Dünkü “İşçi sınıfının Cumhuriyet’le imtihanı” başlıklı yazımızda, 1923-1960 dönemini kısaca değerlendirmeğe çalıştık. Bugün hem Türkiye siyasal tarihi, hem de işçi hareketi açısından özgün bir yeri bulunan 1960-1980 dönemini incelemeye çalışacağız.
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi, Demokrat Parti (DP) iktidarına son verdiği gibi sosyal ve sendikal hakları içeren 1961 Anayasası’nın oluşumuna da olanak sağlamıştır. DP, 1950-1960 döneminde daha çok ticaret sermayesi ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını gözeten bir politika izledi. Menderes iktidarının izlediği sermaye birikim modeli tıkandı.
Sonuçta dünya koşullarına da uygun olarak ithal ikameci denilen ve yerli sanayi sermayesine montaj olanağı sağlayan bir modele geçilmesi gerekiyordu. 27 Mayıs darbesiyle birlikte sanayi burjuvazisi, daha etkin bir rol aldı.
İthal ikameci model, iç pazarın canlandırılmasına dayandığından çalışanların satın alma gücünün artırılması önemliydi. Bu açıdan da 1961 Anayasası ile birlikte işçi ve memurlara sendikal ve sosyal güvenlik hakları tanındı.
Kuşkusuz grevli toplu sözleşme hakkının fiilen yasalarda yer alması için işçi sınıfının mücadelesi de etkili oldu. Aralık 1961 Saraçhane mitingi, 1963 Kavel direnişi gibi eylemler, bu hakların yasallık kazanmasına ve hayata geçirilmesine büyük katkı yaptı.
DP dönemindeki anti-demokratik uygulamalar ve baskılar, 1960 sonrasının görece daha demokratik gelişmelere sebebiyet verdi, 1961 Anayasası daha özgürlükçü bir anayasa olarak yürürlüğe girdi. Sol yayınların yaygınlaşması, Türkiye İşçi Partisi (TİP) gibi sosyalist nitelikteki partilerin kurulmasının zemini oluştu. İlerici öğrenci hareketleri, toplumu etkiledi.
SENDİKALAŞMA VE GREV HAKKI
1961 Anayasası ile sendikalaşma ve grev hakkı tanındı. 1963 yılında 274 ve 275 sayılı sendikal yasalar çıkarıldı. Anayasa ve sendikal yasalar, sendikaların siyasetle uğraşma yasağına yer vermedi.
Sadece sendikaların siyasi partilerle mali ve organik ilişki kurmasını yasakladı. 1964’te SSK Yasası, 1971’de de 1475 sayılı İş Kanunu yürürlüğe girdi. Kıdem tazminatı hakkı yılda 30 günlük ücret düzeyine yükseltildi.
Türkiye’de sanayileşmenin gecikmesi, küçük ölçekli işyerlerinin fazlalığı, sınıf mücadele geleneğinin eksikliği ve demokrasinin yeterince gelişmemesi, sendikal hareketi de belirlemiştir.
Batı’da işçi sınıfı, demokrasinin gelişmesine doğrudan katkıda bulunurken Türkiye’de böyle bir süreç tam anlamıyla izlenememiştir. Bununla birlikte işçi hareketi, demokratik reformlardan yararlanmıştır.
Bu dönemde siyasal alandaki parçalanmışlık ve ideolojik görüş farklılıkları, sendikal platforma da yansımış; sendikaların sayısında artışlar ve konfederasyonlarda bölünmeler yaşanmaya başlamıştır.
DİSK’İN KURULUŞU
Türk-İş’in mesleki fonksiyonları ağır basan pragmatik bir sendikacılık anlayışına ağırlık vermesi ve partilerüstü bir politikayı benimsemesi sonucu, 1967 yılında Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur.
Demokratik kitle ve sınıf sendikacılığını benimseyen DİSK, işçi sınıfının ekonomik mücadelesinin yanında siyasal ve ideolojik açıdan da mücadele edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Siyasi parti-sendika ilişkisi açısından da Batı ülkelerindeki gelişmenin tersine Türkiye’de önce siyasi partiler daha sonra sendikalar ortaya çıkmıştır. Sol hareket açısından da bakıldığında, önce 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuş, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kuruluşu ise 1967’de gerçekleşmiştir.
Türk-İş, 1960’lı yıllarda “partilerüstü politikayı” benimserken daha sonra merkez bir çizgiyi izlemiştir. DİSK ise başlangıçta TİP’e yakın olmuş, daha sonra da CHP’ye destek vermiştir. 1962’ten itibaren ABD’nin Türk-İş’e ilgi gösterdiği ve bu konfederasyona bağlı çok sayıda sendikacının Amerika’ya eğitime gittiği görülür.
