Işığı yutan gölgeler: Minnina Işıkları Kapama
Yazar Özge Doğar’ın ‘Minnina Işıkları Kapama’ kitabı Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Doğar, annelik kavramını irdelediği kitapta, kadının toplumsal rolünü de sorguluyor.
Uğur Portakal
Yazar Özge Doğar’ın ‘Minnina Işıkları Kapama’ kitabında Ece karakterini besleyerek hayatımıza dâhil ettiği bu çarpıcı hikâye ve hikâyedeki diğer kahramanlar, her gün yanı başımızda aynı kültürü, ritüelleri paylaştığımız ve birbirinin benzeri kült inançlarla iç içe yaşadığımız toplumun yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Yazar, kırık bir ayna gibi kendimizle yüzleşmemizde okuru sorguya çekerken ve nihayetinde evrensel ahlakın ve de çağımızın çığ gibi büyüyen, susturulmak zorunda kalmış büyük adamların küçük kadınlarından ya da küçük oğlanlarından yola çıkarak, daha önce yazılanlar üzerine tekrara düşülmemiş yeni bir romanla hayatımıza 'merhaba' dedi.
Çukurova’dan İstanbul’a göç eden bu hikâyede, metinler arası yolculukta pamuk tarlasındaki kozaların bereketinin azaldığını, eski diye tabir ettiğimiz insanların toprakla hemhal ve büyük bir tevazu ile teknoloji çağında dahi kendi öz benliklerini kaybetmeden insanlığa uzaktan tıpkı bir sis perdesinin ardından baktıklarını görür gibi oluyoruz.
Neredeyse her gün televizyon ve gazetelerde onlarcasını izleyip-okuduğumuz ensest hikâyelerini birkaç akrep-yelkovan kovalamacası arasında sindirip unuturken, bu tür travmatik hikâyelerin bunu yaşamış olan küçücük çocukların hayatında ne denli ağır bedelleri olduğunun farkında bile değiliz. Ya da farkındaysak da ağzı kapatılarak, gözü korkutularak susturulmuş onlarca çocuğun kimler olduğunu dahi bilmiyoruz. Yazar bu bağlamda konu aldığı hikâyeyle beyaz dişlerimizin ardındaki çürüklerle olan savaşımızı işaret ediyor.
Ece karakteri, başarılı bir doktor olarak topluma kısmen empoze edilmiş olsa da geçmişinden gelen ve peşini son ana dek bırakmayan travmatik gölgelerin içsel karmaşasıyla sık sık oyunlar oynadığı ve gölgelerin ışığı her defasında yuttuğu çarpıtıcı bir olay örgüsüyle yer yer büyümek ve kadınlığını keşfetmek için çırpınan, bazen de çocukken sırtını yasladığı rutubetli banyo duvarlarının soğukluğunda üşüyen, her gün yolda rastlaştığımız onlarca kadından sadece biri.
Sırtına düşmüş dağlardan kurtulamayan Ece’nin sırtındaki dağları yeşertmeye karar vermesiyle kâh tökezleyip kâh belli bir ritimde ahengini yakalamasına ramak kala karşımıza çıkan Meral karakteri de toplumumuz içerisinde kendi hemcinslerine yapabileceği en büyük kötülüklerden biriyle; dostu Ece’nin erkek arkadaşı Mehmet ile aynı yatağı paylaşmasıyla Ece’nin travmalarına bir yenisini ekliyor.
Özge Doğar’ın hikâyede Anadolu kadını görevini verdiği Adile annenin ise hikâyenin başından sonuna kadar Ece için çırpınışlarını, yaralarını sabırla sarmaya çalışmasını, küçücük bir kız çocuğunun içinden büyük bir kadın çıkarmaya çalışmadan büyük bir tevazu ve erdemle kendi kişisel menkıbesine ulaştığını görüyoruz.
Z kuşağından Alfa kuşağına doğru ilerlediğimiz bu yıllarda ‘Adile Anne’ gibi karakterlerin özellikle bu kuşaklar için geçmişe bakıldığında örnek alınabilecek karakterler olarak romana konu olması elzemdir. Özge Doğar, bu bağlamda geleceğe ışık tutarak aslında edebiyat ve yazın hayatında belki de filizlerini dahi göremeyeceği tohumlar bırakıyor gelecek kuşaklara.
