'İşkence yok' demek cezasızlığın önünü açıyor
TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, yetkili devlet makamlarından 'bu ülkede işkence yoktur' açıklamalarının gelmesinin işkence konusundaki cezasızlığın önünü açtığını söylüyor. Türkiye'deki işkence iddiaları ile ilgili olarak vakıf kısa süre içerisinde bir rapor hazırlayacak.
DUVAR - Türkiye'de son dönemde birçok işkence iddiası gündeme gelmeye başladı. Konuyu sorduğumuz Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, "Bir takım yetkililerin şu sıfatla veya bu sıfatla ya da Adalet Bakanı sıfatıyla 'bu ülkede işkence yoktur' demesi tam da işkence konusundaki cezasızlığın önünü açan klasik bir reflekstir" diyor. Bakkalcı, Duvar'ın işkence iddialarına yönelik sorularını yanıtladı.
Öncelikle şunu sormak istiyorum: İşkence ve kötü muamele iddiaları 15 Temmuz askeri darbe girişiminin ardından sıkça gündemde yer almaya başladı. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir? Bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye İşkence Önleme Sözleşmesi'ni onayladığı için benzer ülkelerde olduğu gibi Birleşmiş Milletler İşkence Önleme Komitesi tarafından hakkında düzenli raporlar yayınlanıyor. Bu raporlar gerek ülkedeki mevcut hükümetin yanıtları gerek ülkedeki insan hakları ile ilgili kurumların görüşleri ve gerek alandaki çalışmalar sonucunda yapılan değerlendirmelerden oluşuyor ve bir takım önerileri de içeriyor. Türkiye ile ilgili Birleşmiş Milletler İşkence Önleme Komitesi'nin en son 26 ve 27 Nisan'daki oturumlarında 4'ncü periyodik raporunda bunun görüşmeleri yapıldı. 15 Temmuz askeri darbe girişiminden 1 buçuk ay sonra bu rapor bütün dünyada yayımlandı. Bu rapor çok değerlidir. 47 paragrafta işkenceyle ilgili olarak durum değerlendirmesi yapılıp 47 tane öneri sunuldu. Bu öneriler içerisinde Türkiye'de ne yazık ki işkencenin ne kadar önemli bir sorun olduğu ortaya kondu. Hükümet yetkililerine bu konuda öneriler sunuldu. "İşkence yapanların hangi koşullarda olursa olsun soruşturulacağını, yargılanacağını ve uygun cezalara çarptırılacağının duyurulması" gibi pek örneğine rastlanmayan öneriler de vardı.
'GÖZALTI SÜRELERİ İŞKENCE YASAĞINA AYKIRI'
Bu iddialar askeri darbe girişiminden sonra mı artmaya başladı yoksa daha önce de size başvurular oluyor muydu ?
Temmuz 2015'de başlayan çatışmalı sürecin ardından üstüne ne yazık ki 15 Temmuz askeri darbe girişimi yaşandı ve doğrudan bir askeri darbe girişimi döneminin ürünü olan 1983'te yasallaşan kanuna dayalı olarak olağanüstü hal ilan edildi. Zaten 1983'te askeri darbe döneminde hazırlanan bu kanun, askeri darbe zihniyetini sivillere devrettikten sonra sürdürmek amacıyla düzenlenen bir kanundur. Buna dayalı olarak da şu an çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler de bütünüyle böyle bir zihniyetin önünü açan uygulamalara dönüşmüştür. Bu uygulamaların başında Türkiye'de 1997'den sonra azaltılan gözaltı süreleri şu an gelinen noktada Kanun Hükmünde Kararnameler'le birlikte 30 güne çıkartıldı. Bildiğimiz gibi 1991'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 14 günlük gözaltı süresini bile işkence yasağına aykırı bulduğu için Türkiye ile ilgili ihlal kararları vermişti. 14 günlük gözaltı süresi bile işkence yasağına aykırı bulduğu için Türkiye ile ilgili bir ihlal kararı vermişti. Bu 14 günlük süre bile işkence yasağına aykırıysa 30 günlük gözaltı süresi zaten tartışılamaz. İşkencenin önlenmesinde çok önemli unsurlar olan ilk beş günde avukat erişiminin engellenmesi bugünlerde de pek çok örnekte yaşandığı gibi ya da gözaltı sürecinde avukatla müvekkilin görüşlerinin başka düzeylerde engellenmesi, kayıt altına alınması ya da cezaevlerinde olanların tekrar ifadelerinin alınması gibi doğrudan bizim işkencenin önlenmesi için usul güvenceleri dediğimiz için çok önemli kimi unsurlar Kanun Hükmünde Kararnameler'le daha da olumsuz bir duruma geldi. Daha önceden var olan çatışma döneminden daha fazla bu uygulamalarla karşı karşıyayız.
