İrfan Kaygısız: İşsiz kalma korkusu ırkçılığı güçlendiriyor
Göçmen işçiler hangi sektörlerde çalışıyor? Çalışma izni kimlere veriliyor? Farklı statüler çalışma hakları açısından ne anlama geliyor? Göçmen işçiler kayıtsız ve güvencesiz koşullarda çalışmaya zorlanırken, bu durum genel olarak çalışma yaşamını nasıl etkiliyor? DİSK Birleşik Metal İşçileri Sendikası Toplu Sözleşme Uzmanı İrfan Kaygısız yanıtladı...
Arif Koşar
DUVAR - Türkiye, uzun bir süredir, göçmenler açısından sadece “transit ülke” olmaktan çıkıp “hedef ülke” haline geldi. Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan milyonlarca mültecinin bir kısmı Türkiye’de kalıcı. Yine Afrika ülkeleri, Afganistan, İran ve eski Sovyet cumhuriyetlerden ekonomik çöküntü ya da siyasal nedenlerle gelen çok sayıda göçmen Türkiye’de yaşıyor. Kayıtlı ve kayıtsız göçmenlerin toplam sayısının 4 ila 4,5 milyon civarında olduğu, Türkiye’deki toplam işgücünün yüzde 6-7’sinin göçmen işçilerden oluştuğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla göçmenler Türkiye işçi sınıfının bileşiminde kalıcı bir yer etmiş durumda.
DİSK Birleşik Metal İşçileri Sendikası Toplu Sözleşme Uzmanı İrfan Kaygısız, 2017 yılında Friedrich Ebert Derneği için “Suriyeli Mültecilerin Türkiye İşgücü Piyasasına Etkileri” başlıklı bir araştırma raporu hazırlamış, bu raporda mültecilerin çalışma koşullarının yanı sıra emek piyasasındaki değişiklikleri de ayrıntılı bir biçimde incelemişti. Kaygısız’la üç yılın ardından bugün, değişen ve değişmeyen yönleri ile göçmen işçileri, onların çalışma koşullarını ve yerli işçilerle ilişkilerini konuşuyoruz.
Göçmenlerin farklı yasal statülere sahip olduğunu biliyoruz. Mülteciler, “geçici koruma” kapsamındakiler, kayıtlı ve kayıtsız diğer statüler. Göçmenlerin çalışma hakları açısından bu farklı statüler neler getiriyor?
Mülteci hukukunun en önemli uluslararası dayanağı, 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”dir. Beyannamenin 14. maddesi “Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır” der. Bu hak çalışma hakkını da içermektedir.
Türkiye’de göçmenlere yönelik farklı hukuki statüler var ve çalışma hakkı da yabancıların, göçmen işçilerin hukuki statüsüne göre farklılık taşıyor. Çalışma izni ve hakkı bakımından üç temel durumdan söz edebiliriz. Mülteciler, uluslararası koruma kapsamındaki yabancılar ile geçici koruma sağlanan yabancılar. Her statünün yasal bir dayanağı var ve çalışma hakkı da, yapılacak işlemler de buna göre farklılaşıyor. Yabancıların çalışma iznini düzenleyen 6 farklı yönetmelik var.
Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi kişiler bu statüyü aldıklarından itibaren çalışabilirler. Şartlı mülteci statüsü sahibi kişiler ise çalışmaya başlamadan önce çalışma izni almakla yükümlü. Başvuru sahibi veya şartlı mülteciye çalışma izni verilmesi; izin türü, süre, meslek, sektör, işkolu, mülki ve coğrafi alan bakımından sınırlandırılabilmektedir.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca uluslararası koruma talebinde bulunan ve henüz başvurusu hakkında son karar verilmemiş veya şartlı mülteci yabancılar; geçici koruma sağlanan yabancılar çalışma izni muafiyeti almak zorunda. Başvurusu olumlu değerlendirilen yabancıya çalışma izni veriliyor.
Karadeniz bölgesi mevsimlik tarım işlerinde çalışacak yabancılarla ev hizmetleri görevi ile Türkiye’de çalışmak isteyenler çalışma izni alabiliyor.
Serbest Bölgeler Kanunu kapsamında çalışacak yabancılar çalışma izni için başvuru yapabildiği gibi, Türkiye’de bir yükseköğretim kurumunda örgün öğretim programlarına kayıtlı yabancı öğrenciler de çalışma izni almak kaydıyla çalışabilirler. Özellik arz eden doğrudan yabancı yatırımlarda istihdam edilecek kilit personele de çalışma izni verilebiliyor.
