Son haftalarda Katalan başkenti Barselona’nın köşe bucak, meydan
cadde ve kapı bacası hakkında bir iki satır karalamıştım. Şu aralar
güzelim Barselona çok hareketli. Bağımsızlık halkoylaması yapılacak
ve Madrid ile yine papaz oldular. Tabii bu ilk değil, son da olmaz
muhtemelen. Hâl böyleyken Barselona yazı dizisini, İspanya
sistemini ve güncel sorunu anlatarak bitirmek istedim.
Yıllar önce bir sevgili abim/hocam matrak bir anı nakletmişti.
Aklımda kalanı aktarayım. İspanya’nın bir bölgesinde futbol maçı
yapılacak. Takımlardan biri Türk. Şehir geziliyor ve otobüsteki
rehber siyasal sistemi de anlatıyor. Bölgeli devlet yapısını.
Sokaklar, park ve bahçeler, her şey hoş tabii. Şahane bir yer.
Huzur var. Anlatılan yapıyı çok takdir eden bizim spor
yazarlarından biri, bir başka ve hayli şöhretli olan spor yazarına
(duayen!) beğenip beğenmediğini soruyor. Ne desin bay şöhret!
‘Beğendim’ dese aniden bölücü olacağından korkuyor muhtemelen,
‘beğenmedim’ dese pek saçma kaçacak. Şöyle pencereden bakıyor,
derin derin düşünüp yanıtlıyor: ‘Cık!’
Türkiye ortalamasının, bilmediği, öğrenmeye niyetli olmadığı,
bilgi vermek isteyenlere de tepki duyduğu durumlara dair çok hoş
bir örnek. Sence? Cık…
(Aşağıda okuyacağınız satırların bir kısmı, birkaç yıl önce
Birikim dergisi için yazdığım bölgeli devlet yazısından alıntı)
İspanya bir bölgeli devlet. Nedir bölgeli devlet? Federal devlet
ile üniter devlet arasında bir ‘ara form.’ Belli açılardan üniter,
belli açılardan federal devlet nitelikleri taşıyor. Evet, bölgeli
devlet örgütlenmesi merkezi devlet yetkilerinin bölüşümü ve yerel
birimlere aktarılması açılarından bir ara form olsa ve işleyişi
ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de bölgeli devletleri (her ne
kadar üniter yapı içinde kabul edilseler de), aslında ‘mahcup
federasyonlar’ olarak tanımlamak mümkün. Merkezi devletin
(örneğimizde, Madrid) temel konularda son söz sahibi kılındığı,
kalan konularda bölgelerin kendi organlarıyla karar almalarına izin
veren, değişik ölçülerde siyasal/idari/mali özerklikten yararlanan
bir yapı. Klasik örnekler İspanya, İtalya, Portekiz olmakla
birlikte, günümüzde Fransa ve İngiltere de bölgeli devletlerin
niteliklerine sahip.
Bölgeli devletin ‘bölgelerinin,’ federal devletin
‘eyaletlerinden’ temel farkı, devletçiklerin ‘bir araya gelmesi’
yöntemiyle değil, merkezden yetki devredilmesiyle kurulmuş
olmaları. İşte bu nedenledir ki bölgeli devletler (ben her ne kadar
mahcup federasyon olarak adlandırsam da) üniter sistem ‘içinde’
kabul ediliyor. Yani bölge, ‘il’ örgütlenmesi üzerinde bir düzey
ancak federasyondaki eyaletler gibi bir ‘devletçik’ değil.
Egemenlik tek ve merkezde. Bölgeler yetkilerini anayasa ve
parlamentodan alır. Yargı gücü de tek. Oysa federasyonlarda
eyaletlerin kendi yargı düzenleri var. İspanya Krallığı’nda olduğu
gibi bölgeler bazı konularda kısmi yargı yetkisine sahip olsa da bu
nitelik tümü açısından genelleştirilemez. Ayrıca anayasa
değişikliği konusunda da yetkisizler. Federal devletlerde olduğu
gibi, anayasanın ‘eyaletlerin onayı sağlanmadan değiştirilememesi’
ilkesi/kuralı söz konusu değil. Bölgeli devlet yönetimleri
arasındaki muhtelif farklılıklar, ayrı tarihsel geçmiş ve
kaynaklara sahip olmalarından kaynaklanıyor. Örneğin geç sağlanmış
ulusal birlik ve faşist dönem izlerini takip edebileceğimiz,
aralarında farklar olmakla birlikte beş özel ve on beş olağan
bölgeden oluşan İtalyan bölgelerinin sınırları, etnik
farklılıkların göz önünde bulundurulmasından çok ‘idari sınırlar’
esas alınarak çizilmiş (1947). İspanya’da özerklik statüsüne sahip
on yedi bölgeli devlet ise büyük ölçüde
etnik/kültürel farklılıklar temelinde örgütleniyor. Bu nedenle
özerklik yalnızca bölgelere değil aynı zamanda ‘milliyetlere’de
tanınmıştır.
İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz ve bir ölçüde Fransa gibi
bölgeli devlet örneklerinin, her biri özgünlükler barındırsa da,
genellikle farklı dini/etnik/ulusal/ekonomik taleplerin, ‘kopmadan’
bir arada yaşayarak uzlaştırılması amacından doğdukları
söylenebilir. Ezcümle, etnik/kültürel sorunlar yaşamış
memleketlerde hiç de yabana atılmaması gereken bir tedavi yöntemi,
bölgeli yapı tercihleri.
Gelelim İspanya’ya.
Kuşkusuz Türkiye’deki tartışmalar açısından en dikkate değer
bölgeli devlet örneği, İspanya. İspanya için ‘yerel özerklik’ pek
yeni bir deneyim değil. Franco’dan önce, 1931-36 arasında özerklik
kabul edilmişti. Bu dönemde İspanya, cumhuriyetini hemen İç Savaş
öncesinde, sonraki sekiz yıllık zaman zarfında kan içinde boğulacak
özerklikler sistemi üzerine inşa eder. Dolayısıyla, General Franco,
1975 yılının sonunda ölüp devletin başına Franco’nun) belirlediği
Juan Carlos (şimdiki Kral Felipe’nin babası) ve başbakanlığa da
yine Franco’nun partisinin üst düzey yöneticisi Adolfo Suarez
geldiğinde, girişecekleri radikal reformun ve ‘özerklikler
sisteminin’ nüveleri on yıllar öncesinde tecrübe edilmişti.
1978 Anayasası ile İspanya, üç bölgesi zaman içinde açıkça
diğerlerinden ayrıcalıklı statülere sahip olacak on
yedi bölgeli özerk topluluklar modeline geçer. Bir
yanda İspanyol ulusu, diğer yanda İspanyol Krallığı parlamentosu
Cortes’in yasaları uyarınca hayli geniş idari ve mali özerkliklere
sahip ‘bölgeler’ ile ‘milliyetler’ bulunuyor.
İspanya için bölgeli devlet, Franco sonrası özellikle Bask ve
Katalan milliyetçilikleriyle başa çıkabilmek için bulunmuş bir
‘geçiş formülü.’ Tabii bu tercih, geçiş döneminde Madrid’le var
olan gerginliği azaltan bir formül olmasının yanı sıra, Batı’da
yaşanan demokratik gelişmelere de uygun. (Örneğin 1974’te
Portekiz’de diktatörlük yıkılırken de bölgeli yapı tercih
edilmişti.)
Son yıllarda giderek artan ‘bağımsızlık’ talepleriyse 1978
İspanya Anayasası’nın kurduğu bölgeli devlet yapısının nihai formül
olmaktan çok geçişi kolaylaştırmak için başvurulan bir ‘ara formül’
olduğu izlenimini güçlendiriyor. İşte tam burada, İspanya’daki
bağımsızlık talebinin (özellikle Bask ve Katalanların) 2010
ekonomik krizi ardından giderek yükseldiğini, haliyle ‘ulusal’
sorunların belirleyiciliğinin zaman zaman ekonomik gerekçelerin
arkasına gizlendiğini hatırlatmakta yarar var. Belçika ve
İtalya’daki bölgesel uzlaşmazlıkların kaynağında yatan
gerekçelerden birinin (belki de en önemlisinin), zengin-yoksul
ayrımı olduğu ve böylesi bir ayrımın etnik/ulusal çatışma ardına
gizlenmeye çalıştığı da sır değil. Futbol için sarf edilmiş
sözcükleri bir kereliğine borç alalım: Etnik sorunlar, aynen diğer
siyasal/idari sorunlar gibi, yalnızca birer etnik sorun
değildir!
