Işıl Kasapoğlu: Festivaller dünyanın daha güzel bir yer olmasını sağlar

Işıl Kasapoğlu'yla 27'nci İstanbul Tiyatro Festivali'ni konuştuk. Kasapoğlu, "Sanat yok oldukça toplumda kötülük yükselir, bunu fark ettiğimizde ise geç kalmış oluruz" dedi.

Abone ol

DUVAR - İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 27'nci İstanbul Tiyatro Festivali, bu akşam Zorlu PSM’de sahnelenecek Pina Bausch imzalı dans tiyatrosu 'Café Müller' ile başlıyor. Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde gerçekleşecek olan festival, 25 Kasım’a kadar sürecek.

19 tiyatro, performans ve dans gösterisinin yer aldığı 27'nci İstanbul Tiyatro Festivali programında, Türkiye’den 11; Almanya, İngiltere, Danimarka, Fransa, Gürcistan, İrlanda ve Yunanistan’dan toplam 8 yapım izleyiciyle buluşacak.

Işıl Kasapoğlu'yla festivali ve Türkiye’de sanatın en büyük derdini konuştuk. 

'TİYATROYLA DOLU BİR YAŞAM...'

50 yıla yakın zamandır sahnelerle iç içe bir yaşam sürüyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda neler görüyorsunuz?

Bir türlü geriye dönüp bakamıyorum ki. Korkuyorum. Yaşadıklarım çok güzeldi, kıskanıyorum. Ya bir daha yapamazsam... Tiyatroyla dolu bir yaşam… Ben gözlerimi gerçekten tiyatroyla açtım; Galatasaray Lisesi’nden bu yana, yarım asırdır, asistanlık yaptım, sahne sildim, kamyon yükledim, kamyon boşalttım, dekor kurdum, ışık yaptım, ses yaptım, oyuncu yönettim… Her şeyimle tiyatronun içine girdim. Bir ışıkçı kadar ışık, bir sesçi kadar ses öğrendim… Hayatımda başka da bir iş yapmadım, yapsaydım da beceremezdim zaten.

27'nci İstanbul Tiyatro Festivali, 25 Ekim-25 Kasım tarihleri arasında izleyiciyle buluşacak. Festivalin bu yılki ana teması nedir?

27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin ana teması yok, esas kahraman tema ya da slogan değil, festivalin kendisi, programı ve sahneleme biçimlerinin çeşitliliği bu yıl. İzleyicileri belgesel tiyatrodan klasik sahnelemelere, çağdaş danstan mask tiyatrosuna, kukla sinemasından mekana özgü eserlere, dans tiyatrosundan performatif enstalasyonlara uzanan geniş bir yelpazede eserler bekliyor festivalde. Bir ana tema yok ama programda bazı alt temalar var; örneğin “Bu İşte Bir Kadın Var” teması, konusunu kadın hikayelerinden alan ve/veya yazarı, yönetmeni, oyuncusu kadın olan oyunlardan bir seçki. Bu tema altındaki oyunlar, kadın üretiminin ve kadın bakış açısının daha görünür kılınmasını hedefliyor. Wajdi Mouawad’ın 'Kız Kardeşler’i ile yerli yapımlardan 'Flu Lysistrata' ve 'Sen Hamlet Değilsin' bu tema kapsamında izleyiciyle buluşacak. “Festival İstiklal’de” bir başka alt tema. Festival bu yıl, İstiklal Caddesi’nin cıvıltısına tiyatronun sihrini katıyor ve caddenin görkemli tarihinin tanığı olan birbirinden değerli mekanlarda geçmişimiz ile günümüz arasındaki bağları sorgulayan ve anlamlandıran oyunlar sunuyor. Bu tema altında izleyeceğimiz oyunlar ise; 'Büyük Zarifi Apartmanı', 'Çirkin', 'Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı' ve 'Ayazmanın Yılanı'.

Kız Kardeşler (Wajdi Mouawad)

'ZAMANIN RUHUNU YAKALAMAYA ÇALIŞTIK'

Festival, Türkiye’den ve yurt dışından toplam 19 tiyatro, performans ve dans gösterisine ev sahipliği yapacak. Küratörlük sürecini ve festivalin hazırlık aşamasını anlatır mısınız? Oyunları nasıl belirlediniz?

