Kürtleri devlet karşısında, Kürt kadınını Kürt erkeği karşısında edilgen gösteren, Kürt kadın hareketinin geniş kapasitesini yok etmek için devlet tarafından yürütülen sistematik operasyonları, kadınlara yönelik saldırıların faillerine yönelik sistematik cezasızlık politikasını görmezden gelen, ellerinde mum, bilinmezlikle, kuytulukla, karanlıkla özdeşleştirdikleri Kürt hanelerine birer kâşif edasıyla dalıp bu “keşiflerinden” pornografik bir haz duyarak ama her yeri dağıtmış olarak çıkanlar, Freud Sürçmesi gibi belli aralıklarla pörtleyiveriyor.
İslamcısından Kemalistine, laikinden şeriatçısına, “beyazından” “siyahına”, Türkçüsünden merkez sağcısına kadar, Barış Ünlü’nün kavramsallaştırmasıyla Türklük Sözleşmesi’nde buluşanların Kürtlere yaklaşımı, tipik sömürgeci “cehaletini” barındırıyor. Bu masum değil, bilinçli, tercih edilmiş, daha da ötesi işlevselleştirilen ve saldırı olarak kullanılan bir cehalet. Barış Ünlü bu “cehaleti” şöyle tarif ediyor: “Türklüğün negatif hâlleri olarak tarif edeceğim görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hâlleri birer eksiklik olarak görülebilir, fakat aslında birer imtiyazdır. Çünkü bir ülkede, herhangi bir ülkede, ancak egemen grubun görmeme, duymama, bilmeme, ilgilenmeme, duygulanmama hakkı ve daha önemlisi gücü vardır.”
İşte Işıl Özgentürk, Batman’la, Batmanlı kadınlarla ilgili gerçeği “bilmeme” gücünü buradan alıyor.
O yüzden Özgentürk’ün Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınladığı 'Porno çukurunda debeleniyoruz' başlıklı yazısı bir zavallılığın dışavurumu değil; seçilmiş, bilinçli, tercih edilmiş bir cehalete dayanılarak Kürtlere karşı yapılan ırkçı bir saldırıdır.
Özgentürk belki yarın bu yazısından ötürü özür de diler ama artık Freudyen dil sürçmesi gerçekleşti ve mesele özür dilemesi değil, bırakın yazdığı yazıyı yayınlamayı, yazdıklarını aklına bile getirmiş olmasıdır.
Ama 18 yaşındaki İpek Er’e tecavüz eden, onu ölüme sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan’ın suçunun silikleştirilmesi çabasının bir parçası gibi çukurdan önümüze atılıveren o yazı artık ortada.
Özgentürk, Cumhuriyet gazetesindeki yazısında, Türk ırkçılarının fantezi alanında sürekli beslenmiş olan, “o bölgeye” ilişkin bir “bilgiyi”, şöyle naklediyor: “Evet, Batman kadın intiharlarının en çok olduğu kenttir. O bölgeyi çok iyi bilen, bir öğretmen dostum şöyle anlatmıştı: ‘Buralarda kız çocuklarına hiç değer verilmez, babalar kız çocuklarını çocuktan saymaz, onlar okutulmazlar, mal gibi satılırlar. Mirastan onlara hiçbir pay düşmez. Herhangi bir beceri edinmeleri, yaşamlarını kendi ayakları üstünde sürdürmeleri için hiçbir yardım almazlar. Bu durumdaki genç kızların iki seçeneği vardır: Ya dağa çıkmak ya da kentlerinde görev yapan asker, bürokrat biriyle evlenerek kurtulmak. Bu nedenle pek çok genç kız umutsuzca kendini kandırır, evlilik hayalleri kurar ve ansızın bürokrat, asker bir başka bölgeye tayin olur gider. Çoğu bekâretini kaybetmiş genç kızlar için intihar, bir kurtuluş olur.”
