İsa'ya yakılan ağıt: Günaha Son Çağrı
Kazancakis, dünyanın en umutlu ağıtlarından birini yakmıştır adeta. İsa peygamber çocukluğundan son anına kadar, öyle dokunma mesafesinde, somutluğunda, kanlı canlılığındadır ki insan, zaman kavramını yitirir. Demin yürüyüp içimizden geçmiş gibidir, insan ona sarılmak ister, gittiği yolda önüne çıkıp bağırmak, onu uyarmak ister. Üzerine kapanarak onu her şeyden korumak... Aslında itiraf etmesi tuhaf olsa da bir şeyleri değiştirmek ister. Onun kaderini, dolayısıyla dünyanın kaderini!
Meltem Yıldırım
Şimdiye kadar okuduğunuz kitaplar içinde, zihninize en çok kazınan diyalog hangisidir bilemiyorum ama benimki, kendisini "Yasaya karşı geliyorsun Meryem'in oğlu" diye uyaran adamla "Yasa gönlüme karşı geliyor" diye cevap veren İsa'nın şu küçük, kısacık diyaloğudur. Zihnimde ışıkla patlar ne zaman hatırlasam, hani şair diyor ya "Kendimin ellerinden tutunca/içimden nehirler gibi akmak geliyor", işte tam da böyle bir duygu hissettiğim.
Nikos Kazancakis'in 1953 yılında yayımlanan 'Günaha Son Çağrı'sına ait bir diyalogtur bu. Özgün adı 'O Telefteos Pirasmos' olan roman, İngilizce konuşulan ülkelerde 1960 yılından başlayarak 'The Last Temptation of Christ' adı ile yayımlanır. Türkiye'de 1969 yılında Cem Yayınevi tarafından Ender Gürol'un Türkçesiyle yayımlanan roman, büyük bir ilgi de görür.
'Günaha Son Çağrı', İsa peygambere dair gelmiş geçmiş en çarpıcı anlatılardan biri olmasının dışında, yazarı Nikos Kazancakis için başka bir zirveyi de ifade etmektedir. Kazancakis'in yazma sürecine dair şu söylemi çarpıcıdır:
"'Günaha Son Çağrı’yı yazdığım gündüz ve geceler boyunca, İsa ile birlikte Golgota Tepesi’ne çıkarken duyduğum dehşeti, hayatını ve ölürken çektiği acıları yaşarken duyduğum yoğunluğu, anlayışı ve sevgiyi başka hiçbir zaman duymadım. İçimi kemiren bu duyguları ve insanlığın büyük umudunu yazarken gözlerim dolu dolu oldu heyecandan. İsa’nın kanının bu denli tatlı ve acı olarak yüreğime damla damla aktığı olmamıştır hiç."
Kazancakis, dünyanın en umutlu ağıtlarından birini yakmıştır adeta. İsa peygamber çocukluğundan son anına kadar, öyle dokunma mesafesinde, somutluğunda, kanlı canlılığındadır ki insan, zaman kavramını yitirir. Demin yürüyüp içimizden geçmiş gibidir ve insan ona sarılmak ister, onunla gülmek, konuşmak, gittiği yolda önüne çıkıp bağırmak, haykırmak, onu uyarmak ister. Üzerine kapanarak onu her şeyden korumak... Aslında itiraf etmesi tuhaf olsa da bir şeyleri değiştirmek ister insan. Onun kaderini, dolayısıyla dünyanın kaderini!
Kitabın önsözü ile başlayan bu çarpıcı, büyüleyici, insanı allak bullak eden tempoyu, Kazancakis'in ruhundan ayrı ele almak mümkün değildir. "İçimde kötü olanın insansı, insan öncesi, ta ilkten var olan karanlık güçleri var. İçimde Tanrı'nın insansı, insan öncesi o nurlu güçleri de var. Ruhumsa bu iki ordunun karşılaşıp çarpıştığı savaş alanı" diye tanımlar kendini önsözde. Onun kavgası kendi iledir her şeyden önce. Hayatında özel bir yere oturttuğu Nietzsche gibi "iyinin ve kötünün ötesine" talip olan yüreği, ona İsa'nın hikâyesinde başka ihtimalleri duyurmuştur. Kilisenin onu afaroz etmesi ve kitabının yasaklanması ile sonuçlanacak tüm bu süreçten muradını, "Sevgiyle bu kitabı okuyacak her özgür insan, eskisinden daha çok, eskisinden çok daha iyi bir şekilde İsa’yı sevecektir" sözleriyle dile getirir.
Peki nedir şimşekleri bunca üzerine çeken?
