Siz de görmüşsünüzdür:
Bir Bulgar’ın Edirne ziyaretine dair bir hesap dolaşıyordu
telefondan telefona.
20 Aralık pazartesi gelmiş, 1000 dolar bozdurup 17 bin lira almış;
alışverişin üstüne yemiş içmiş, eğlenmiş. Cebinde 14 bin lira
kalmış. Ertesi gün “Memlekete dönim komşi” demiş,
14 bin lirasını dolara çevirmiş. Yine 1000 dolar almış.
Bunu yazan haliyle soruyor: 1000 dolarla geldi 1000 dolarla
gitti. 3 bin lirayı kim ödedi, diye.
Bundan sonra onu da Hazine öder sanıyorum. Belki de
yanılıyorum!
Kostadinov’un tekrar dolara dönerken verdiği 14 bin lira
muhtemelen 1000 dolardan da fazla yapıyordu, çünkü o gün 12 TL’ye
kadar düşmüştü. Satın aldığı, yediği içtiği yanına kâr kalmıyor,
bir de üstüne kâr alıyordu.
O yüzden burası “sosyal bir devlet!” Aynı
“laik bir hukuk devleti” olduğu gibi!
Kostadinov sonuçta bir Bulgar orta direk. 1000 dolar onun için
büyük ama Türkiye ekonomisi için de, Türkiye rant aristokrasisi
için de minnacık.
Siz onları, Hazine Bakanı’nın “kazanç” derken
andığı isimlerle, “Ahmet Mehmet”
diye düşünün, 1000 doları da 1 milyona, 1 milyara çıkarın, sonra
daha da çıkın olur mu?
Ahmet Mehmet’in Varna’ya gitmesine de gerek yok… Para istedikleri
gibi dolanıyor, dallanıp budaklanıyor, yediveren gibi açıyor!
Gospodinin cebinden bir dolar eksilmeden yediği 3 bin lirayı da
ona göre bol sıfırla hesaplarsınız.
Ya da Nâzım gibi bağırırsınız, “Sesleniyorum
Varna’dan… İşitiyor
musun?.. Memet! Memet!”
Burası nasıl serbest düşünce, serbest eleştiri ülkesi
değilse, serbest piyasa ülkesi de değil tabii.
Tavukların bir kısmı serbest gezen olsa da, çoğunluğu itiş kakış
kümeste yahut kafeslenmiş durumda.
Burası komut ekonomisi, komuta ekonomisi, komutan
ekonomisi.
Olabilir, bu da bir sistemdir!
Çünkü ne olup bitiyorsa, aslında sistemlidir,
organizedir.
Faizi yükseltmeyeceğinizi ilan eder, hatta düşürürsünüz.
İnsanlar dolar almaya başlar. Pardon, bazı insanlar. Kimi birkaç
yüz dolar, kimi milyonlar.
Sorun şudur ki, tavukların çoğunluğunun, tıkış sıkış bir ömürde
ancak bir dirhem yeme baş uzatması gibi, çoğunluğun da
hayat kümesinin içinde ancak ekmek parası vardır. Borç
vardır, harç vardır ama haraç yoktur!
Dolar 18’e çıkmıştır!
Sonra bir gece ansızın, “gerekli” tedbirleri
alırsınız.
Hadi kimse sistem içinden haber almamış olsun; gece yarısı herkesin
satış yapma imkanı olmaz. Ama birileri yüksek miktarda bozdurur.
Muhtemelen kamu bankaları aracılığıyla ve yurtdışı kanallardan.
Dolar aşağıya ama yine de bir sene öncesinin iki katına filan
inerken, o büyük meblağların bazıları TL’ye dönmüştür bile.
Kostadinov’un 17 TL’den bozdurması gibi.
Devletin “Faiz inmeyecek” sözünü dikkate alıp
mütevazı tasarrufuna sığınak diye dolara, altına, Borsa’ya giden
bîhaber tasarruflar ise, birileri anormal kâr ederken yürek
çöküntüsü içinde eriyip gider.
Döviz-faiz aristokrasisinin kazancı için, faiz-döviz
marabalarının da olması şarttır!
İlkinin kazancı, ikinciyi oya soya patlar.
Neden?
