'İslamcılar' bu romanı neden görmezden geldi?

Ne cemaat ne İslamcılık nüfuz edebilir buraya. Bugüne kadar mültecilerin en rahat ettiği şehir olmuş, şimdi de Suriyeliler çok rahat. Âsitâne-Mevlevihâne açılmış olması boşuna değilmiş.

Abone ol

DUVAR - Beni bir dinleyen var biliyorum. İnanıyorum. Ona yazıyorum. Osmanlı döneminde afyon çekmek vak'a-i âdiyeden idi. Avamı havası, lamı cimi yoktu. "Lamı cimi yok" da sual kelimesinin son harfi l(am) ile cevap kelimesinin ilk harfi c(im)den gelirdi. Fatih, oğlu Bayezid Amasya'da valiyken afyonu fazla çektiğini duymuş, sinirlenmiş ve seni bu kadar fazlasına kim alıştırdıysa onların kellesini bana gönder mealinde haşin bir emir göndermişti.

Bir yandan ziyadesiyle afyon çekerken diğer yandan Amasya'yı imar ve inşa eden genç vali, adamlarını kurtarmak için babasına bir mektup yazmış, kimsenin suçu yok çok mülahham (şişko, şişman) idim iştahım kesilsin de zayıflayayım diye çekiyordum, tövbe billah bir  daha ağzıma koymam demişti. Avama kimse karışmazdı. Muayyen gramajla yasal uyuşturucu satılan bugünün Hollanda'sından daha özgür idiler -yeter ki şarap içmesinler, çünkü kitap şaraba haram diyordu, afyona değil.

Din kültürdür, iman duygu. Modern kültür okul ister iman tekke - duygusal eğitim, Flubert. Din-devlet işlerini ayırmışsanız okul müfredatı "laik"tir, din kültürünü (ahlakı değil) seçime bırakırsınız - iman ile ahlakın okula bırakıldığı nerede görülmüş! Tekkede müfredat olmaz okulda da ahlak. Burada oldu ama. Müfredattan, okulun bir şeye benzememesinden cahil çıktı, tekkesizlikten de ahlakçılık. Dinle devlet arasında duvar yoktur -onu 'There is wall between the religion and the state' diyen Jefferson düşünsün.

Hayat geçişkendir, ilişkisellikler vardır. Ahmet Altan, 'Bir işe başlarken bismillah derim, inşallah, maşallah, hayırlısı olsun derim, bunun için Allah'a inanmam gerekmiyor' diyor. Neden? Çünkü üç kardeş; Ahmet, Mehmet ve Zeynep o terbiyeyi tevarüs etmişler. Muhafazakarsanız veya muhafazakarlığa izin veriyorsanız bu geçişkenliği görürsünüz. Aksi halde devrimcisinizdir, başınıza gelene katlanacaksınız. "Örümcek kafalılar"la ya da "Dinsizler"le uğraşıp durarak devrim hayalleri kurarsınız.

'BONEMİN ALTINDAN SAÇIM ÇIKMIŞ MI?'

Oysa hayat bütün ilişkisellikleriyle devam edip gider. Genç kadın, kalça korseli kotunu çekmiş dekolte büstiyerli arkadaşına 'Ay bonemin altından saçım çıkmış mı bi baksana' diye soruyor. "Ay yok yok görünmüyor, gel şuraya oturalım da sana Ersin'i anlatayım" diyor. Cemaatte "yetişmiş" genç erkek, gönlünün aktığı ama "hizmet"in izin vermediği genç kadına yanaşmak için 15 Temmuz'u nimet sayıyor. Onu geçtim.

Sosyal medyada ara sıra da olsa şöyle bir gezip dolaşmadan kimse burada ne olup bittiğini, doğrusu, sadece akıp gittiğini anlayamaz. Zaman her şey bir anda olmasın diye vardır mekan her şey bizim başımıza gelmesin diye." Kant okumaktan sıkılan felsefe talebesi Saf Aklın Eleştirisi'nin arkasına, çok uzatmışsın birader bak şöyle kısa kesebilirdin deyip altına da bunu yazıp Kant'ı azarlamış.

Her şey bir anda olmuş her şey bizim başımıza gelmiş. Öyle görünüyor, demeyeceğim, öyle. Joseph de Maistre "Bizler bir karşı-devrim değil, devrimin zıddını istiyoruz" demiş ya, bu ülke hep karşı-devrime takmış kafayı; Osmanlı'ya karşı, Demokrat Parti'ye karşı, erken cumhuriyet tecrübesine karşı, muhafazakarlığa karşı; Ak Partici muhafazakarlar karşı-devrim ihtirasıyla kendilerinden önceki her şeye karşı... Hepsi devrimci, devrim hastası.

