a. Uzak. Aşırı uzak. İmza gününe yetişmek için
Avcılar’da insanların üzerine balıklama atlayan gördüm. İnsan
denizinin üstüne. Metrobüsün içindeydiler. Metrobüs diye bir şey
neden var?
b. İndirim falan yok. Yani en azından umulduğu
kadar yok. Bir zamanlar varmış, bazı yayıncılar yüzde elli falan
indirim yaparmış. Tepebaşı günleri işte, nostalji, yürüyerek fuara
gitmek, iki elin dolu müthiş kitaplar almak, Adam Yayınları, işte
ne bileyim Aziz Nesin imzası. Ama artık yok. Yüzde yirmi, en
kabadayısı yüzde otuz. Onun için de o kadar yol tepmeye değer mi,
bilmiyorum. İnternet kullanabilen herkes, aynı indirimle kitap
alabilir.
c. İmza günleri çok sıkıcı. İki türlüsü de
sıkıcı; kalabalık olan manasız zaten. Sıraya gir, mümkünse imza
sayfasını açmış ol elinle, adını söyle, jenerik bir şeyler
imzalasın yazar, selfie çek, sıranı sav, başka uzun imza kuyruğuna
gir. Ne manası var? açıkçası hiç bilmiyorum. Öteki türlüsü de çok
sıkıcı; bekleyen, etrafına bakan, sıkıntıdan kendi yazdığı kitabı
okuyan yazarlar. Gelip geçene bakıp dururlar. Sen de her an
onlardan biri olabilirsin.
ç. Ç çok güzel bir harf. Çınlama, çın, çın,
çın.
d. Çok kalabalık. Aşırı. Bir yanda stant stant
gezip ayraç toplayanlar. Öte yanda talebelerini fuara getirmiş
öğretmen tedirginliği, pişmanlığı ve telaşı. Çocuklu, çocuk arabalı
aileler. Her an birine takılıp onlardan özür dilemen için bekliyor
gibilerdir. Vicdan azabı istasyonu, adeta. Çarparsın, çok özür
dilersin, vicdan azabı çekersin. Ve üniversite öğrencileri. Kalın
paltolar, büyük cepli mantolar giymişlerdir.
e. Eskiden bir zamanmış, o zamanlar
nadirkitap.com yokmuş, bazı yayınevlerinin bütün kitaplarını yan
yana görebilirmişsin, işte kataloğuna bakıp sahibiyle, o esnada
orada olan editörüyle falan konuşabilirmişsin ilanihaye. Şimdi ara
ki bulasın o yayınevinin bütün kitaplarını yan yana. Hatta ara ki
bulasın bir yazarın bütün kitaplarını yan yana –çok satıyorsa ayrı
tabii. Bir de bir adet kitabı varsa, elbette.
f. Uğultu. Sadece uğultu, dinmeyen uğultu.
Ayvalık ilinin Cunda ilçesinin Patriça Koyu’nda kesintisiz 23 buçuk
yıl geçirmişsin, elektrik iki sene önce falan gelmiş de seni bir
traktör römorkuna bindirip cumartesi Taksim’ine atmışlar gibi.
Müthiş uğultu. Bir süre sonra bağırmaya başlarsın sen de, herkes
gibi. Akşama sesin kısılmış olur. Olur öyle.
g. Salonlar giderek büyüyor ve çoğalıyor. Bu
sene yeni bir salon daha eklenmiş. Dışarıya çıkıp döndün, bin kere
de gitsen karıştırırsın. Hangi salon nereye açılıyor, ayakyolu
neredeydi, hangi pizzacı kazıkçı değildi... Bunlar esasta çok mühim
sorulardır. Dışarıdan lahmacun istemek güzel de, yemek de
eziyettir. Açlık normale döner. Çünkü her yerde insanlar, her yerde
uğultu.
ğ. Yüksek eyvanlarda yatmış uyumuş, o ela
gözleri uyku bürümüş, evvel küçük idi şimdi büyümüş.
ı. Çok uzak, çok uğultulu, çok kalabalık.
i. Bir zamanlar insanlar gerçekten birilerinin
dinlemek için gidermiş fuarlara. Doğrudur, internet yok, posta
adresini bulmak zor, yazarla yahut her kimse muhatabın, onunla
iletişim kurmak gerçek bir zorluk. Ha illa iletişim kurmana, onu ne
kadar çok sevdiğini falan söylemeye gerek var mı, ondan da emin
değilim. Ama diyelim ki muhtaçsınmış bir zaman görmeye, gidip
görebilirmişsin buralarda. Söyleşilerini dinleyebilirmişsin. Şimdi?
Söyleşiler, ödül törenleri, kutlamalar, lansmanlar, onlar bunlar
şunlar hepsi yan yana, üst üste, sırt sırta [ve hepsi üst katta,
asansörler, merdivenler, bulmak gayretleri]. Tam bir rabarba, kimi
zaman (mübalağa etmiyorum) kıyamet atmosferi. O şarabı içmezse
ölecekmiş hastalığına tutulanlarla, o kitabı yeteri kadar
tanıtamazsa ölecek hastalığına tutulanların amansız cengi.
Mağluptur bu cenkte galip olan.
j. Ne yandasın sürmeli kekliğim, ne yanda.
k. köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir
kelime.
l. Kalabalık, uzak, uğultulu, üstelik indirim
de yok. Üstelik aradığın her şey de yok. Eskidenmiş onlar. Eskiden
de var mıymış, bilemiyoruz. Yakın geçmiş nostaljisi olarak Tepebaşı
fuarı.
m. Metrobüs, biraz sessizlik, ne korkunç
taşıt.