Yukarıda belirtilen tüm kesimlerin çalışma izni başvuru prosedürleri birbirinden farklılık taşıyor.
Statü ne olursa olsun yabancıların bazı meslek ve görevleri yapmaları mümkün değil. Türkiye’deki yabancılar diş hekimliği, hastabakıcılık, ebelik, eczacılık, veterinerlik, özel hastanelerde sorumlu müdürlük, avukatlık, noterlik, özel ya da kamu kuruluşlarında güvenlik görevlisi, kara suları dâhilinde dalgıçlık, kaptanlık, kılavuzluk ve sair meslekler ve gümrük müşavirliği gibi iş ve meslekleri yapamıyor.
Bilindiği üzere, Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukukî Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Ancak bu sözleşme, “coğrafi sınırlama” çekincesi ile kabul edildiğinden, Avrupa dışından gelenlere “mülteci statüsü” tanınmıyor.
Nisan 2011’den itibaren gelen Suriyelilere Türkiye tarafından uluslararası hukukta hiçbir karşılığı bulunmayan “misafir statüsü” verildi, Nisan 2012’de yayımlanan bir genelgeyle bu kişilerin “geçici koruma” altında oldukları kabul edidi. Geçici koruma statüsünde olanlar da 2016 yılından itibaren kayıtlı olarak çalışabiliyor.
Göçmen işçiler daha çok hangi sektörlerde çalışıyorlar? Ağırlıklı kayıt dışı çalıştırılmalarına rağmen bununla ilgili güvenilir veriler var mı?
Kayıtsız göçmenler genellikle vasıfsız işlere yönelmekte ve mevsimlik işler olan tarım ve hayvancılık başta olmak üzere, inşaat, tekstil, hizmet ve imalat sektörlerinde daha yoğun olarak çalışmakta. İnşaat ve tarım gibi alanlara yönelinmesinde, çalışma sırasında Türkçeye daha az gereksinim duyulmasının etkili olduğu değerlendirilmektedir.
Göçmenler yaşadıkları hemen tüm illerde inşaat sektöründe yaygın olarak çalışıyor. Örneğin, Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları bazı kentlerde ayrı “amele pazarları” oluşturuluyor. Yerlilerden daha ucuza çalışacak işçi arayanlar açısından bu pazarlar önemli bir işlev görüyor.
Göçmenlerin yoğun olarak çalıştığı sektörlerden biri de tekstil. Suriyelilerin önemli bir bölümünün ülkede tekstil, ayakkabı ve trikotaj üretiminin yapıldığı bölgeden gelmiş olmalarının buna olanak sağladığı belirtiliyor.
Tarımda çalışma alanları, yaşanan ildeki tarımsal üretimin çeşitliliğine göre değişiyor, tek bir alanda değil farklı alanlarda çalışılıyor. Tarımsal ürüne göre çalışma takvimine uyularak, bir kentteki üründe işin bitmesiyle başka bir kente geçiş söz konusu oluyor.
Son yıllarda giderek görünür biçimde hizmet sektöründe de çalıştıkları görülüyor. Ağırlıklı olarak küçük işletmelerde istihdam olanağı bulan göçmenlerin küçük bir kesimi büyük işletmelerde çalışıyor; daha çok 10 işçiden az işçi çalıştıran yerlerde çalıştıkları ve bu yerlerde kayıt dışı çalışmanın daha olanaklı olduğu belirtiliyor.
Göç İdaresi verilerine göre, 28.10.2020 tarihi itibariyle ikamet izni olan yabancı sayısı 895 bin 396 kişi. 2018 yılında ise 856 bin 470 kişinin ikamet izni olduğu görülüyor. Diğer yandan, başta Suriyeli ve Afganlar olmak üzere, geçici statüde ya da tümüyle kayıtsız olan yaklaşık 4-4,5 milyon kişiden söz edilmekte. Bu nüfusun tam ne kadarının istihdam içerisinde olduğu bilinmemekle birlikte, Suriyeliler için verilen yaş dağılımına bakıldığında yüzde 58’inin 15-64 yaş aralığında olduğu görülüyor. Bu oran üzerinden bir projeksiyon yapılırsa başta Suriyeliler ve Afganlar olmak üzere yaklaşık 2,5 milyon civarında bir göçmen topluluğunun kayıtsız ve çalışma izni olmadan çalıştığı ya da çalışma ihtiyacı ve arayışı içinde olduğu söylenebilir.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın 2018 yılı verilerine göre ise kayıtlı çalışan toplam yabancı sayısı ise 115 bin 837 kişi.
