EŞİK, yerli ve yabancı basının davetli olduğu uluslararası çevrimiçi konferans ile farklı ülkelerden kadınları bir kere daha buluşturdu. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girişinin sekizinci yıldönümüydü 1 Ağustos. Ve Eşitlik İçin Kadın Platformu için de üçüncü yaşına giriş günü.
Yerli ve yabancı basının davetli olduğu buluşmada pek çok yönden ele alındı İstanbul Sözleşmesi. 1 Ağustos 2014 yürürlüğe giriş tarihi ve öncesindeki hazırlanma, imzaya açılış ve onay süreçlerinin yanı sıra, konuşmacıların Konsey üyesi ülkelerdeki karşıt görüşlerin içeriği ve karşı propaganda taktiklerine de , birbirinden farklı bağlamda olsa bile dikkat çekmeyi önemsemesi kayda değer. Kadın hakları evrensel olduğu için İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası bir sözleşme temelinde ülkelerin ortak mücadele yürütmesi gerekiyor çünkü kadına yönelik şiddet de küresel olgulardan. Bunların yanı sıra hep bildiğimiz bir gerçek de bir kere daha deklare edilmiş oldu: Erkeklik krizi de küresel olgulardan ve otoriter yönetimlerden cesaret alarak güçleniyor. Hatta belli odaklardan finanse edildiği görüşü dile getirildi. Ülke ve odak ismi toplantıda kimse tarafından dile getirilmese bile daha önce defalarca yazıp söylediğim için ben yine adlı adınca ifade etmekte fayda görüyorum. Başta Vatikan ve Suudi Arabistan sonra İran ve Rusya İstanbul Sözleşmesi karşıtlığında etkili ülkeler. Dinlerin en ataerkil yorumları ve diğer yandan demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle başı hoş olmayan bu ülkeler kervanına Türkiye’nin de katılması dünyanın ve toplumların geleceğini karartıyor bana göre. Ancak mücadeleden vazgeçmeyen kadınların varlığı ve hak savusundaki kararlılığı tek umut geleceğe dair. Ki, bu görüş üç yüzü aşkın katılımcı ve konuşmacıların sözleriyle toplantının genelindeki hâkim görüştü diyebilirim.
EŞİK adına toplantının açılış konuşmasını yapan Av. Hülya Gülbahar, İstanbul Sözleşmesi karşıtlığını, pek çok ülkede ve bizde taşıdığı benzer özellikler nedeniyle bir toplum projesi olarak değerlendirdi. Kadın haklarının, hukukun ve demokratik ilkelerin, aile korumacı ve LGBTİ+ karşıtı bakış açısıyla kolayca çiğnenip, insanlığı beş yüz hatta bin yıl önceye dönüştürmek isteyen bir toplum düzeninin parçası olduğu görüşünü dile getirdi. Buna rağmen kadın hareketinin ve demokratik kitle örgütlerinin hak savunusunda direnişi sayesinde EŞİK Platformun organize ettiği Danıştay sürecinde sistemi yargılatmayı başardığı üzerinde durdu.
Katılımcılar arasında yer alan İstanbul Sözleşmesi Bağımsız Denetçiler Grubu- GREVIO Başkanı İris Luarasi ise Türkiye’nin çekilme kararı ile yaşadıkları şok halini samimiyetle dile getirdi. Kurumsal görevi ve keskin bürokratik sınırları nedeniyle GREVIO olarak yapabilecekleri bir şey olmayışına üzülmekle birlikte bir son/çıkış (deadline) değerlendirmesine ilişkin çalışma ihtimalini ifade etti. Büyük ihtimal bu değerlendirme çalışması Türkiye’nin çıkışından alınan dersler niteliğinde kalır ve taraf ülkelerin izlenmesinde etkili olur. Türkiye’ye soru yöneltmesi mümkün değil. Fakat konuşmasının bir yerinde 2018 tarihli GREVIO Türkiye raporunun uygulanmayışını ve o soruların hala havada asılı durduğunu dile getirmesi de önemliydi. Anlaşılan o ki uzmanlar komitesi üyeleri ve başkanı da kişisel olarak çok istekli olsalar bile bürokratik sınırlar nedeniyle Türkiye’ye herhangi bir izleme ve değerlendirme yapamayacakları için kendilerini sıkıntılı hissediyorlar. Aynı zamanda İstanbul Sözleşmesi’ne taraf ülke sayısının 37’e yükselmesinin yanı sıra Kazakistan, İsrail ve Tunus gibi ülkelerin de Sözleşmeyi inceleme aşamasında oluşundan duydukları memnuniyet önemli. Gerçi Erdoğan Türkiye’sinin otoriteryanizm yolculuğunu rehber edinmiş görünen Tunus kanımca inceleme aşamasına kısa sürede olumsuz yanıt verebilir bence ama neyse konumuz bu değil şimdi.