Çünkü “Faizi arttırmayacağız” diyenler birden “Döviz artışı kadar
ek faiz” vaat eder. Yani TL mevduatı, ama sadece bazılarınınkini
dövizmiş gibi işletmeyi, aradaki farkı da Hazine’den ödemeyi vaat
etmiştir. Doları olup onu TL’ye yatırması istenen ama kaybetmesi
istenmeyen bir kesim için müstakbel faizi yükseltivermiştir.
Fakat bütün tavuklar dolar filan alamıyor elbette.
Sorun yok mu o zaman?
Sorun şu ki, dolar alamayan, faize gidemeyenler,
genellikle kasaba da nadir uğrayan, hayatlarını iş-işsizlik
cenderesiyle pazarların en ucuz ürünleri ve fırın önünde, borcun
dibinde, her gün endişe kucağında geçirenlerdir.
Komutalı tahterevalli sırasında, onlar ekmeğe, süte,
peynire, sebzeye, markete “dolar rantı”nın farkını ellerinde tek
dolar bile olmadan vermiştir zaten.
Şoför benzinde kaybolur; çocuğunun ekmeği küçülür.
Köylü mazotta boğulur; tarladaki emeği, bizzat kendisi küçülür.
Aslında ekonominin reel sorunları içinde yüzen ama komuta
ekonomisinin ağzına bakan, Şef’in değnek hareketlerine göre çalan
“Devalüasyon-revalüasyon-faiz-mali politika-enflasyon orkestrası”
sadece Edirne’ye gelene değil, Edirne’den Kars’a kadar, bu parçayı
her bilene de kazandırmıştır.
Kostadinov’unkini de “Ahmet-Mehmet”in anormal
kazancını da finanse edenlerin önemli bir kısmı, can havliyle veya
mecburen, her halükârda bazı resmî sözler yüzünden dövize
tutunanlardır…
Ama esas, “Tutunamayanlar”dır.
Tutunamayanlar, benzetmek gibi olmasın,
tavuktan da ötedir.
Onlara “kazanç”ın ilk üç harfi gibi yolunmak
düşer!
Çünkü “Sistemli ekonomi”,
zirve kuru bir yana, düşen dolarda bile bir yılda yüzde 100
kazananlara, “Yazık bunlara, belki az
kazanmışlardır” diye “ek faiz primi” vaat
ediyor.
Bir hesaba göre toplam mevduatın ancak yüzde 10’unu ellerinde
bulunduranlara. Hadi sonra yüzde 20-25’i olsun. Mevduat sahipleri
sayısı içinde oranları ise daha azdır muhtemelen.
Neden? Yahu Mehmet, şimdi gidip döviz möviz alma, biz sana o rantı
veririz. Spekülasyonu yine yapmış olursun, açığını Hazine’den
finanse ederiz!
Hazine’den tabii! Kimin hazinesi? Sayın Nebati’nin mi
yoksa Sayın Vatandaş Necati’nin mi?
Mütevazı tasarruf sahibi emekli Hayati, mazot alan köylü Necati,
cigaraya sığınan işçi Sebati, bir (tamam iki) kadeh içen Neyzen
Tevfik, her alışverişte fiş alıp KDV ödeyen Sadık, evlada kışlık
giysi alan Sıdıka, eline bile geçmeden, her malda, her hizmette ve
her ücret üstünden vergi ödeyecek Hazine’ye…
Sonra onun bir kısmı, başka birileri rencide olmasın diye…
İçimizdeki Varna’ya!
Bunun, dağınık değil…
İktidarın bir dönemi gerçekten alttakiler lehine de çalışıp reel
kaynaklar kuruyunca, cepten kasaya, tasadan masaya,
çoğunluktan azınlığa sürekli kaynak aktarımı yapan “Sistemli,
Organize bir Ekonomi” olduğunu görmek yerine; Hayati, Necati,
Sebati, Sadık, Sıdıka el ele, kol kola, omuz omuza halay da
çekebilirler.
Beklemesinler, Neyzen onlara katılamaz!
O kavalını üfleyip belki yine der ki…
Ayağa kalk Ey ehli vatan dediler…
Kuştlar oturdu…
Biz ayakta kaldık!
İşitiyor musun “AhmetMehmet!”