Buradan bakıldığında kayıtlı ve kayıtsız olarak çalışan göçmenlerin toplam göçmenler içindeki payının yaklaşık yüzde 3,5’lik bir kesimi oluşturduğu, yüzde 96,5’lik kesimin ise kayıtsız biçimde çalıştığı söylenebilir.
“Geçici koruma” statüsündeki işçilerin çalışma izinlerine ilişkin 2016 yılında birtakım düzenlemeler yapıldı. Belirli ölçüde uygulamaya da geçti. Bu düzenlemelerin nasıl bir etkisi oldu, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriyeli mültecilerin çalışmalarına dair usul ve esasları belirleyen Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik, 15 Ocak 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Suriyelilere çalışma hakkı tanıyan yönetmeliğe göre çalışma izni ve istihdam kotası şu şekilde düzenlendi:
Çalışma izni:
1- Geçici koruma sağlanan yabancılar, geçici koruma kayıt tarihinden altı ay sonra çalışma izni almak için başvuruda bulunabilir.
2- Geçici koruma sağlanan yabancılara her seferinde en fazla 1 yıl süreli çalışma izni verilecektir.
3- Başvuru, yabancıları çalıştıracak işveren tarafından e-Devlet üzerinden yapılacaktır.
4- Mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacak olan ve geçici koruma kapsamında bulunanlar çalışma izninden muaftırlar. Mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacaklar il valiliğine başvuru yapacaktır.
5- Bakanlıkça, mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacak geçici koruma sağlanan yabancılara il ve kota sınırlaması getirilebilecektir.
6- Bakanlığa çalışma izin başvurusu için; sağlık meslek mensuplarının Sağlık Bakanlığı'ndan, eğitim meslek mensuplarının ise Milli Eğitim Bakanlığı'ndan veya Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'ndan ön izin almaları gerekir.
7- Geçici koruma sağlanan yabancılara yasal olarak belirlenen asgari ücretin altında bir ödeme yapılamaz.
İstihdam kotası:
1- Geçici koruma sağlananların sayısı işyerinde çalışan Türk vatandaşı sayısının yüzde 10’unu geçemez.
2- Toplam çalışan sayısı 10’dan az olan işyerlerinde, en fazla bir geçici koruma sağlanan yabancının çalışmasına izin verilebilir.
3- Çalışma izni başvurusu tarihinden önceki dört haftalık süre içerisinde yabancının çalıştırılacağı işi yapacak aynı nitelikte Türk vatandaşı bulunamadığının belgelendirilmesi halinde istihdam kotası uygulanmayabilir.
Geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin kayıtlı olarak çalışmasını düzenleyen yönetmelik, adeta çalıştırmama yönetmeliği. Gerek konulan istihdam kotası gerekse de çalışma izni alınmasına getirilen zorluklar nedeniyle, yönetmelik kağıt üzerinde kalmış ve çıkarılmasından bugüne geçen sürede önemli sayılmayacak sayıda Suriyeli çalışma olanağına kavuştu.
UNHCR’nin iki ayrı yayınında yüksek sayılardan söz ediliyor. Ağustos 2019’daki bir belgede Türkiye’nin 80 bin çalışma izni verdiği, 2020 tarihli diğer bir belgede ise 132 bin 497 çalışma izni verildiği ifade ediliyor. Bu kapsamda tam olarak kaç Suriyelinin kayıtlı çalıştığına ilişkin de sağlıklı veri bulunmuyor. Bu sayıların da ne kadar gerçeği yansıttığı da tartışmalı.
Bu düzenlemeye rağmen göçmen işçilerin büyük bir kısmı kayıtsız ve tamamen güvencesiz koşullarda çalışmaya devam ediyor. Neden?
Göçmenlikle ilgili yazında, göçmenlerin genel olarak yerli işgücünün yerine getirmekten kaçındığı ve ‒İngilizce terimlerin baş harfleriyle‒ “3-D” olarak kısaltılan “pis” (dirty), “tehlikeli” (dangerous) ve “nitelik gerektirmeyen” (demeaning) işlerde çalışmak zorunda kaldığı belirtilir. Bu, genel anlamda doğrudur. Ancak, bu genel doğru Türkiye özgülünde aynı sonucu doğurmuyor.
