İşleri zor, benden söylemesi
"Bir akademisyeni işinden alıkoymak ancak bütün tartışma ve itiraz kanallarını tıkayarak ve kamuyu ortadan kaldırarak mümkün olabilir. Dolayısıyla ihraç olanaksızdır, ya da ancak kamunun ihracı/iptali ile mümkündür. Gittikleri yol bu, belli, ama eğer başaramazlarsa, vay onların haline!"
Ali Rıza Güngen
Doktora tezimi bitirdikten sonra zorunlu hizmeti ifa için 2012 yılında gittiğim Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde zamanın dekanı ve dekan yardımcısı tarafından gevrek bir gülümseme ve başka üniversitelerde kadro arama tavsiyesi ile karşılanmış, bir süre sonra Samsun kentinin de benzer düşündüğünü kavramış ve akademiye ilişkin düşüncelerimi soldurmuştum. Bölümde ders veremiyordum. Bölümün herhangi bir tasarrufuna dair söz hakkım yoktu. Yönetim tarafından insan yerine pek konmuyordum. Sabah 9’da imza atıyor, 5’te bir daha imza atıyordum. Günlük heyecanım, kitap okumaya daldığımda kaçırdığım ve saat 5’te kaldırılan imza föyünü akşam saatlerinde dekanlıkta kovalamaktı.
O dönemde TÜBİTAK uzman yardımcılığından, yeni oluşturulan kamu denetçiliği kurumuna kadar çeşitli yerlere başvurmuştum. Kamu denetçiliği kurumu yaklaşık beş bin başvuru dosyasını bir gün içinde eleyerek bir liste belirlemiş, başka bir kuruma torpil olmadan geçemeyeceğini kavramış birisi olarak sürekli imza attığım sınav gözetmenliği kariyerimi sürdüremeyecek, yaptıklarıma akademisyenlik diyemeyecek kıvama gelmiştim. Ayrılmamın önünde yine de bir engel vardı. Zorunlu hizmet ve istifa koşulunda devreye sokulacak senet.
Bu koşullar altında 2013 yılı Kasım ayında Dr. Behice Boran’ın arkadaşları ve Türk Sosyal Bilimler Derneği (TSBD) tarafından verilen ödülü alacağımı öğrendiğimde hayatımda radikal değişiklikler gerçekleşmedi ama demek ki sırtımın sıvazlanmasına, elimin sıkılmasına ihtiyacım vardı. Aynı yıl TSBD’nin verdiği Genç Sosyal Bilimci Ödülü’ne de layık görüldüm.
Birileri ısrarla ne yapmam gerektiğine dair bana yol gösteriyordu.
Ödülleri 2013 yılında çok saygı duyduğum hocalarımdan aldım. Sadece danışmanım değil ayrıca jürimde beni kıyasıya eleştiren bir hocam da yanımdaydı.
O gün akademisyen olmak için ikinci kez karar aldım.
Bu kararın çok sayıda boyutu vardı. Öğrencilere ulaşabilmek için en azından bir ders vermek üzere fakülte yönetimine kendimi pazarlamaktan, üniversiteden ayrılan son otobüsün saatine kadar çalışmaya giden bir var olma çabası işin bir tarafı. Düşündüğünü, bildiğini ve araştırdığını daha fazla sayıda insana ulaştırmak için mecralar arama ve yaratma ise başka bir boyutu. Sınav kağıdı okurken kırmızı kalem kullanması dahi soruşturma dosyasına giren Behice Boran’ın başına gelenleri kavramak ve direnmek de diğer unsuru.
Dolayısıyla akademisyen olmaya dair verdiğim ikinci karardır beni sendika temsilcisi olmaya iten, kavgacı olmasam da bir şekilde lafımı esirgememe noktasına getiren, doğru bildiğimde ısrarcı kılan ve karamsarlığa kapıldığımda dahi bir “haydi” lafıyla yeniden başlamamı sağlayan.
Şimdi tam da bu uğraşımın bir sonucu olarak kamu görevinden ihraç edildiğimi öğrenmiş bulunuyorum. Bana sürekli imza attıranların ihraç gerekçelerinden birisinin de attığım bir imza olması işin ironik tarafı.
Siyasi görüşü nedeniyle bir siyaset bilimciyi ihraç edenlerle kamu tanımımız hiçbir zaman bir olmadı zaten. Bu nedenle bahsettikleri şey esasen Türkiye’deki üniversitelerde çalışma hakkıdır. Ama anlamadıkları nokta şu: benim görevim, bizzat parçası olduğum kamunun tartışmasına doğru bilgi ve eleştirel perspektifle katkıda bulunmaktır. Bir akademisyeni işinden alıkoymak ancak bütün tartışma ve itiraz kanallarını tıkayarak ve kamuyu ortadan kaldırarak mümkün olabilir. Dolayısıyla ihraç olanaksızdır, ya da ancak kamunun ihracı/iptali ile mümkündür.
Gittikleri yol bu, belli, ama eğer başaramazlarsa, vay onların haline!
İlk olarak, frogthregime.blogspot.com.tr'de yayınlanmıştır.