Bu hafta yine karanlığımızı derinleştiren olayların içinde
bulduk kendimizi. Umutlu olmanın giderek zorlaştığı bir zamandayız.
Şimdiki zamanın dört duvar zindana dönüştüğü günler bunlar. Güncel
olan geleceği vaat etme yeteneğini kaybetmiş gibi. Yankısı olmayan
seslerimizi, çarptığı duvarda eriyen çığlıklarımızı,
haykırışlarımızı, itirazlarımızı neredeyse kendimiz bile
işitmiyoruz. Duygum o ki, seslerimizi içine hapseden duvarlar sanki
her gün biraz daha kalınlaşıyor, alanımız daralıyor.
Önceki gün, bir süredir iktidarın diline doladığı ama çoğu
kişinin ihtimal vermediği oldu; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı,
Halkların Demokratik Partisi hakkında kapatılma davası açılabilmesi
için bir iddianame düzenleyerek Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda
bulundu. Aynı iddianamede 684 kişiye siyaset yasağı getirilmesi
talebi de yer alıyor. Zamanlama ilginçti, Dr. Ömer Faruk
Gergerlioğlu’nun hukuka açıkça aykırı bir işlemle
milletvekilliğinin düşürüldüğü gün seçilmişti. Ne tesadüftür ki
başvurunun yapıldığı gün, aynı zamanda, Cumhur ittifakının kilit
unsuru Milliyetçi Hareket Partisinin On Üçüncü Olağan Büyük
Kurultayı'nın arifesiydi. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bir süredir
HDP’nin “bir daha açılmamak üzere kapatılması” ısrarı biliniyordu.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın AYM’ye yaptığı kapatılma
başvurusunun Kurultay öncesinde MHP’ye bir “hediye” olduğunu
söyleyenler, dolayısıyla hiç az değil.
Doğrusu meselenin bu kısmı bana çok sonuçları kadar önemli
görünmüyor. Kapatılma davası, ister MHP’ye ittifakın, iktidarın
bekası için taviz olarak, isterse MHP’ye kendi kitlesini yeniden
kazanabilmesi için bir siyasi malzeme olarak tasarlanmış olsun fark
etmiyor. İddianame kabul edilir de dava açılırsa karara giden süreç
hiçbirimiz için kolay olmayacak. Daha zorlu bir mücadele bekliyor
bizi. Halkların Demokratik Partisi, demokratik siyasetin araçlarını
savunmaya devam edeceğini, bunun için mücadeleden her ne olursa
olsun vazgeçmeyeceğini eş başkanların beyanlarıyla ilan etti.
Mithat Sancar, “HDP halktır” vurgusuyla tarih boyunca hiçbir
diktatörlüğün halka rağmen ayakta kalamadığını ifade etti. Halk
üzerinden bir mücadele zemininin varlığına işaret etmiş oldu. Bunun
önemi bence aynı zamanda bir çıkış yolu gösteriyor olmasında.
Keyfi, hukuk-dışı, rayından çıkmış iktidarın değişebilmesi için,
çoktandır unutmuş göründüğümüz halkın, ama seçmene indirgenmemiş,
demokrasinin gerçek öznesi olan halkın işaretlenmesi, gelecekten
umudu kesmemek için yeterli bir gerekçe sunuyor bize. Halkı güçlü
bir demokratik mücadelenin öznesi olarak (yeniden) inşa edebilmek,
geleceğimizi kurtarmak anlamına geliyor. Dava kabul edilse bile, ne
kadar zorlu olursa olsun halk demokratik mücadeleyi
örgütleyebildiğimizde içine hapsolduğumuz, karanlık şimdiki zamanı
değişim vaat eden geleceğe doğru genişletebilecek güce de sahip
olabileceğiz demek bu.
Bir başka seçenek, bütün bu baskıların, HDP’yi kapatma
girişiminin iktidara sağlayabileceği kısa vadeli kazançlar
hesaplanarak havaya savrulan bir tehdit, MHP’yi ikna etmeye dönük
bir hamle olması. Hamlenin kapatılmayla sonuçlanmaması olasılığı.
Anayasa Mahkemesinin önüne gelen iddianameyi reddederek veya nihai
olarak kapatma kararı vermeyerek bu hamlenin yönünü değiştirmesi.
Böylece iktidar, kararın sorumluluğunu yüksek yargıya yükleyerek
hem ittifak ortağının talebini yerine getirmiş, hem de partinin
kapatılmamasıyla kendini de aklamış olacak. Bunu hesaplamış
olabilirler. Ancak bunun sonuç yaratmayan, nihayetinde taşları
yerinden oynatmayan bir hamle olamayacağı açık. Dava reddedilse
veya sonuçta HDP kapatılmamış olsa bile bu konuda bir başvurunun
varlığı, yaratacağı bütün sonuçlar bir tarafa, öncelikle iktidarın
HDP’yi suçlu kılan, ötekileştirici, dışlayıcı stratejisini
besleyecek. Bu nefretle beslenen, nefreti körükleyen bir strateji.
İktidar uzun süredir, HDP üzerinden Kürt olmakla “terörist” olmak
arasında bir eşdeğerlik kurmaya çalışıyor. Bütün bir halkın
üzerinde “terör” şaibesi yaratmakla buradan yeşerecek herhangi bir
muhalefeti aşırı milliyetçi bir tepkiye maruz bırakabileceğini
hesaplıyor. Toplumsal-politik muhalefet alanını nefret üzerine inşa
edilmiş bir stratejiyi işleme sokarak daraltmak istiyor. Hamleyi
yapanın bu sonucu hesaplamadığını hiç sanmıyorum.
Peki ne yapmalı? Politik imkanı tamamen yitirmeden bu stratejiyi
alt etme konusunda yurttaşlar olarak sorumluluğumuzun ne olduğunu
düşünmek, bu sorumluluğun gereğini yerine getirmekle
başlayabiliriz. HDP’yi konuşmalıyız ama HDP ile HDP’yi konuşmalıyız
mesela ilk adım olarak. HDP'siz siyasetin istisnasız herkes için
Türkiye’den umudu kesmek anlamına gelebilecek, geri dönüşü olmayan
sonuçlarıyla yüzleşmeyi deneyebiliriz. Her düzeyde işleme konulan,
farkında olmadan aracısı haline gelebildiğimiz şu nefret
siyasetinin sonuçlarını açık zihinle, içtenlikle tartışmakla devam
edebiliriz. Gerçekten bir mücadelenin özneleri olmayı deneyebiliriz
hep birlikte, halk olarak.
İşimiz zor, ama imkansız değil.