“O bölgeyi çok iyi bilen bir öğretmen” dostunun safsatası karşısında utanmak şöyle dursun, bunu referans olarak alması ve hatta bir yazıda nakletmesi, Özgentürk’ün “bilinçli cehaletinin” bir parçası.
Özgentürk’ün bu manipülasyonu, Batman’daki intihar oranına ilişkin aleni yalanı sadece tecavüzcü uzman çavuşu kollayanlara verilmiş bir omuz desteği olarak okunamaz. Bu yazı sadece, ölüme sürüklenen İpek Er’e karşı yapılan suçu görmezden gelme, önemsizleştirme çabası da değil. Keza Özgentürk’ü “zavallı bir bunak” olarak yaftalamak da olayın üstünden atlamanın başka bir formülü. Oysa yukarıdaki ifadeler veya ona benzer her türden manipülasyon, aynı zamanda birer ırkçı saldırıdır.
Özgentürk’ün, intiharla sonuçlanan bir cinsel saldırıyı ve şiddeti porno üzerinden okumasına gelince... Şöyle diyor: “Şu anlattığım durum, bu güzel ülkenin porno çukurunda debelendiğine bir örnek. Çünkü porno, sadece cinselliğin abartılı biçimi değildir, insana aykırı her davranış, her söz pornoya girer.”
Özgentürk’ün bu sefil değerlendirmesi onu sadece bir cahil yapmaya yetmez. Zira intiharla sonuçlanan bir cinsel saldırıyı pornoyla ve halkın “kızlarına değer vermemesiyle” açıklamak da ırkçı bir saldırganlıktır. Özgentürk’ün porno kavramsallaştırması üzerinden gitsek bile, esas kendisinin, cezasız bırakılmış korkunç bir olayı pornografikleştirdiğini söyleyebiliriz: Şiddeti görmezden gelen, ırkçı, bilinçli bir cehalet, saldırgan bir pornografi.
Oysa ortada açık bir hakikat var: İpek Er, Kürtler, Batmanlılar kadınlara değer vermediği için tecavüze uğramadı. (Ataerkinin hüküm sürdüğü her yerde kadına yönelik öyle veya böyle bir saldırganlık, değersizleştirme var elbette. Ne Batman bundan azade ne Kütahya, ne Mersin, ne İstanbul, Adana, Şırnak, Hakkâri, Trabzon vs.) İpek Er, bizatihi devlet, tecavüzcüye değer verdiği için öldü. Musa Orhan, Kürtlerin kadınlara değer vermediğini düşündüğü için onu istismar etmedi. Musa Orhan, devletin kendi askeri söz konusuyken bir Kürt kadına değer vermeyeceğini ve kendisini koruyacağını biliyordu. Haklı da çıktı.
Işıl Özgentürk bahsine dönersek… Kendisi hiç yalnız değil; bilakis, kalabalığın içinden yazıyor.
Bir süredir anti-Kürtlüğün esas zemini AKP olsa da, Kürtlerin yakın tarihte ırkçılıkla karşılaşmaları AKP’yle başlamadı. AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemde anti-Kürtlüğün başını İslamcılar değil, şimdinin iktidar ortağı Türk milliyetçileri ile ulusalcı Kemalistler çekiyordu. Özellikle ABD’nin Irak işgalinin, Kürtlerin Bağdat’a karşı göreli özerkliğini beraberinde getirmesi üzerine bu güruhun Kürt kasabı Saddam’a biçtiği “devrimcilik” kıyafetleri, Irak Kürtlerinin köken itibariyle Yahudi olduğu tezi üzerinden İsrail’le ilişkilendirilmesi, Hitler’in Kavgam isimli paçavrasının poğaça misali otogarlarda bile o dönemin parasıyla 1 YTL’den satılması, TV ekranlarında, dizilerinde Kürt kültürünün aşağılanması, kadın cinayetlerinin “töre cinayeti” olarak kodlanması o dönemin belirleyici akıntısıydı. (AKP’nin uzun dönem müttefiki olan Fethullahçıların kendi medyalarında kadınlar üzerinden yürüttükleri anti-Kürt propagandadaki büyük katkılarını da unutmayalım.)
