İşçileşen öğrenciler, öğrencisiz derslikler: Üniversitede ne oluyor?

Öğrenci işçileşmesinin had safhaya ulaştığını, her geçen gün kısmi zamanlı öğrenciliğin, tam zamanlı çalışmanın yaygınlaştığını koca bir iç burukluğuyla söyleyebiliriz.

Abone ol

Geçtiğimiz günlerde İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in katledilmesinin ardından yurdun dört bir köşesinden üniversite öğrencilerinin kampüslerde bir araya gelerek seslerini yükselttiklerine tanık olduk. Onlarca üniversitede düzenlenen ve binlerce üniversiteli gencin katıldığı eylemlerde en çarpıcı pankartlardan birinde “öfkeni diri, başını dik tut” sözleri yer alıyordu. Böylesi günlerde gençlerin bir araya gelmesi, omuz omuza bir mücadeleyi yükseltmesi ve bu artık akıl erdiremediğimiz düzene itiraz etmesi, her birimizin gururdan gözünü dolduracak cinsten olsa da gençlerin yükselttikleri sesleri ne kadar duyuyor ve içlerinde bulundukları koşullardan ne kadar haberdarız soruları da yanıtlanmayı bekliyor.

Son yıllarda Türkiye’de üniversitelerin durumu herkesin malumu. Bir yanda KHK’lerle akademisyen ihraçları, diğer yanda bizzat Anayasa Mahkemesi’nin aykırı bulmasına rağmen atanan kayyumlar, öte yanda ekonomik gidişata pek tabii paralel olarak vuku bulan yoksulluk ve daha üniversite yıllarında işçileşen gençler. Üniversite öğrencilerinin Türkiye tarihindeki en zor dönemlerinden birini yaşadığını söylesek herhalde yanlış olmaz. Öyle ki bu zor koşullarda eğitim hayatını sürdürmeye çalışanlar bir tarafta, eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalan yüz binler öte tarafta. YÖKAK verilerine göre son üç yılda 878 bin 909 öğrencinin eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldığını biliyoruz.

Tüm bunlara karşın üniversitelerdeki hareketliliğin bir biçimde devam ettiğini, yakın zamanda devam eden Boğaziçi direnişi de ODTÜ şenlik eylemleri de diğer pek çok üniversitede özellikle zamlara karşı yapılan eylemler de bize gösteriyor. Gençlerin yükselttikleri sesi duymanın ilk adımı da onların sorunlarını anlamak ve anlatacakları alanları yaratmaktan geçiyor. Tam da buradan hareketle Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Üniversiteler Şubesi geçtiğimiz günlerde “Üniversite Öğrencilerinin Sorunları Araştırması” başlıklı bir rapor yayımladı. Bu araştırmanın çıkış noktası, akademideki sorunların üniversite öğrencilerinin sorunlarından ayrı olarak ele alınamayacağı fikrine dayanıyor. Araştırma kapsamında internet ortamı üzerinden iletilen bir soru kağıdı ile çeşitli kentlerden üniversiteli 279 gence ulaşıldı. Gelin, Türkiye’de üniversiteli gençlerin sorunlarına bir kez de bu rapor ışığında göz atalım.

TÜRKİYE’DE ÖĞRENCİ YOKSULLUĞU

Türkiye’de güncel ekonomik durumda özellikle şehir dışında üniversite okumanın zorlaştığını, geçim derdinin üniversite öğrencileri için hiç olmadığı kadar yakıcı bir hale geldiğini ve öğrenciler arasında çalışmanın yaygınlaştığını biliyoruz. Az önce de bahsettiğimiz gibi bu tablo, son yıllarda neredeyse bir milyon öğrencinin eğitim hayatına son vermesine neden olmuş durumda. Öyle ki son dönemdeki akademisyen toplantılarında da bir gündem başlığı olarak çalışmak zorunda kalan öğrencilerin derslere devam edememesi yer alıyor. Öğrencilerin işçileşmesi olarak da tarif edilen bu durumu, araştırma kapsamında öğrencilere yöneltilen geçim kaynağı sorusuna verilen yanıtlardan hareketle görebiliyoruz. Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerinin yaklaşık yarısı geçimini ailesinin karşıladığını, üçte biri burs ya da kredilerle ve yaklaşık yüzde 15’i ise çalışarak eğitim hayatlarını sürdürdüğünü belirtmekteler. Bununla birlikte aylık gelirinin masraflarını karşılamadığını söyleyenlerin oranı yüzde 58, ailesine yük olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 67 düzeyinde. Haliyle öğrencilerin pek çoğundan ekonomik nedenlerle sinema, tiyatro gibi faaliyetlere katılamadıklarını, sağlıklı beslenemediklerini, şehirlerarası ulaşım pahalı olduğu için istedikleri zaman memleketlerine gidemediklerini duymak da şaşırtıcı değil. Ekonomik sorunlara ilişkin en çarpıcı veri ise gençlerin gelecekte iş bulamayacağı endişesine ilişkin. Son yıllarda giderek artan genç işsizliğiyle de tutarlı biçimde, bu endişenin her 10 üniversiteliden en az 7’sinde olduğunu görüyoruz.

