Demiryollarının 1800’lerin sonunda yeryüzüne bir ağ gibi yayılışı ile internetin 1990’ların sonundan itibaren yaygınlaşması, ‘özgürlük’ algısında benzer yanılsamalara yol açtı. İnsanın kendi geliştirdiği teknolojinin, daha adil ve özgür bir dünyayı kendiliğinden yaratabileceği fikri etrafında dünyanın değişeceği teorileri üretildi.
‘Demir at’ın Hıristiyan olmayan dünyaya da ‘medeniyet ve demokrasi’ taşıyacağına inananların hayalleri, sömürgeci ülkelerin başkentlerine vagonlarca taşınan ganimetlerin parıltısı arasında boğuldu gitti. Dijital klavyelerin harf aralarında yeni dünyanın özgürlük ve demokrasi haritasını arayanların hayalleri ise internet teknolojisinde tekelleşen şirketlerin akıl almaz büyümesiyle birlikte aynı kaderi yaşıyor. ‘Değişen’ şirket adları oldu: Eskiden adları Pasifik Demiryolları, Bağdat Demiryolu Şirketi’ydi, şimdi Google, Apple…
Ve mevcut durum artık dünyanın geleceğine dair üretilen bütün distopyalara ilham verecek kadar büyük bir endişe kaynağı. Bu endişenin film/dizi halindeki gösterimlerinden de yine en çok sanal ağın devleri kazanıyor!
***
Geçen hafta ‘sosyal medya yasası’ olarak anılan yeni bir teklif TBMM’ye sunuldu. İçeriğindeki bazı başlıklar, geleneksel medyada çalışan gazetecilerin sahip olduğu ancak internette gazetecilik yapanlardan yıllardır esirgenen mesleki hakların tanınmasını içeriyordu. Diğer başlıklar ise internet gazeteciliğinden bundan sonra -hali hazırda geleneksel medyada olduğu gibi- bu haklara kavuşabilmek için, ‘sorun yaratmayacak kadar’ gazetecilik yapılmasının bekleneceği değerlendirmelerine yol açtı.
"Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis" getiriliyordu örneğin.
Bu ucu epey açık tarifin etkisi muhalefetten yasa teklifi ile ilgili olarak gelen ilk açıklamalarda görüldü. Konu, yaklaşmakta olan seçimler ve muhtemel iktidar değişikliği üzerinden ele alındı. Ortak fikir, iktidarın korunması için bu tip düzenlemelere başvurulduğuydu...
***
Yasada tartışılması ve gündem olması gereken çok başlık var. Bir tanesinin üzerinde duralım: Dünya basın tarihinde gazetecilerin ortaya çıkardığı birçok skandalın kaynağı ‘ismini vermeyen bir yetkili’dir. Uluslararası savaş suçlarından, yasadışı silah ticaretine, politik cinayetlerden teknoloji hırsızlıklarına kadar çok sayıda dosyayı gazetecilere ilk anlatan ‘ismini vermeyen bir yetkili’dir…
Türkiye’nin yakın geçmişte yaşadığı gerilimler sırasında sık sık gündeme geldi ‘ismini vermeyen bir yetkili’… Rahip Brunson krizinden, Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan ayrılışına, ekonomide her seferinde yeni dalgalanmalar yaratan faiz kararlarından, Suriye’deki hamlelere kadar iktidarın yapmayı düşündüklerini ya da sessizce yaptıklarını ‘ismini vermeyen bir yetkili’nin ağzından duyduk. Belki atılacak adımın doğruluğundan endişe ettiği için, belki kendi pozisyonunu güçlendireceğini düşündüğü için yapıyordu ama konuşuyordu işte!
Gazeteci ise, ülkenin kaderini etkileyecek bir konuda, yetkili bir ağızdan duyduğunu aktarmakla yükümlüydü. Yapılan haberin doğruluğunun güvencesi gazeteciydi. Eğer doğru değilse, gazeteci zaten bunun faturasını mesleki olarak itibar kaybederek öderdi. En yakın örneğini Kabataş videosu olayında gördüğümüz gibi…
Yeni yasa teklifindeki 29. maddede ise devlet kendisini 'sorumsuz gazeteciliği tespit makamı' ilan ederek ceza keseceğini söylüyordu. Maddede, “Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” deniliyordu. Yani, “ismini vermeyen yetkiliyi sustur” deniliyordu! Çünkü, yasayı hazırlayanlara göre gazeteciler, “İsmini vermeyen kaynağım diyerek her türlü iddiada bulunuyordu” ve bu doğru değildi.
***
Sosyal medya ve internet gazeteciliğine ilişkin yasa teklifi, teknolojik gelişmeden özgürlük bekleyenlerin ne kadar yanıldıklarının yeni bir göstergesi olmayacak sadece. Dezenformasyonun en rahat başarıya ulaştığı koşulların, özgürlüklerin kısıtlanması ile yaratıldığının unutulmasının bir örneği de olacak.