardı, onu giymiş. Üstüne de yeşil bir yağmurluk… Kezzap sadece ellerinin üstüne gelmiş. Öyle bulundu. Ben gördüm ama gözümle… Kafayı çevirdiğimde onu gördüm… Şu anda sanki aynı şey olmuş gibi oluyor… O anı yaşıyormuşum gibi…
KULAĞIM ŞÜKÜR YERİNDE DURUYOR, GÖZÜM GÖRÜYOR
Önce şehir hastanesine götürdüler. Orada hiçbir şey uygulamadılar. Çok bekledik, 45 dakikayı bulmuştur. Sonra tıbba yönlendirdiler. Kendileri de götürmediler bu arada. “Ambulans götürmüyor, siz imza atacaksınız, kendiniz gideceksiniz” dediler. Amcaoğlunu çağırttım. Artık bekle bekle iyice yandı her yerim. Sağ olsun, amcaoğlum götürdü beni. Arkadaşlar yanımdaydı, aynaya bakmama izin vermediler. Lavaboya gidince yüzümü o şekilde gördüm. Yüzüme baktım, yüzüm gitmiş. Kulağıma baktım, şükür duruyor; gözüme baktım, gözüm iyi görüyor. Onlara şükrettim. Sadece kulağıma dokunduğum zaman, parça parça elime geliyordu. Dedim bu kulağın hepsi gidecek herhalde. Ondan sonra dokunmadım, bıraktım. Saçlarıma dokunuyorum, saçlar geliyor elime. Doktor ameliyattaymış. Çıktı, geldi. Yarım saat de orada bekledik. Bayağı geciktik…
Doktor, 45 dakika, belki bir saat suyun altında tuttu beni. Sonra çıktım, saçlarımı kesti, sıfıra vurdu. Orada ağlamaya başladım... Yani aslında zaten yoktu, yanmıştı artık ama... Neyse saçlar kesildi. Psikolojim altüst oldu, bir daha çıkmaz diye. Yanan yerlerde çıkmadı da zaten…
Hastanede göze götürdüler, baktılar şükür göz iyi. Kulağa baktılar, şükür kulak iyi... İçine gitseydi damarı yakıyormuş, aynı elimdekiler gibi. Beyne gidip de yatalak kalabilirdim. Gözüme gitseydi, Bergen gibi olurdum…
KENDİMİZE KÜÇÜK BİR YUVA KURDUK
10 gün hastanede yattım. Şimdi ayın 8'inden 8'ine gidiyorum. Tedaviye hâlâ devam ediyoruz. Henüz ameliyat olmadım. Doktor, “Yaraların oturmasını bekliyoruz” dedi. Yaralar otursun, yine bakacağız. Kulağın yanık yerini birleştirecekler, kulak yapacaklar. Elimdeki damarlı yerlere ameliyat gerekiyormuş. Doktor, “İyileşir ama yine de iz kalır” dedi.
Hastanede bir-iki gün daha tutacaklardı ancak çıkmak istedim. Çocuklar vardı çünkü, onları sosyal hizmetleri çağırıp anneme, köye göndertmiştim. Hastaneden çıkınca da yine sosyal hizmetleri aradım, geri getirdiler sağ olsunlar.
Çıkınca eski eve gidemedim, olay yeri orası olunca... Bir arkadaşımın yanına gittim. Ben hastanede yatarken iki arkadaşım, Dudu ve Hatice, para toplamış ev tutabilmem için. Hatice ile burayı bulduk. Öbür evden birkaç eşya getirdim. Bu yüzden abisi adımı hırsıza çıkarmış. Kendi eşyalarımı getirdim, çok da bir şey almadım. Çocuklarım olduğu için hani ev eşyam yoktu. Küçük bir yuva kurduk kendimize…
ARKADAN GELENE BAĞIRIYORUM, ŞAŞIYOR O DA
Saat 18.00’den sonra dışarıya çıkamıyorum. Bu olay gece yaşanınca, arkadan geliyormuş gibi oluyorum. Arkamdan yabancı biri gelince koşarak uzaklaşıyorum, sonra arkamı dönüp bağırıyorum; adam da irkiliyor ben bağırınca (gülüyor). Psikolojim hâlâ düzelmedi.
Uyku ilacı ve sakinleştirici kullanıyorum. O sayede uyuyabiliyorum. Televizyon, ışık kesinlikle kapanmıyor, sabaha kadar açık. Karanlık ortamda duramıyorum.
Gözümü yumduğum an, o geliyor gibi oluyor. Kâbuslarla uyanıyorum geceleri.
Kapılara çocuk kilitleri taktım, her gece bakıyorum, kapalı mı, açık mı diye... Hava kararmaya yakın perdeleri direkt kapatıyorum.