1970 yılında Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK), 1976’da da Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) kurulmuştur. MİSK, MHP ile Hak-İş ise, MSP ile yakın ilişki içinde olmuştur.
SİYASAL SENDİKACILIK
1975-1980 dönemine bir bütün olarak bakıldığında siyasal sendikacılığın ön planda olduğu görülür.
15-16 Haziran 1970 olayları, sendikal haklar açısından işçi sınıfının önemli bir mücadelesini simgelemektedir. Sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan ve DİSK’in güçsüz hale gelmesini amaçlayan 1317 sayılı yasaya karşı Türkiye’de ilk kez sendikal hakları için mücadele eden bir sınıf hareketi meydana geldi.
İstanbul ve Kocaeli’nde yüzbinlerce işçi yürüdü, fabrikalar işgal edildi. Olaylar sonucunda 3’ü işçi olmak üzere 5 kişi öldü, sıkıyönetim ilan edildi, DİSK yöneticileri tutuklandı.
1965 yılında çıkarılan 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile birlikte kamu görevlileri kendi örgütlerini kurmaya başlamışlardır. Ancak 12 Mart 1971 askeri muhtırası ile Anayasa’da değişiklik yapılarak memurların sendika hakkı ortadan kaldırılmış, süre gelen grevler de askıya alınmıştır.
12 Mart’a giden süreçte Türk-İş içerisinde “sosyal demokrat sendikacılık” da belli bir çıkış yapmış, ancak yönetimi değiştirememiştir. Sosyal demokrat hareket içinde yer alan Genel-İş ve Oleyis sendikaları daha sonra DİSK’e katılmışlardır. Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk’ün 1977’de DİSK Genel Başkanlığı’na seçilmesiyle birlikte bu konfederasyon CHP’ye doğru yönelmiştir.
Bu arada yasaklanmış olan Türkiye Komünist Partisi (TKP), 1975’te DİSK’te etkinlik sağladı, bir demokratik kitle örgütü olması gereken DİSK’e bir siyasi parti misyonu verilmeye çalışıldı. Bu durum DİSK’te sancılara yol açtı, 1977’de Abdullah Baştürk’ün işbaşına gelmesiyle birlikte TKP’li kadrolar tasfiye edildi.
1 MAYIS KATLİAMI (1977)
1975-1980 döneminde işçi sınıfının mücadelesi yükseldi, grevler arttı. İşçi sınıfının yükselen mücadelesi üzerine 1 Mayıs 1977’de Taksim’de 34 kişinin öldüğü bir katliam gerçekleşti. Böylece toplumsal muhalefeti etkisiz hale getirmek için 1980 askeri darbesine giden provokasyonlar ve hazırlıklar başlatılmış oldu.
24 Ocak 1980 kararlarıyla sendikal hakların kısıtlanması gündeme geldi. Ülkedeki ekonomik kriz, ardından siyasal kriz, parlamentonun Cumhurbaşkanı’nı bir türlü seçemeyişi, günde 10-15 kişinin silahlı çatışmada öldürülmesi, sermaye sınıfının yeni bir sermaye birikim modeline ihtiyacı, 12 Eylül 1980 darbesine giden yolları döşemiştir.
12 Eylül askeri darbesinde ABD’nin büyük rolü olmuştur. Nitekim darbenin gerçekleşmesiyle birlikte CIA’in Türkiye İstasyon şefini Paul Henze’nin ABD Başkanı Carter’ı bilgilendirirken “Bizim çocuklar başardı” sözleri bunun kanıtı olarak değerlendirilebilir.
12 Eylül darbesi, ücretleri baskı altına alan ihracata dönük sanayileşme modelinin uygulanmasına, ilerici, devrimci sendikal hareketin çökertilmesine, sol, sosyalist düşüncenin saf dışı bırakılmasına yol açmıştır. Dünya ve Türkiye, neoliberalizm adı altında yeni bir karabasana doğru ilerleyecektir…
Öte yandan işçi sınıfının ve sendikal hareketin askeri darbelere karşı ve daha genel anlamda da ülke düzeyinde etkisiz kalmasında, bir blok olarak hareket etmemesi ve sınıfın bütününü kapsayacak bir sendikal ve siyasal kültürün ve politik önderliğin zayıflığı önemli ölçüde rol oynamıştır, denebilir…
YARIN: 1980 sonrası dönem...