İKİ TEMEL HAK İHLALİ: BARINMA VE BESLENME

Öte yandan üniversite öğrencileri için öne çıkan diğer başlıklar barınma ve beslenme sorunları olarak karşımıza çıkıyor. 2021 yılında ortaya çıkan ve barınma sorununu görünür kılmak için bir araya gelen Barınamıyoruz Hareketi’ni herkes hatırlayacaktır. Artan kiralar, yurt sayılarındaki ve kapasitelerindeki yetersizlik, devletin bu tabloda üzerine düşen görevi tabiri caizse bile isteye yerine getirmemesi ve nihayetinde öğrencilerin ya pahalı kiralık evlere ya da tarikat yurtlarına mecbur bırakılması, bugünün üniversitelilerinin başat sorunlarından birini oluşturuyor. Elimizdeki veriler de bu tabloyu gözler önüne serer nitelikte. Raporda da geçtiği üzere, 2006 yılında 77 olan üniversite sayısının AKP’nin “her ilde üniversite” politikasıyla 206’ya ulaştığı bugünlerde, yaklaşık 7 milyon üniversite öğrencisinin bulunduğu Türkiye’de Kredi Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtların öğrenci kapasitesi 1 milyonu dahi bulmuyor. Bu koşullar altında, son yıllarda konut piyasasının geldiği durumun da etkisiyle öğrenciler, genellikle okullarına uzak olsa da daha uygun olduğu için kentin çeperlerinde barınmak zorunda kalıyorlar. Ayrıca devlet yurdu yetersizliğine çözüm olarak yeni yurtlar yapılması yerine mevcut yurtların yatakhanelerinin kalabalıklaştırılması nedeniyle sağlıklı bir yaşam ortamından mahrum kaldıkları da devlet yurdunda kalabilen öğrencilerin şikayetleri arasında.

Üniversite öğrencileri için bir diğer önemli sorun ise beslenmeye ilişkin. Özellikle ekonomik sorunlarla ilişkilendirilen beslenme sorununa baktığımızda, araştırmaya katılan her üç öğrenciden ikisinin ana öğünlerinden en az birini atladığını öğreniyoruz. Öğrencilerin yarısı okullarda ve yurtlarda verilen yemeklerin sağlıklı ya da doyurucu olmadığını ve genel çerçevede her 10 öğrenciden 7’si yeterli ve dengeli beslenemediklerini düşünüyorlar. Bu bağlamda üniversite yemekhanelerinde yemek ücretlerine peşi sıra getirilen zamların ve kampüslerde öğrenci dostu mekanlar yerine üniversite kantinlerine beş benzemez pahalı mekanların açılmasının da bu durumun sebepleri arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Öğrencilerin sağlıklı ve doyurucu yemeğe erişimlerinin olmamasının arkasında, atanan kayyum rektörlerin üniversiteleri birer şirket gibi görmesi ve öğrencilerin ihtiyaçlarını gözetmek yerine kâr etmek gibi kamu üniversitesi ile bağdaşmayan bir motto ile hareket etmesinin yattığını eklememiz gerekir.

YAYGIN BAŞARISIZLIK ENDİŞESİ

Araştırmanın sunduğu çarpıcı verilerden bir diğeri, öğrencilerin yarısından fazlasının başarılı olamayacağından endişe duyması. Raporda, üniversitede yaşanacak başarısız olmaya dair kaygının; aileye bağımlılığı devamlı kılma, memleketi dışında okuyan öğrenciler için memleketlerine dönmek zorunda kalma, hayali kurulan bağımsız yetişkin hayatından mahrum kalma olasılıklarını da beraberinde getirmesinden kaynaklanabileceği belirtiliyor. Üniversitede başarısız olma endişesinin, bağımsız bir yetişkin olma ideali ve bu ideali gerçekleştirememe kaygısı ile örtüştüğü söylenebilir. Öte yandan, raporda da yer verildiği üzere, araştırmaya katılan kadın öğrenciler bu endişeyi daha fazla dile getirmekte. Buradan hareketle kadın öğrencilerin muhtemel bir başarısızlığın sonuçlarını kendi yaşamları adına daha riskli gördükleri söylenebilir. Olası bir başarısızlığın ailede ve kendi hayatında söz hakkına sahip olmakta güçlük çekmek, aileden bağımsız bir hayat kurmakta zorluk yaşamak ve hatta evlilik gibi kararların alternatif olarak kendini dayatması vb. pek çok sorunu peşi sıra getirebileceğini düşünmemiz mümkün. Tam da bu gerekçe ile her ne kadar üniversitenin sınıf atlama ve mevcut hayat standartlarını yükseltme bağlamında eski gücünü ve anlamını oldukça yitirdiğinden son zamanlarda sıkça söz edilse de üniversiteli gençler arasında üniversite başarısının önem arz ettiğini ve bağımsız bir yetişkin olma idealinde bir yeri olduğunu söylemek sanıyorum yanlış olmayacaktır.

Toparlamak gerekirse bugün Türkiye’de üniversite okumanın hiç olmadığı kadar zor olduğunu, üniversite öğrencilerinin eğitim hayatlarının geçim sıkıntısı nedeniyle sekteye uğradığını, üniversiteyi üniversite, üniversiteliyi üniversiteli yapan pek çok unsurun esamisinin okunmadığını, üniversiteli genç yoksulluğunun ve öğrenci işçileşmesinin had safhaya ulaştığını, geçmişte eğitimini sürdürürken kısmi zamanlı olarak çalışma yaygınken, her geçen gün kısmi zamanlı öğrenciliğin, tam zamanlı çalışmanın yaygınlaştığını koca bir iç burukluğuyla söyleyebiliriz. Eğitimin ve emeğin anlamının sorgulandığı bugünlerde gençlerin sesine ve haklı taleplerine kulak, mücadelelerine omuz vermek, akademinin ve emek örgütlerinin üzerine düşen sorumlulukların arasında olsa gerek.

Araştırma Görevlisi