Hâlâ çok tedirginim. Şu anda eski mahalleme gidemiyorum, oradan geçemiyorum. Bunu niye yaptı, hiçbir fikrim yok. Niye yaptı? Ben sadece boşanma davası açtım. Ondan dolayı yaptı biliyorum. Başka da bir şey yok…
ÇOCUKLARA GÖSTERMEMEYE ÇALIŞIYORDUM AMA…
Aslında daha önceden de kremime bir madde katmıştı. Evden bir ay ayrılıp apart tuttuğum zaman çocuklarımın yanına geliyordum. Bir gün kremimi arıyorum, baktım makyaj aynasının altında. Yüzüme sürdüm. Yüzüm yandı. Kremin içi kıpkırmızıydı, aynı bu kezzapta olduğu gibi. Büyük kızıma, “Annem içine ne koydunuz?” diye sordum. “Ben bir şey koymadım, görmedim anne” dedi. “Git sor bakalım, ne koymuş içine” dedim. Sordu kız, “Hiçbir şey yapmamış” dedi ama belliydi içine bir şey katıldığı çünkü aynı bunun gibi yüzümde hâlâ izlerim vardır, yanık izlerim.
Daha önce yeğenine, “Sen dersen gelir. Arabaya bindir, götür. Ben de geleyim arkanızdan, elini ayağını kıralım” demiş. Kendimi öldürürüm, asarım gibi zaten bir sürü şeyleri vardı. Bir ara ben Aydın'a gittim, kendini ipe takmış, asar gibi fotoğraf atmış bize. Gelmezseniz, kendimi asarım, diyor yani. Bileklerini kesmeye kalkmış… Ben bunu istemediğim an, yani yatmak istemiyorum, artık tiksinmişim... Yatmak istemiyorum, dedim mi hemen bıçak alıyordu, sürekli bıçak elinde… Hep onunla uğraşıyordum. Kalbine götürüyordu, bileklerini kesmeye kalkıyordu. Onun yüzünden benim psikolojim bozulmuştu. Yaşananları, çocuklara göstermemeye çalışıyordum ama tabii duyuyorlardı.
BANA UYGUN BİR İŞİM OLSA YETER
Avukatlarım Esra ve İsmail Tunçbilek, sağ olsun bana destek oldular. Dava geçen ay görüldü, dokuz yıl ceza aldı… Talebimiz… Vallahi gerektiği kadar içeride kalmasını istiyorum. Hep içeride kalsın. Böylelerinin dışarıda durmasını istemiyorum. Endişeleniyorum. Ben bu televizyonda gördüğümüz kadınların içine girmek istemiyorum. Ölen kadınların içine...
Bir an evvel boşanmak istiyorum. Bir de arkamızda ne bileyim destek çıkacak birilerinin olmasını istiyorum. Şu anda hiç kimsem yok. Zor durumdayım, üç çocukla. Sosyal hizmetler çocuk parası bağlayacak. Başka da bir gelirim bulunmuyor. Aile de zaten yok. Çocuklar okula başlayamadılar. Biri lise bir, biri ortaokul, biri de ilkokul 2’ye gidiyor normalde. Ama bu olaylardan, imkânsızlıklardan yollayamadık. Televizyonumuzda EBA da yok. Dersleri takip edemiyorlar. Büyük olan dışarıdan okuyacak. En azından diğerlerini gönderebilsem… Temizliğe gittim. Elimden dolayı onu da yapamadım. Çamaşır suyu yaralarıma kötü geldi, her tarafı yeniden yüzüldü. Bana uygun bir iş olsa yeter. Bir de kadın kollarının arkamda olmasını istiyorum. Hastaneye gelip geçmiş olsun diyebilirlerdi, kimse gelmedi. İşte böyle…
* “Boşanma davası açtığı eşi…”, “Eski sevgilisi tarafından…”, “Terk ettiği erkek arkadaşı…” Faillerin isimleri ve yüzleri değişse de hedefleri hep aynı… Kadına yönelik erkek şiddetinin vardığı vahşetin sınırı yok. Öyle ki kezzap, tuz ruhu, asit gibi kimyasallar bile erkeklerin elinde bir silaha dönüşüyor. Bu saldırının en bilindik ismi ünlü şarkıcı Bergen olsa da bu, Türkiye’de yaşayan her kadının karşı karşıya kalabileceği bir “tehlike”. Hem de sadece boşanmak istediği, terk ettiği, bir erkeğin “aşk”ına karşılık vermediği için… Biz de erkeklerin kimyasal saldırısına uğrayan üç kadınla yaşadıklarını, karşılaştıkları zorlukları konuştuk. Ayrıca uzmanlardan da konunun hukuksal ve psikolojik yönüyle ilgili bilgi alırken, talepleri de dinledik... Gördük ki bu yazı dizisi, sadece üç kadının hikâyesi değil, çok daha fazlasının geçmişi ve milyonlarca kadının korkusu, kaygısı… Biz onların sesine ses katmadıkça…
NOT: Bu içerik, Impact Hub Istanbul ve ABD’nin Türkiye Misyonu tarafından desteklenen Project Zoom kapsamında hazırlanmıştır. ABD Hükümeti’nin resmi görüşünü yansıtmamaktadır. Burada paylaşılan bilgi ve görüşlerin sorumluluğu tamamen eser sahibine aittir.