Türkiye, işsizliğin çok yüksek olduğu ve hemen her işi yapmak isteyenlerin bulunduğu, bu nedenle işçi sınıfı arasında rekabetin yüksek ve güvencesizliğe yol açan esnek istihdam biçimlerinin yoğun olduğu bir ülke. Bu nedenle, Suriyeliler iş piyasasında geleneksel göçmen işçilerin yaşadıkları sorunları yaşamakla birlikte, bunu aşan sonuçlar üreten durumlarla da karşılaşıyor.
Bu temel sorunun yanı sıra; yönetmeliğe göre, çalışma izinlerinin alınması için işverenlerin belirli bir tutarda ödeme yapmaları gerek. Özel bir durum olmadıkça işverenler bu yükümlüğü yerine getirmek istemiyor, böylece Suriyelilerin istihdamı zorlaşıyor. Bir işveren göçmen bir işçi çalıştırma izni almak için neden uğraşsın? Bir dizi belge hazırlasın ve ayrıca para ödesin? Çok özel bir neden olmadıkça hiç kimse bunu yapmaz, yapmak istemez.
Ayrıca, “Tehlikeli ve çok tehlikeli” işlerde mesleki yeterlilik belgesine sahip olmayan kişiler çalıştırılamıyor. Türkçe bilmenin ön koşul olması nedeniyle, Suriyelilerin bu belgeyi alması oldukça zor.
Dil sorunu nedeniyle, Suriyeli mültecilerin iş güvenliği ve iş sağlığı eğitiminden nasıl geçeceği belirsizliğini koruyor. Çünkü, bu eğitimler sadece Türkçe olarak veriliyor.
Suriyelilerin diploma denklik sorununun tam anlamıyla çözümlenmemesi, nitelikli işgücünün mesleğine uygun iş bulmasının önündeki engeller arasında. Bu ve benzeri nedenlerle Suriyelilerin neredeyse tümüne yakını kayıt dışı çalışmaya devam ediyor.
Sadece çalışma izninin verilmesi Suriyelilerin istihdamının sağlanması için yeterli değil. İstihdamın devlet tarafından özendirilmesi ve bazı yükümlülüklerin devlet tarafından karşılanması ile çözüm için önemli adımlar atılmış olacak.
Türkiyeli işçilerin bir kısmı göçmen işçilerin kendi işlerini ellerinden aldıklarını ya da daha ucuza çalıştıkları için işverenlerin onları tercih ettiğini düşünüyor. Bu, ne ölçüde doğru? Neler söylersiniz?
Göçmen işçi ile yerli işçinin birlikte çalıştığı ve özellikle de vasıfsız emeğin yoğun kullanıldığı tüm sektörler için bir ölçüde doğrudur. Özellikle küçük işyerlerinde bu durum daha yoğundur.
Ancak, bundan göçmen işçinin olduğu yerde yerli işçinin devre dışı kaldığı, işten çıkarıldığı sonucunu da çıkarmamak gerekir. Böylesi bir değerlendirme abartılı olacaktır. Nitekim, yaşadığımız bu krizli günlerde yerli işçiden daha fazla göçmen işçinin işten çıkarıldığını gözlemliyoruz.
4-5 yıl kadar önce İzmir ve Hatay’da Suriyelilerle ilgili saha çalışması yapmıştım. Bu araştırmada, “İşyerinde çalışan Türkiyelilerle aranızda ücret farkı var mı” sorusuna Suriyelilerin yüzde 93’ü ücret farkı olduğu yanıtını vermişti. İşyerinde ücret farklılığı olmadığını söyleyenlerin oranı yalnızca yüzde 7’dir. Bu kesim de vasıflı işçilerdir. Vasıflı işçilerde ücret farklılığı, vasıfsız işçilere göre daha azdır. Ücretler arasındaki farkın, yapılan işe ve işyerine göre yüzde 40 ile yüzde 100 arasında değiştiği ortaya çıkmıştı.
Önceki soruda da belirttiğim gibi, işverenler düşük ücret vermenin yanı sıra, kayıtsız çalıştırma nedeniyle de vergi, SSK primi ödememektedirler. Bunun yanı sıra, çok yaygın olmasa da yerli işçi işten atıldığında haklarını almak için dava açabilecekken, göçmen işçi bu olanağa da sahip değil.
Patronlar için bu olanaklar, mümkün olduğunca göçmen emeğinin kullanılmasına yol açıyor.