'SORUŞTURMALARIN ÖNÜNÜ AÇMAK GEREKİYOR'
Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak konuyla ilgili girişimleriniz var mı?
Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak henüz sistematik verilerimiz olmadığı için bir rapor yayınlamadık. Yakın sürede ayrıntılarla birlikte yayınlayacağız. Zaten sıradan bir akıl için görsel ve yazılı basında gördüğü ya da komşusundan duyduğu, bu süreçte yer alan hekimlerin ve avukatların anlatımlarının ortaya koyduğu, bugüne kadar bazı kurumların ortaya çıkardığı raporlardan anlaşıldığı gibi konu son derece açıktır. Dolayısıyla bir takım yetkililerin şu sıfatla veya bu sıfatla ya da Adalet Bakanı sıfatı dahil olmak üzere ya bu ülkede işkence yoktur lafları tam da işkence konusundaki cezasızlığın önünü açan klasik bir reflekstir. Bir yetkilinin bu tür iddialar kamuoyuna geldiğinde görevi 'böyle bir şey yoktur' demek değil, aksi takdirde etkin soruşturmanın önünü açmak birinci görevi olmalıdır. Her ne kadar Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin bir ziyareti olmuşsa da bizim herhangi bir şekilde özgürlüğü elinden alınan kişilerin yerlerini ziyaret konusunda bugüne kadar imkanımız olmamıştır.
'HAK İHLALLERİ SADECE CEZAEVLERİNDE YAŞANMIYOR'
Ziyaret erişimi konusunda zaten önemli bir ölçüde engellenmeler yaşanıyor. Ama öyle görünüyor ki vakfımız da dahil olmak üzere yavaş yavaş salınanlardan bu işkencelere maruz kalanlardan yavaş yavaş başvurular alıyor. Bu başvurulara dayalı olarak yakında bir rapor açıklayacağız. Son olarak da şunu belirtmek gerekir: Hak ihlalleri sadece cezaevlerinde yaşanmıyor. İşkence tanımı gereği özgürlüğünden alıkonulan kişiye yönelik kamu görevlileri ve kamu adına hareket edenlerin her türlü şiddet eylemidir. Bunun tanımı budur. Dolayısıyla bu tanım 'özgürlüğünden alıkonulan kişiler'in bulunduğu ortamı anlatır. Bu durum cezaevleriyle sınırlı değildir. Resmi gözaltı yerleri bu durumun küçük bir parçasıdır. Pek çok insanın tanık olduğu gibi resmi olmayan pek çok gözaltı yerinin yanı sıra araçlar, sokaklar da dahil olmak üzere insanların gözaltına alındığı, özgürlüğünden alıkonulduğu yerlerde de bu işkence uygulamaları söz konusu. Ne yazık ki cezaevleri ile sınırlı bir şey değil.
'HİÇBİR GEREKÇE İŞKENCEYİ MEŞRULAŞTIRMAZ'
İçinden geçilen dönem işkence için bir gerekçe olabilir mi?
İnsanlık aleminin yaşadığı bütün acılardan süzülmüş olarak Birleşmiş Milletler diye tanımlanan uluslararası insanlık aleminin yapısı yıllar önce özel bir takım sözleşmeler düzenledi. Bu sözleşmelerde hiçbir koşulda işkence uygulanamayacağını ya da başka bir ifadeyle savaş ve olağanüstü gibi durumlarda mutlak işkence yasağını son derece net olduğu bağlanmış durumda. Demek istiyorum ki: İşkence mutlak yasaktır! İşkencenin bir kişiye vereceği acının yanı sıra insanlık aleminin onurunun korunma meselesidir. Hiçbir istisnası olmayan bir hadisedir. Dolayısıyla içinde bulunulan olağanüstü durumlar ne olursa olsun hiçbir gerekçe işkenceyi meşrulaştıramaz.