Çarşamba günü Gazete Duvar’da “Bir salgının geldiğini gören insan” başlıklı bir söyleşi vardı. Kevin Berger’in yaptığı ve Tarkan Tufan tarafından çevrilen bu röportaj dünyanın önde gelen salgın uzmanlarından Dennis Carroll ile yapılmıştı. Aynı günün akşamında bitirdiğim yeni Netflix belgesel dizisi “Pandemic”in finalinde Çin’den şüphelenen ve oraya giden Carroll şunları söylüyordu: “İleride bir gün 1918 virüsüne benzer bir virüs çıkıp, dünyanın dört bir yanına yayılacak. Yedi milyardan fazla kişi söz konusu. Siyasetçiler, planlamacılar ve küresel sağlık liderleri bunu ciddi şekilde düşünmeli. Hazırlıklı olmalıyız.”
Carroll bu cümleleri şu an dünyayı kasıp kavuran COVID 19 salgınından sadece birkaç ay önce söylüyor üstelik. Yalnızca Dennis Carroll değil, altı bölümlük belgeselde söz alan konunun uzmanı hemen herkes çok yakın bir gelecekte büyük bir salgının ortaya çıkması ihtimalinin kuvvetli olduğunu belirtiyor ve ekliyorlar: “Buna hazırlıklı değiliz.”
Belki geçen yıl bu vakitler izliyor olsaydık ‘dehşet’ içinde kalarak takip edeceğimiz “Pandemic” belgeseli şu an yaşadıklarımız düşünüldüğünde nerede o eski salgınlar dedirtecek türden fikirler getiriyor insanın aklına. Hindistan’da bir doktor, Mısır’da bir salgın uzmanı, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde bir ebola savaşçısı, New York’ta salgın önleme uzmanı ve Oklahoma’nın küçük bir kasabasının kapanmak üzere olan hastaneyi ayakta tutmaya çalışan tek doktorunu takip ediyoruz altı bölüm boyunca. Dizi ağırlıklı olarak grip (influenza) salgınına yoğunlaşıyor. Hindistan’da yaşanan domuz gribi salgınından Oklahoma’dakine gidip gelen, sağlık emekçilerinin çaresizliklerini anlatan bir seyir izliyor yapım. İster ABD’de senatörlerle yakın bir uzman, ister Hindistan’da fedakâr bir doktor, ister Kongo’da Dünya Sağlık Örgütü temsilcisi olun, salgın hastalıklar konusunda çaba harcayan herkesin tek bir ortak sorunu var: Kaynak…
Bugünkü salgının bu kadar hızlı yayılmasında Dennis Carroll’un belgeselin sonundaki temennilerinin gerçekleşmemiş olmasının payı çok büyük. Siyasetçilerin, planlamacıların ve küresel sağlık liderlerinin bunu ciddi şekilde düşünmedikleri o kadar ortada ki. Bunun böyle olacağını belgeseli izlerken de sezmek mümkün. Kâr etmediği için Oklahoma’daki bir kasaba hastanesini kapatarak, Hindistan’da birkaç doktoru günde bin hastaya bakmak zorunda bırakarak bu tür salgınların üstesinden gelmenin imkânsızlığının resmini sunuyor bize “Pandemic”. Belki de grip hastalığını tarihin derinliklerine gömecek aşı için çalışan Jake Glanville ve ekibinin bunu devam ettirebilme şansının kamu desteğine değil de zengin bir milyarderin vereceği fona bağlı olması, insanoğlunun geleceğinin de neye bağlandığını göstermesi açısından ironik kuşkusuz.
Dün haber sitelerinde Bangladeş’te 25 bin kişinin virüs duası yaptığına dair haberlerin gösterdiği gibi yalnızca sağlık sistemini değil, insanların düşünme biçimini de değiştirmek gerekecek belli ki. Belgesel, cehaletin cahillere özgü bir durum olmadığını göstererek kanıtlıyor üstelik. Bir grup iyi eğitimli, doğayla uyumlu yaşayan yetişkinin aşı karşıtı mücadelelerini getiriyor ekrana. Siyasi iradenin -ya da kamunun diyelim biz ona- çocuklarının bedeni üzerinde söz söyleme hakkı olmadığını iddia ederken, çocuklarını kendi mülkleri gibi düşündüklerinin farkında bile değiller. ABD’de on yıllar boyunca görülmeyen kızamığın yeniden hortlamasının aşı karşıtlığıyla doğrudan ilgisi olduğu da ortaya konuluyor yapımda. Bu bölüm, toplum sağlığının bu kadar büyük darbe almasında sadece bu alanı kârlı hale getirmeye çalışan kapitalist devletlerin değil, buna cevaz veren bizlerin de payı olduğu üzerine düşünmemizi sağlıyor açıkçası.
“Her yerde salgın konuşulurken, içimiz dışımız salgın olmuşken, bir de ekran başına geçip bunu mu izleyelim” diye sormak hiç de yanlış olmaz. Korkunuzun üstüne gitmek istiyorsanız neden olmasın? Öteki türlü kısa bir özet çıkarmış sayılırım. Son bölümlere doğru merkezine aldığı karakterlerin özel dünyalarına fazlaca girip bizi onlarla özdeşleşmeye zorlasa da, elle tutulur bir resim koymayı başarıyor ortaya “Pandemic.”
Sağlık sorununun bir kamu sorunu olduğunu, her türlü sağlık çalışmasının kamu fonları tarafından desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerektiğini, bu alanın asla kâr amaçlı olarak görülemeyeceğini ve aslında her salgının önceden öngörülebilir olduğunu gösteriyor bizlere dizi. Yazının başında da belirttiğim gibi başta Dennis Carroll olmak üzere birçok bilim insanı yıllardır yeni bir salgının elinin kulağında olduğunu söyleyip duruyormuş meğer.
Bilim, bütün olanaksızlıklarına rağmen üzerine düşeni yapmış yine de. Bugün yaşadığımız ve belli ki ağır şekilde yaşamaya devam edeceğimiz sürecin sorumlusu üzerine düşeni yapmayan siyasiler hiç kuşku yok ki.