Programı belirlerken, zamanın ruhunu bulmaya, yakalamaya çalıştık diyebiliriz. Uluslararası yapımlar programını belirlemek için onlarca oyun izledik. Bu oyunların festival izleyicisine günümüze neler söyleyebileceği üzerine bolca tartıştık. Oyunların tek tek neler söylediği üzerine kafa yorarken bir de birbirleriyle nasıl konuştuğuna baktık. 'Café Müller' gibi bir klasiğin yanında 'Hofesh Shechter' gibi bir çağdaş eserin programda olması tesadüf değil. Wajdi Mouawad’ın 'Kız Kardeşler' ile altı yıl sonra festivali tekrar ziyareti, 'Baklava Cumhuriyeti', 'Ustalık Sınıfı' ve 'Düğün'ün günümüz toplumsal sorunlarına getirdiği muzip bakışlar…

Evet, ana tema yok ama bütün bu gösteriler bir yere toplandığında bize, izleyiciye bir şey söylüyor. Yerli yapımlar tarafında ise özellikle genç kuşağın ön planda olduğu bir program yapmayı arzulamıştık, öyle de oldu. Yerli yapımlar programındaki bütün eserler çok özgün ve sezona damgalarını vuracaklarına eminim.

Gösteriler bir ay boyunca İstanbul’un iki yakasında, 15 farklı mekanda izleyicilerle buluşacak. Oyunlar ve mekanlar arasında nasıl bir bağlantı kurdunuz?

Festival bu yıl, İstiklal Caddesi’nin cıvıltısına tiyatronun sihrini katıyor ve caddenin görkemli tarihinin tanığı olan birbirinden değerli mekanlarda geçmişimiz ile günümüz arasındaki bağları sorgulayan ve anlamlandıran oyunlar sunuyor. H. Can Utku ve İlias Maroutsis’in yazdığı, İlyas Özçakır’ın tasarlayıp yönettiği, mekana özgü yaratılan 'Büyük Zarifi Apartmanı', 1-2-3-4-5 Kasım’da Büyük Zarifi Apartmanı’nda; Firuze Engin’in yazıp Güray Dinçol’un yönettiği, Anadolu’nun gelenek ve masallarından ilham alarak kurgulanan ve anlatı tiyatrosu ile interaktif enstalasyonu birleştiren 'Çirkin', 2-3-4-5 Kasım tarihlerinde Hope Alkazar’da; genç kuşağın üretkenlikleriyle dikkat çeken iki başarılı ismini, yazar-çevirmen-dramaturg Ferdi Çetin ile yönetmen-oyuncu Kayhan Berkin’i ilk kez bir araya getiren 'Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı' ise 3-4-5 Kasım tarihlerinde Metro Han’da izlenebilecek. Senarist ve oyuncu Ercan Kesal’in izleyicisiyle ilk kez tiyatro sahnesinde buluşacağı 'Ayazmanın Yılanı' ise 4 ve 5 Kasım’da Atlas 1948 Sineması’nda sahnelenecek.

Bunlara ek olarak, kapanış gösterisi 'İstanbul Mon Amour' da festivale özel kaçırılmaması gereken bir iş. Her yıl farklı konular ve mekanlar etrafında farklı yönetmenler ve topluluklarla tasarlanacak bu gösteri bu yıl Beyoğlu’ndaki mekanlara odaklanıyor.

İstanbul Mon Amour

'TÜRKİYE TİYATROSU DOKUZ YENİ METİN KAZANDI'

Festivalin yerli yapımlarında Türkiye tiyatrosundan genç kuşak yazarlar, yönetmenler ve oyuncular ile özgün ve yeni metinler öne çıkarken pek çok deneyimli oyuncu da izleyicilerle buluşacak. Bu yılki yerli yapımlar hakkında izlenimleriniz nedir?

Geçen yıl festivalde daha çok benim akranlarım oyunlar yapmıştı; bu yıl ise ağırlık gençlerde. Ercan Kesal, Nesrin Kazankaya, Bülent Emin Yarar, Çiçek Dilligil, Okan Bayülgen, Deniz Türkali, Meral Çetinkaya gibi isimlerin yanı sıra genç kuşaktan Ahmet Sami Özbudak, Kerem Pilavcı, Fehmi Karaarslan, Tülin Özen, Tansu Biçer, Nihal Yalçın, Onur Berk Arslanoğlu, Nergis Öztürk, Aslı İnandık, Okan Urun, Erol Babaoğlu, Deniz Madanoğlu, Sermet Yeşil ve daha birçok isim var ve birçok oyun ilk defa prömiyer yapıyor.