"Halk için halka rağmen" icat edilmiş en devrimci slogan. Maksat halkı devirmek, halkın ikili kimliğini (Agamben) dümdüz etmek. Halbuki halk acayiptir, acayip’in kökü ucub’dur ve kendini beğenmişlik anlamına gelir; ilişkisellik arar, kendine benzeyenden çok farklı olanla kol kola girmek ister. Devrim yaparsanız cemaatleştirirsiniz. Tutmaz, uğraşır didinir ve sonunda devrimi devirir, yine bil(me)diğini okur. Halk budur.

'ELİFİMSİN' [ELİF, SAMİM, ERSİN]

Sibel K. Türker, Şair Öldü, Can Yayınları, 2012.

Sibel K. Türker'in romanı Şair Öldü'de (Can, 2012) başörtüsü mağduru Elif "solcu" Ersin'e, "Ya Sin... Beni anlayabilecek mi sin?" diye sorar. (s.125.) Ersin, babasının erkek çocuk isteği gerçekleşmeyince kızına verdiği isim. Samim, Ersin'le Elif arasında kalan Elif'e yakın erkek arkadaş. Ankara Hukuk'ta okuyorlar "devrim" olunca Elif'in okula girişi yasaklanıyor.

Bunalımdalar. Birbirlerini tanımanın bütün zorluklarını adım adım tecrübe ediyorlar. Sevmenin sevilmenin, anlamanın anlayamamanın sebepleriyle tanışıyorlar. Ersin'in, kulağı kesik uzatmalı öğrenci ve "davadan solcu" Cihan abisi, "Bu bunalım mevzuundan hoşlanmadığımı bilirsin. İnsana iyi gelen şey yalnızca insandır" diyor. Demesine de, ardından, o başörtülüyle bizim işimiz olmaz diye de ilave ediyor. Ersin, ayıp olmasın diye temel itirazını içinden yapıyor; 'Biz ne ya!'

Üstelik artık Elif'in de aynı tepkiyi verdiğini biliyor. Ersin'le görüşmesini, 'O kız bize yakışmıyor' diye istemeyen babasına Elif de, içinden, aynı şekilde itiraz ediyor, 'Biz ne ya!'

"İslamcılar" bu romanı niçin görmezden geldi, "solcular" niye iltifat etmedi Türker'e? 15 Temmuz'u Amerika'yla açıklayınca devrimi gerçekleştirebileceklerini mi sanıyorlar, bu kaçıncı?

Ne diyorsun Ezgi?

"Lamı cimi yok, elif sin mim, Borges'in dediği gibi, 'Bundan başka kader yok.' Böyle şeyler, aslında her şey, ne kadar erken olursa o kadar erken atlatılır." Tamam.

Ona, Borges'in kaderinden mülhem romandan bir keder alıntısı yapıyorum. "Acı kelimesinden nefret ederim, keder sözcüğü beni teselli eder." (s.72)

Tamam.

ÂSİTÂNE

Afyonlu olmak nasıl bir şey? Soruyu çok sevdi. "Öfkesi burnunda olmaktır. Açıklama, savunma, özür beklemeden girişmektir. Bir Afyon bıçağı vardır, ergenliğe girince ondan mutlaka edinmektir. Koyun da kesebilirsin adam da -kadınlara hürmetimiz vardır. Siyah giymek ayakkabının topuğuna basmaktır. HDP'yi buraya sokmamaktır. Nitekim hiç giren olmamıştır. Bakın bu anlattığım benim hikâyem, ben demek biz demek, Afyon demek" Ülkücüsünüz? "Evet!" Afyon'da afyon çekmek tehlikeli.

Ne cemaat ne İslamcılık nüfuz edebilir buraya. Bugüne kadar mültecilerin en rahat ettiği şehir olmuş, şimdi de Suriyeliler çok rahat. Âsitâne-Mevlevihâne açılmış olması boşuna değilmiş. Doğrudan Mevlana soyundan gelen, o ailenin eşiğinde (âsitane) büyümüş olanların ("Çelebi") şeyh tayin edildiği Mevlevihanelere "Âsitâne" denir. Mühim yahut zor yerlerde açılır. On üç adettir. Mevzuu dağıtmayayım. Zor bir yer Afyon, Mevlevilik asırlarca, zor işi âsân eylemiş. Ne var ki bir devrim gelmiş dergahı kapatıp gitmiş. Geriye kalan da bu tipoloji işte. Yeni bir hatırlama enerjisi de var gerçi, ama şartlar sabit kaldığı takdirde dahi sonuçları yüz sene sonra alınabilir.

Türker okumaya devam etmeliyim. Pozitivist takılmanın âlemi yok. Hem alem'le âlem, hem de âlim'le ilim aynı köktenmiş. "Âlim, ilim ve malumun ittihadı"ndan söz etmiş Molla Sadra, Hasan Hüseyin öyle diyor. İşte buna şuur/bilinç/idrak diyorum ben.