İşgücü piyasasındaki mevcut sorun ve gerilimlerle Türkiye’de yükselen ırkçılık arasında sizce bir ilişki var mı?
Yerli işçiler, işsizlik ya da düşük ücretin nedenlerinden birisinin de göçmen işçiler olduğunu düşünüyor. Bunun yanı sıra göçmenlerin yoğun yaşadıkları mahallelerde de ev kiralarının yükselme nedeni olarak yine göçmenler görülüyor. Bu durum ortak çalışılan sektörlerde ve yaşanan mahallelerde daha yoğun olarak yansıyor. Yerli işçi bunun sorumlusu olarak göçmen işçiyi görüp öfkesini buraya aktarıyor.
Bu durum, iktisadi krizin derinleştiği ve dolayısıyla işten çıkarmaların arttığı dönemlerde daha da yoğun yaşanıyor. İşsiz kalmasına göçmenin neden olduğu düşüncesi, hangi milliyetten olursa olsun göçmenlere yönelik ırkçı, milliyetçi söylem ve davranışın artmasını beraberinde getiriyor. Nitekim, çeşitli yerlerde fiziki saldırıların yaşandığını, bu saldırıların bazen yaralanmayla, ölümle sonuçlandığını zaman zaman da yaşanılan mekanın, mahallenin terk edilmesine yol açtığını görüyoruz.
Oysa, mahalledeki evin kirasını artıran ev sahipleridir. İşçilerin ücretlerini düşüren patronlardır. Yerli işçi öfkesini patrona yönelteceğine maalesef kendi sınıfından göçmene yönelmiş oluyor.
İşsizliğin yapısal hale geldiği, yoksulluğun giderek arttığı, çalışma yaşamının esnekleştiği bir süreçteyiz. Dolayısıyla, bu gelişmenin göçmenlere yansıma olasılığı, göçmen karşıtlığının da kronik hale gelmesi ve ırkçılığın yükselme potansiyeli söz konusu.
Yerli işçinin yaşadığı sorunların kaynağının göçmen işçi olmadığı anlatılamadığı sürece, bu yönelim devam edecektir. Bu görev, işçi sınıfının sendikal ya da siyasal tüm toplumsal örgütlenmelerinin öncelikli görevleri arasında.
Hem göçmen işçiler hem de yerli işçiler açısından, bahsettiğiniz sorunların çözülmesi için kısa ve uzun vadede ne yapılması gerekir?
Sorunun öncelikli çözümü, tüm göçmenlere mültecilik hakkının tanınması. Yapılan çok sayıda araştırma, Suriyelilerin burada artık geçici değil, kalıcı olduğunu gösteriyor. Bence, devlet yetkilileri de bunu biliyor. Ancak sorunun siyasal bir boyutu var ve o da göçmenleri ihtiyaç duyulduğunda Avrupa’ya karşı siyasal koz olarak kullanma ihtiyacı; göçmenlerin her kriz anında kullanılması amacıyla elde tutulmasından vazgeçilmeli. Dolayısıyla, hukuki statü değişikliği, çalışma izni başta olmak üzere bir dolu sorunun çözülmesini sağlayacaktır ama ırkçılık hariç. Irkçılığın kısa dönemde ortadan kaldırılması oldukça zor.
Kısa dönem açısından, göçmenlerin çalışmasını kolaylaştırıcı kamu desteğine ihtiyaç var. Bu, hem kamuda istihdam olanaklarının yaratılması hem de özel sektörde çalışması için ek desteklerin verilmesi demek.
Bunların yanı sıra, sendikalar da göçmen işçiler meselesini acilen gündemlerine almak durumundadır. Yerli işçi ile rekabetin azaltılması, ortadan kaldırılması amacıyla bile olsa sendikaların elini taşın altına koyması gerekir. İşçilerin önemli bir kesiminin bazı haklardan mahrum olduğu koşullarda, işçi sınıfının diğer kesiminin kullanmakta olduğu haklarını uzun dönemde koruması ve geliştirmesi imkansız.
Sendikalar, hangi milliyetten ve hangi statüde olursa olsun kayıtlı, kayıtsız olduklarına bakılmaksızın göçmen işçileri örgütleyecek, onlarla ilişki kuracak mekanizmaları hayata geçirecek adımlar atmalı. Bu, sendikaların kendi üyelerinin de haklarını korumasını sağlayacak ve ırkçılığın azalmasına hizmet edecektir.