Programdaki 11 yerli oyununun dokuzu sadece bu festival için oluşturuldu ve yazıldı. Yani Türkiye tiyatrosu dokuz tane daha yeni metin kazandı. Bana festivaller ne işe yarar diye sorulduğunda işte bu tür işlere yarar diyorum. Yeni aktörler çıkarmaya, yeni yönetmenler, yeni oyunlar çıkarmaya yarar…

Yaklaşık 30 yıl önce Orhan Veli Kanık’ın ‘İstanbul’u Dinliyorum’ şiirinden esinlenerek tasarladığınız ‘İstanbul Mon Amour’ projesi, geçen yılın ardından bu yıl da izleyiciyle buluşacak. Nasıl bir proje bekliyor bizi?

Semaver Kumpanya’nın tasarladığı 'İstanbul Mon Amour' projesi, geçen yıl ilk kez festival izleyicisiyle buluştuğunda, tekrarı olmayan benzersiz bir deneyim yaşatmıştı. Bu deneyim artık her yıl farklı konular ve mekanlar etrafında farklı yönetmenler ve topluluklarla tasarlanacak. 'İstanbul Mon Amour - Beyoğlu' bu yıl Ahmet Sami Özbudak’ın araştırmaları, hayalleri ve çeşitli sanatçılarla yaratıcı işbirlikleri neticesinde kurguladığı, tiyatronun büyüsüyle sarmalanmış bir Beyoğlu’na götürecek izleyiciyi. Beyoğlu’nun üç Fransız lisesi, salonları, sınıfları, koridorlarıyla birer sahneye dönüşecek. Ahmet Sami Özbudak, bu projede birbirinden değerli yazarlar ve yönetmenlerle birlikte tekrarı ve hatta benzeri olmayacak bir deneyim yaşatacak izleyiciye.

'FESTİVALLER DÜNYANIN DAHA İYİ BİR YER OLMASINI SAĞLAR'

İstanbul Tiyatro Festivali’nin tiyatroya, kent kültürüne kazandırdıklarına dair neler söylemek istersiniz?

Festivaller bir kent için çok önemlidir. Sadece o ülkenin insanlarını beslemezler, evrenseldirler. Dünyanın herhangi bir yerinde yapılan bir kültür-sanat festivali tüm dünyayı besler, doyurur. Dünyanın daha iyi, daha güzel bir yer olmasını sağlar. İstanbul Tiyatro Festivali de işte bu festivallerden biri… 1989 yılından bu yana, hem izleyiciye hem de İstanbul’un tiyatro sahnesine farklı açılımlar kazandırıyor; ulusal ve uluslararası, klasik ve çağdaş yorumlar, her yıl festivalin merceğinden şehrin sahnelerine yansıyor. Festival, programıyla her yıl gösteri sanatları alanında ulusal ve uluslararası düzeydeki yeni yönelimleri ve çalışmaları izleyiciye sunuyor.

Düğün
'BİR KİŞİYE HAYAL KURDURABİLİRSEK TÜM TOPLUMA KURDURABİLİRİZ'

Festivalin tanıtım toplantısında yaptığınız konuşmada, “Hayal kurmaya ihtiyacımız var. Hayallerimizi öldürdüler, çiçekleri ezer gibi kuruttular” dediniz. Hayallerimize engel olanlar kimler? Türkiye’de sanatın en büyük derdi nedir?

Toplum olarak hayal kurmaya ihtiyacımız var. Bize sunulandan fazlasına cüret etmek, ortak hafızamızı canlandırmak, yeniden cesaretlenmek, meydan okumak için… Hayallerimizi öldürdüler çünkü. Masal dinlemeye ihtiyacımız var, çocukken dinlediğimiz masalları yeniden duymaya… Çocuklarla anneler, babalar, anneanneler ilgileniyor. Bizler küçüklerin yanı sıra büyük çocuklarla da ilgilenmeliyiz. Onlara yeniden masallar anlatarak büyülü dünyaları anımsatmalıyız. Sanat yok oldukça toplumda kötülük yükselir, bunu fark ettiğimizde ise geç kalmış oluruz. Bunun yolu hayal kurmaktan geçiyor. Kahramanlara, mucizelere inanmaktan, düş kurmaktan… Bir kişiye hayal kurdurabilirsek tüm topluma kurdurabiliriz, bir kişi ya da bütün toplum aynı dünyanın oyuncuları.