Evrenin kendi algoritmalarını ilmek ilmek dokuyarak ulaşıp bir araya getirdiği Alper ve Ece, dilimize pelesenk olmuş tesadüf kelimesinin aslında içi boş bir kavram olarak zihinlerimizi meşgul ettiğinin ispatıdır. Kitabı sosyal medyada ilk gördüğümde de, sonrasında elime alıp mistik bir etkileşimle fısıltısını duyduğumda da yazarın her şeyden önce neden 'Minnina Işıkları Kapama' dediğini merak etmiştim. Epeyce bir zamandır ‘MİNNİNA’ gibi birleştirici bir kelimeyle karşılaşmamakla beraber; iyilerin safında ‘MİNNİNA’ olmayı yeğledim hikâye boyunca.
Epeyce bir zamandır sokaklarda, site içerisinde bahçede cıvıldayıp koşturan ve bizlere bakarken büyümenin keşfini yapmaya çalışan komşu çocuklarına, mahallelimizin kimi kıvırcık, kimi saçları bukle bukle, kimi hınzır çocuklarına bakıp tebessüm dahi edemiyoruz. Toplum algısının kötü düşüncelere evrildiği, büyüklerin artık çocukları saf bir masumiyetle sevebileceğine inanabilecek yüreklerin çoktan katar katar göç yaşadığı bir çağın kapısında olduğumuzu ‘Minnina Işıkları Kapama’ isimli bu romanda şubat soğuğu gibi yüzümüze vuruyor Özge Doğar.
Hikâyeyle bütünleşmiş, okuyucuya derinlerden seslenerek sorgusuz yaşayan üst hayatın insanlarına doğru bir köprü atıyor. Kadın imgesinin açmazları arasında sıkışıp kalmış Ece’nin, Avukat Cavidan karakterinin ruhundaki tomurcuk kalarak açamamış çiçeğe dokunmasıyla tensel bir duyumsamayı ve ilk kadınsı arzusunu tetikleyen anı tıpkı bir küstüm çiçeği yaprağı gibi öze dönüşünün ilk kapanması olarak gerçekleştiriyor.
Bunların yanı sıra özenle ve kararında serpiştirilmiş mitolojik hikâyelerle de okurun metinler arasında arada bir soluklanmasını sağlıyor. Rengârenk Taksim Meydanı’nın Anadolu’nun kültürel mirasıyla daha da renklendiği bir şafak vaktinde yardımlaşmanın, paylaşmanın ve “MİNNİNA” demenin; hızla geçip gittiğimiz bu hayattan enstantaneler olarak gerçek yaşamın asıl öyküsü olarak zihinlerde yer edeceğidir.
‘Minnina Işıkları Kapama’ isimli bu çarpıcı romanda göze çarpan bir başka unsur ise kadın karakterlerin baştan sona bir birleriyle olan dayanışma içgüdüsüdür. Feminizm akımının temel dinamiklerinin erkeği ötekileştirmeden, kendi haklarının eşitliğini esas alarak karşı cinsi de yermeden bu akımın gerçek bütünlüğünü bir x-ray cihazından geçirerek yeniden gözler önüne seriyor. Kadın olsun, erkek olsun “Minnina” demenin güzelliğini ve bütünleştiriciliğini bizlerle yalın bir anlatım ve çarpıcı bir hikâyeyle gözler önüne seriyor Doğar.
‘Minnina Işıkları Kapama’ yazarın, toplumda üstü örtülmeye çalışılıp, büyüklerin küçük çocukların itirafları karşısında parmak ısırdığı, anne-baba imgesinin karanlık taraflarında çocukların hiç büyüyemediğinin acı ama trajik ispatıdır.
Romanı bitirip kapağı kapadığımda buğulanmış gözlerle Ece ve Ece gibi hayatını dar bir halka içerisinde sürdürmeyi yeğleyen ve yaşamı boyunca içindeki ‘küçük kadınla’ savaşmak zorunda kalan tüm kadınlar için bir özrü borç bildim. Hepinizden, hepimiz adına özür diliyorum…