İspanya’da son yıllarda bağımsızlık taleplerinin gündemden
düşmediği Katalan bölgesinin, (Bask bölgesi gibi) ülkenin en zengin
topraklarından oluşu rastlantı olmasa gerek. 2013 yaz ve
sonbaharında Katalan bölgesinde gerçekleştirilen bağımsızlık
yanlısı gösterilerin, bölgeyi boydan boya kat eden dört yüz
kilometrelik insan zincirinin temel gerekçelerinden biri,
İspanya’nın bölgelerden topladığı vergilerin geri dönüşünde aynı
cevvallikte davranmaması, üstelik bunu ‘alışkanlık’ haline
getirmesiydi. İspanya’da her ne kadar o yedi bölge olsa da,
başlangıçta hedeflenen Cafe para Todos (herkese kahve) sloganına
karşın üç bölgenin güçlerini sürekli artırmasıyla eşitsiz bir
sistem ortaya çıkmıştır.
1978 Anayasası’nda bir yandan ulusun ve ülkenin bölünmezliği
kabul edilirken, diğer yandan ‘milliyet’ ve ‘bölgelerin’ özerklik
hakkı da tanınıyor. Sorun çözücü niteliğiyle bir ‘uzlaşma’ ürünü
formül. Örneğin benzer bir düzenleme resmi dil konusunda mevcut;
Anayasa’nın üçüncü maddesine göre Castilian dili (İspanyolca) resmi
dil. Buna mukabil milliyetlerin dilleri ikinci resmi dil olarak
kabul edilebiliyor. Tabii dillerinin öğretilmesi de bölgelerin
kendi yetkilerinden. Bayrak konusunda da aynı ilke geçerli.
Bölgelerin anayasası kabul edilen kurucu belgelerin adı, ‘statü’ ve
bunlar Anayasa’ya uygun olmak zorunda. Bölgeler yasama yetkilerini
ancak anayasa ile kendilerine tanınmış sınırlar içinde
kullanılabilir. Özerk topluluk yasaları İspanyol Anayasa
Mahkemesi’nin denetimine tâbi, ayrıca Madrid’in topluluklar
üzerinde idari yargı başta olmak üzere farklı denetimler söz
konusu. Nitekim kısa süre önce İspanya AYM, bağımsızlık konulu
halkoylamasını iptal etti. Malum, Katalanlar halkoylamasında
diretince Barselona’da polis baskınları yaşandı, Katalan bir bakan
tutuklandı vs.
İspanya, özellikle 2010 ekonomik krizi sonrasında misliyle
yükselen Katalan bağımsızlık talebiyle yüz yüze. Bağımsızlık isteği
öncesinde yüzde 20’nin altındayken, 2010 krizi sonrasında merkezi
hükümetin Barselona’ya hak ettiği geri ödemeleri yapmamasıyla
birlikte yüzde 50’lere vardı. Ancak hâlâ yüzde 50’lerden söz
ediyoruz. Yani Katalanlar’ın yaklaşık yarısı, ‘Oturun oturduğunuz
yerde, derdiniz nedir,’ der gibi. Bağımsızlık talebinin temelinde,
her zaman bu açıklıkta dile getirilmese de vergi geri
dönüşlerindeki konulardaki anlaşmazlıklar olduğu için, aslında
diğer pek çok bölge vatandaşı Katalanlar’a tepkili ve onları
ziyadesiyle kibirli buluyor. Dört yıl önce Barselona’da Pompeu
Fabra Üniversitesi’nde bir dönem Katalan hükümetine danışmanlık
yapmış olan Prof. Ferran Requejo ile söyleşi yapmıştım ve
profesörün, güncel sorunları dönüp dolaşıp ekonomik gerekçelerle
ilişkilendirdiğini fark etmiştim. Nitekim bugün de can yakıcı
tartışmalardan biri bu. Katalan hükümet başkanı Casamajo Kral’a ve
Anayasa’ya sadakat yeminini reddetmişti. Madrid bağımsızlık
halkoylamasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Unutmadan,
oylamada ‘evet’ çıkarsa bağımsızlık ilan edilmiş olmayacak tabii,
çünkü Başkent Madrid halkoylamasını tanımadı ve bölgelerin tek
taraflı ayrılma hakkı yok. Ayrıca AB de bağımsız Katalanları üye
yapmayacağını açıkladı. Kuşkusuz tüm bu gelişmeler, şimdilik!
İşte muhterem okuyucu, o güzelim şehir, şimdi de bu sorunlarla
meşgul. Dur bakalım, neler olacak. Şunu ihmal etmemek gerek; olup
biten her şey, Madrid’in son günlerdeki baskısı ve münasebetsiz
yöntemlerle engelleme çabaları bir yana, olabildiğince uygar bir
atmosferde cereyan ediyor.
Her hatırladığımda bir kez daha gülüyorum o şöhretli spor
yazarının tepkisine. Türk tipi düşünce alışverişine!
‘Ne dersin abi, sence de iyi bir sisteme benzemiyor mu?
Cık…