İsa, Tanrı'nın iradesi ile Meryem'in rahminde patlayan bir tomurcuktur ancak Kazancakis, İsa'nın bir babası olduğuna ve bunun da marangoz Yusuf olduğuna işaret eder. Yusuf, kendisinden yaşça çok küçük olan Meryem ile evlendiği gün yıldırım çarpması sonucu felç kalmıştır. Meryem'in iffetine dair tartışılacak tek bir hususun olmaması gibi, İsa'nın babasının kim olduğu tartışılan bir konu değildir. Kitabın bazı yerlerinde ona "Marangozun oğlu" veya "Yusuf'un oğlu" diye hitap eden insanlar söz konusudur. Ve İsa, bir çarmıhçıdır! Marangozhanesinde yaptığı çarmıhlara Roma, isyancı Yahudileri vermektedir. Bu yüzden kendi insanları arasında nefret söylemine maruz kalmaktadır. Sessizdir. Neden çarmıh yaptığını soranlarla, ona sitem edenlerle tartışmaz. Ruhunun bedeninden ayrılıp seyran ettiği zamanlarda, hem ruhuna hem etine işlenen (gelecekte tellerin başına saplanacağı yerden acı duyar bir nöbetinde) o belirsiz bilgiyi kimseyle paylaşamasa da çarmıh yapmanın kaderi ile ilintisini seziyordur. Amcası Simun çocukluğundan beri onu sevgi ile, şefkat ile izlemekte ve onun özel bir insan olduğunu ruhuyla bilmektedir. Meryem, felçli bir adamın karısı ile lanetlenmiş bir çarmıhçının annesidir. Oğlunu taparcasına sevmekle birlikte çilekeş ve bezgin bir kadındır. İsa'yı hayatta en iyi anlayan kişi saygın ve sevilen, gördüğü değere layık bir Yahudi din adamı olan amcası Simun'dur. İsa, Simun'un kızı Maria Magdalena'ya aşıktır. Ona hissettiği duygu yoğunluğu yüzünden bayılabilen bir insandır. Çocukluğundan beri heyecanının nirengi noktasında yaşadığı bir sorundur bu. Epilepsi nöbetini andırır. İnsanlar onun bu yönü ile de acımasızca dalga geçerler. Utangaçtır İsa, çünkü utanç duygusu kodlanmaktadır toplum tarafından zihnine.
Maria Magdelena ile ilişkisi, tüm zamanların algılarının ötesindedir. Çocukluklarından beri ikisi de birbirini sevmektedir ancak İsa'nın çekingen yapısı sebebiyle evlenememişlerdir. Maria, birtakım kötü olayların arka arkaya gelişi ile "fahişe" olarak tanınmasına sebep olan hayat akışında bulur kendini. Babası saygın bir din adamı, sevdiği adam İsa'dır. Maria, güzel olduğu kadar zeki ve cesur bir kadındır. İçinde bulunduğu durum bir utanç ise bunun tek sorumlusunun kendisinin olmadığı gerçeğini insanların yüzüne vurarak yaşamakta, bulunduğu her yerde algıları alaşağı etmektedir. İsa'nın, onu görebilmek ve yıllar önce onunla evlenmeyerek kırdığına inandığı gönlünü tamir etmek için bir gün boyunca müşterileri ile mesaisinin bitmesini beklediği sahne çok çarpıcıdır. İçeri girdiği anda Maria herkese sunduğu çıplak bedenini onun gözlerinden, İsa da gözlerini onun çıplak bedeninden sakınır. Maria, İsa'ya duygu ve arzularını bastırarak ondan uzak durmayı tercih ettiğini düşündüğü için tepkilidir, ancak onu tüm ruhu ile sevmeye devam etmektedir. Nitekim İsa'ya ilk inananlardan olduğu gibi, ölümünü sezinleyen ilk kişi de o olacaktır. Parfüm şişesini yere çalarak İsa'nın ayaklarını, bir daha dönmeyeceğini hissederek, gözleri yaşlı mesh ederken İsa onun için, "İnsan zihninden hızlı kadın yüreği vardır" diyecektir. Çarmıha gerildiği esnada gözünün önünden akan "başka bir hayat mümkün müydü" senaryolarında, duygularıyla boğuştuğu yıllardan sonra nefsini yenmeyi başarabilen o sade adamın, yanındaki ilk insan yine Maria'dır.
Havarilere dair çarpıcı fikir yürütmeleri ile karşı karşıya bırakır insanı Kazancakis. Hepsi farklı noktalarda zaaflı birer insandır. Onu ihbar eden Yahuda ile ilişkisi bir ihanete değil karşılıklı sorumluluk esasına dayanmaktadır. İncil'in yazım hikâyesine dair de fikir yürüten Kazancakis, Matta'nın amaç dışı tahribat boyutuna dikkat çekmek ister. Vaftizci Yahya'nın ona kattıkları kısımdaki şu söyleyiş, edebi açıdan ayrı bir zirvedir:
"...Ama Tanrı'nın zihni korkunç bir uçurumdur, sevgisi korkunç bir uçurumdur. Bir dünya eker, tam meyve vermek üzereyken onu yok edip yenisini diker... Vaftizcinin sözünü hatırladı. Kim bilir, sevgi belki de balta taşırdı."
İki bin yıllık kabulün üzerine bunca fikir yürütmek elbette hoş karşılanmamış, hem kitap hem yazarı ağır ithamlarla afaroz edilmişti. Ancak tüm bunlara rağmen amacına ulaşmıştı: Kitabı okuyan özgür ruhlu insanlar "Ateş olaydım yakardım, oduncu olaydım vururdum. Ama ben bir yüreğim, seviyorum" diyen İsa'yı öğretilen sevme biçimlerinin dışında Kazancakis'in gözleri ile bir kat daha sevmişti.
Nikos Kazancakis'in doğduğu ay olan şubatta, çok yönlü kişiliğine saygıyla...