Bu akıntının taşıyıcılarına göre kadın cinayetleri Kürtlere has bir marazdı. Türkler mahkemeye gidip medenice boşanırken, sevişerek ayrılırken, Türk ebeveynler kızlarına Avrupai bir özgürlük sahası yaratırken, ilkel Kürtler sadece öldürmeyi biliyordu. Cahil Kürt erkeği, daha da cahil Kürt kadınını öldürüyordu. Olay buydu. 2000’li yılların ortalarına gelindiğinde, Kürt kadın hareketi Kürdistan’daki siyasetin belirleyici aktörü olduğu halde bu ırkçı, sömürgeci ezberi değişmiyor, Kürtlerin medeniyetle, medeni kanunla değil, “töreyle”, ilkellikle hareket edip kadınları öldürdüklerine ilişkin propaganda gayet meşruymuş gibi yürütülüyordu.
Örneğin, şu sıralar “muhalif” görünümlü olan Zeynep Göğüş, 28 Ekim 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki köşesinde bu ırkçı yaklaşımı en net biçimde özümseyerek şöyle diyordu: “Öte yandan töre ya da namus cinayetlerinin Doğu’ya özgü bir sorun olduğunu da biliyoruz. Örneğin, Diyarbakırlı kadınlar bu sorunu yerel düzeyde çözümlemek için projeler üretiyorlar. Uzaktan kumandayla bu işin düzelmediği ortada. Türkiye’nin batısında yaşayanlar ise namus cinayetlerinin Kürtlere ait bir sorun olduğunu biliyorlar ve biraz da bu utancı üzerlerinden atma güdüsüyle bir söylem geliştiriyorlar: Töre cinayetleri, Doğu’daki feodal düzenin kalıntısı ve Türklerin değil Kürtlerin sorunu…”
Göğüş’ünki de “şahsi” bir görüş değil, anti-Kürtlüğün tıpkı şu anda olduğu gibi konfor yarattığı atmosferin sıradanıydı.
Zira o yıllarda AB’ye girmeye çabalayan Türkiye’nin yegâne karanlık yüzünün “Kürtlerin medeniyetsizliği” olduğuna ilişkin ırkçı propagandanın taşıyıcıları, Avrupalı siyasetçilere “hakikati” göstermek için didiniyor, AKP’ye de bildikleri dil üzerinden destek atıyorlardı.
Nitekim Hürriyet’in o dönemki yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de kadın cinayetlerini kullanarak “Kürtlüğü” Avrupalılara “ifşa” ediyor, böylece Türklüğü “temize” çıkarıyordu: “Töre cinayetleri, Türkiye’nin değil, Doğu’nun, özellikle Güneydoğu’nun sorunudur. Eğer Türkiye’de bir ‘Kürt sorunundan’ söz ediyorsak, bu da Kürtlerin gerçek anlamda bir ‘Kürt sorunudur’. Şimdi Avrupalılara seslenmek istiyorum. Gün geçmiyor ki, bir Avrupalı siyasetçi veya gazeteci Diyarbakır’a gitmesin. Orada belediye başkanlarıyla, yerel siyasetçilerle konuşuyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkında her tür şikáyeti dinliyorlar. Ama içlerinden biri bile çıkıp orada konuştuğu siyasetçilere ‘Kardeşim siz de şu töre cinayeti ayıbınızı önlemek için biraz parmağınızı oynatın’ demiyor. Sizce bu çok büyük bir ikiyüzlülük, ağır bir ayıp değil mi? Hatta bazıları töre cinayeti ayıbını bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin boynuna asmaya kalkışıyor.”
Bu aleni ırkçılık, Kürt kadın hareketinin de büyük mücadelesi sayesinde zamanla kolay kolay dile getirilemez hale geldi ama hep varlığını korudu.
