Fuar alanının önünde beklemeye başladık. İngiliz ekip geldi birlikte çalıştığımız. 4-5 tır geldi yine İngiltere’den. Orada yapılıyor her şey. Boşaltacağız, taşıyacağız, monte edeceğiz, sonra sökeceğiz, parçalayıp kıracağız, konteynerlere doldurup çöpe atacağız. 9 milyon Euro attık geçen yıl.
Herkes uykulu metroda. Koltuk aralarına dökülmüş uyku, kıyafetlere bulaşmış, sağım solum rüyalar, yorumsuz. Hep işçi kıyafeti insanların üzerinde, yakalara ırkçılık yapmadan bu dediğim. Sarı yelekleri sırtında bazılarının, kaskları elinde. Mika kasklar ama işe yarıyorlar, ufak şeyler de tabii ki, ah iyi ki takmışım, dedirtir insana, çığda filan işe yaramaz...
-Neden hep yoksullar ölür toplu halde? -Bir başka yazıda da sormuştum- Yani hiç toplu halde ölen zenginler duydunuz mu? Çok miktarda dolardan bulaşmış bir virüs? Aşırı konfordan hayatını kaybetmiş yedi dolar milyarderi? Üstüne dolar balyaları devrilmiş müteahhit ya da Euro heyelanı…
Bir kafe. Arturo’yu bekliyorum birlikte çalıştıklarımızdan, yarı Ukraynalı yarı Gineli, genleri siyahta karar kılmış. Herkes kahveye yatırıyor uykusunu burada, kafein iyi bir şey. "Okudun mu haberi?" diyor Arturo, güvenlik ayakkabısını ona vermiştim Fransa’dan dönerken eşi kışlıkları çıkartırken atmış, bizim değil, diye. Uçları delinmişti zaten. Biraz ama. "Hangi haber?" diyorum. "Ukrayna’da" diyor. "Birisi ATM’ye bomba koymuş, patlayınca paraları kapışmış herkes". Beğeniyoruz ikimiz de bunu. Gülüyoruz içten. Her zaman güzel bir şeydir banka soymak. Bir Robin Hood öyküsü bu. Daha doğrudan dağıtıyor, daha pratik ve ATM’ler para çekilmek için yapılmamış mıdır zaten? Plastik kart ya da el yapımı bomba. Ne fark eder…
⁃Çekiç ve çivi aldım Zeyno’ya. Bir de su terazisi. Herkesin çivi çakmayı bilmesi lazım. Deniz kenarında fırtınadan karaya vurmuş ağaç parçalarından topladım. Büyükçe. Hele birini omzumda zor taşıdım. İyi çivi çakıyor Zeyno. Böylece kendi evimizi kendimiz yapabiliyoruz dedim. Bankalara ihtiyacımız olmaz ev sahibi olmak için. Sonra da herkese dağıtırız, dedi Zeyno. Kime çektiyse bilmiyorum. Bask’a giderken, yol kenarında ormanlara bakarken, “Bak baba güzel burası, boşluklar var oraya yapabiliriz evi” dedi. Mülkiyeti anlatmak gerekir mi bilmiyorum. Henüz beş yaşında böyle kötü şeylerden kaçınmak lazım bence.
Fuar alanının önünde beklemeye başladık. İngiliz ekip geldi birlikte çalıştığımız. 4-5 tır geldi yine İngiltere’den. Orada yapılıyor her şey. Boşaltacağız, taşıyacağız, monte edeceğiz, sonra sökeceğiz, parçalayıp kıracağız, konteynerlere doldurup çöpe atacağız. 9 milyon Euro attık geçen yıl.
Cannes’da da aynı. Senaryosunu da yazıyorum, bir işçi filmi. İşçilik yapmadan, işçi filmi yapılamaz bence. Dün İtziar’a söyledim bizim ‘Grev’ sahnelerini konuşurken. O filmde de oynarım, dedi La Casa Papel’in Lizbon’u.
-Bir işçi filmi, işçilik yapmadan olmaz diye düşünüyorum.-
Sonra haber geldi. Beş çok büyük firma çekilmiş fuardan, korana virüsü yüzünden. Bu hastalıkla ilgili bir şeyler saklıyorlar ya bizden…
Tırlar ve diğer işçiler geri döndü İngiltere’ye.
Biz bir bara gidip bira içtik. Nerede bir ATM var onu konuştuk…