Örneğin Posta Gazetesi’nin gözdesi Candaş Tolga Işık’ın, sonradan kendisine “erdemlilik” payı biçerek özür dilediği meşhur yazısı, çok yakın tarihe, 2011 yılına dayanıyor.
Işık’ın bahse konu yazısını okuyalım:
Aylardır Doğu’yu, Güneydoğu’yu geziyorum.
Köy köy dolaşıyorum.
Evlerin yüzde 90’ında en az 8 kişi bir arada yaşıyor.
Evlerin yüzde 90’ına doğru dürüst yiyecek girmiyor.
Evlerin yüzde 90’ına kitap girmiyor.
Evlerin yüzde 90’ına gazete girmiyor.
Ama o evlerin yüzde 90’ına giren bir şey var
Çanak anten!
Ne var bunda?
Şu var: Çanak anten sadece yerli kanalları göstermiyor!
Çanak anten sadece ROJ TV’yi de göstermiyor!
Yüzde 90’ına gazetenin kitabın girmediği bu evlerin tamamına porno kanallar giriyor!
Hiçbir şifre, engelleme olmadan… Evdeki ilkokul talebesi de seyredebiliyor, 80 yaşındaki dede de… 7 gün 24 saat.
Herkese açık o porno kanallar sayesinde ne mi oluyor?
Eğitim seviyesinin ve sosyal hayatın adeta yerlerde süründüğü bölgede, 70 yaşındaki adam torununa gelinine, 14 yaşındaki çocuk minicik bir bebeğe, öz abisi kız kardeşine, komşunun karısına-kızına tecavüze yelteniyor…
Çoğunlukla da başarılı oluyor.
(Bu yazı daha sonra Posta gazetesinin web sitesinden kaldırıldığı için şuradan linkini veriyorum:
https://www.besiktaspostasi.com/candas-tolga-isik-canak-anten-yazisi-23528/)
Bu tür yazıların izi, özür dilenerek silinmez. Zira başta da söylediğim üzere, bunların yazılması değil mesele, yazanın aklına gelmiş olmasıdır.
Kürtler haklı olarak, aynı ırkçılığı akıllarına getirip bir biçimde “yazıya” dökmeyen, bu saldırgan düşmanlık fikirlerini taşıyıp yüzlerine gülen kaç “dostları”, “komşuları” olduğunu her zaman merak eder.
Öte yandan Candaş Işık’ın bizzat, Işıl Özgentürk’ün “o bölgeyi” çok iyi bilen bir “öğretmen” üzerinden gördüğü şey, sömürgecinin sömürene atfettiği, kadınların korunması söylemi sosuna bulanmış ama her yanından sinizm ve kibir akan, ırkçı fantezi dünyasının belli aralıklarla ışığı yakılıp söndürülen karanlık odalarında beslenmeye devam ediliyor. Dün Özkök, Göğüş, Kırıkkanat, Candaş, bugün Özgentürk, yarın bir başkası… Sömürgeci kibriyle beslenen bu ırkçılık, “aydınlatılmayı bekleyen karanlık oda” fantezisi, egemen devlet ideolojisi ırkçılığa yaslandığı sürece kâh onun, kâh öbürünün dilinde “sürçüp” duracak. Ve bunun failleri, yaptıklarını hiçbir zaman anlayamayacak.
Işıl Özgentürk mesela, yazısına yönelik tepkileri belki de kendisiyle aynı kafada ama karşı mahallede olan AKP’lilerin saldırılarından ibaret sanacak. Yahut gelen tepkileri Cumhuriyet gazetesinde yazıyor olmasına bağlayacak. Belki “Batmanlıların riyakâr taşra gururuna” dokunduğu için yerel bir tepki olarak görecek tüm bu öfkeyi. Ama tıpkı kendisinden öncekiler gibi, gerçek manada nasıl bir çukurdan söylem kurduğunu ve neye sebebiyet verdiğini muhtemelen hiçbir zaman anlayamayacak.