GREVIO ilk başkanı Feride Acar ise bizleri 8 yıl önceye götürdü. 2014 yılında Sözleşme’nin yürürlüğe girişini bir nevi kutlama halinde açılış konferansıyla Roma’da gerçekleştirdikleri güne ait başat duygusunu gurur olarak tanımladı. Uzun çalışmalardan sonra pek az uluslararası antlaşmaya nasip olan uzlaşma ve fikir birliğinde tüm dünyadan kadın örgütlerinin desteğini yanlarında bulmaları nedeniyle bir gurur hissi yaşadığını belirtti. Ve aynı anda kadın hakları, kadınların ve kız çocuklarının şiddetsiz bir yaşam hakkı ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi gibi çığır açan bir temel metnin hazırlanmasında etkin ve ilk imzacı, ilk onaylayan ülkenin vatandaşı olmakla gururlandığını öğrenmek, içinde yaşadığımız duygusal düşünsel karmaşayı belirginleştiriyor. 8 yıl gibi kısa sürede baş döndürücü hızla her şeyin tersine çevrilebilmesi korkunç.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyesi dört milletvekilinin katılımıyla İstanbul Sözleşmesi hakkındaki değerlendirmelere kadın hakları ve şiddetle mücadele ilkelerinin yanı sıra siyasi boyut eklenmiş oldu. Danıştay kararının açıklandığı günlerde İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayan ve üç aylık bekleme süresi tamamlandıktan sonra Kasım 2022’de taraf ülke statüsü kazanacak olan İngiltere ve Ukrayna vekilleri toplantıda ülkelerindeki tartışmaları anlattılar. Hiç yabancı gelmeyen benzer argümanlarla karşı çıkışlar bizde onay sonrası yaşanmıştı bu ülkelerde ise on yıldan fazla süre onaylanmayı geciktirmiş görünüyor. Neticede her iki ülke de bazı maddelere çekince koymuş, kimilerine ise yorum bildirimi yapmış durumda. CHP’den Selin Sayek Böke ve Feleknas Uca ise kadın hakları ve Türkiye İç siyaseti açısından kısa değerlendirmelerde bulundular. Kısa çünkü ülkenin sıcak gündeminde hem CHP meclis özel gündemli toplantı çağırısı hem de pek çok HDP’li siyasetçinin yargılandığı Kobane davasının duruşması ve Aysel Tuğluk’a yargı eziyeti nedeniyle aramızda fazla kalamadılar. Daha sonra genişçe üzerinde durmak gerektiğini düşündüğüm için nasipse detayları başka bir yazıya bırakmak niyetindeyim.
Serap Yazıcı ise Danıştay duruşmasında sergilediği Anayasa Hukuku açısından hem Cumhurbaşkanı kararını, hem karara dayanak olarak gösterilen 9 sayılı kararnamenin 3’üncü maddesini ve hem de Danıştay kararını değerlendirdi. Yani sadece 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı kararının değil aynı zamanda 9 sayılı kararnamenin 3’üncü maddesinin de ve bunların yanı sıra Danıştay kararının da Anayasaya aykırılığını son derece kompakt biçimde ve herkesin anlayacağı üslupla dile getirdi. Gelecek Partisi Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı bir politikacı olarak elbette İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin partisinin değerlendirmelerine de yer verdi. TBMM tarafından uygulanması uygun bulunan İstanbul Sözleşmesi'nden, salt tek kişinin, yürütmenin başı Cumhurbaşkanının kararıyla çıkılmasını en ağır hukuki sorunlardan birisi olarak nitelediği fonksiyon gaspı ile açıkladı. Ve 6’lı masanın İstanbul Sözleşmesi bağlamında beşe inen partilerini sayarak verilen vaadi tekrarladı.
Ceza Hukuku profesörü Adem Sözüer ise İstanbul Sözleşmesi’ni bir sismograf olarak niteledi. Bir ülkede hukuk ve demokrasinin ölçüm aleti niteliğini taşıdığı şeklinde özetledi görüşlerini. Ve yalnız ulusal ve bölgesel değil küresel ölçekte İstanbul Sözleşmesi için dayanışma ağları oluşturulması önerisinde bulundu.
Sonuç olarak kendi değerlendirmeme gelirsem, ufuk açıcı bir toplantı daha gerçekleştirildiğini söylemem gerekir. Tüm konuşmacıları dinlerken yeni açılımlar, yeni fikirler, yeni sorular ve bazılarına da cevaplar bulmak mümkün oldu. Bunlardan sadece birisini kısacık aktararak bitireyim. Sadece altı partiye değil tüm muhalefete şöyle bir öneri getirmek gerektiğini düşünüyorum. GREVIO 2018 tarihli izleme ve değerlendirme raporu o yıldan bu yana olduğu gibi bekliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması yönünde yol haritası işlevi de görecek olan bu rapor Türkçe tercümesi yapılmadan bekletiliyor iktidar tarafından. Muhalefet partileri, iktidara gelince hemen tekrar imzalayacaklarını söyledikleri Sözleşme için, seçim kazanıncaya kadar geçecek süre içinde de bu yönde bir adım atsalar, kendilerine duyulan güven artar eminim. İki yıl önce söz konusu raporun resmi çevirisi yapılarak kamu kurumlarına, görevlilerine iletilmesi için bir kampanya başlatmıştı EŞİK. Meclise gözümüz üzerinizde demiştik. Partilere ve milletvekillerine Sözleşmenin uygulanması konusundaki denetim görevlerini hatırlatmıştık. İki yıl önce idrak edebilselerdi keşke bu konunun önemini. Ama geçmişe hayıflanmak faydasız hiç değilse şimdi tüm muhalefet partileri raporu Türkçeye çevirtip tüm kamu kurumlarına kendileri gönderseler iyi olur. Yapılacak işlerden bir başkası raporu her partinin kendi belediyelerinde uygulatması olur. Kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir yol haritası teşkil eden rapor içeriğinden sorun tespiti ve çözüm önerileri geliştirerek hayli gerçekçi ve somut seçim vaatleri de oluşturabilirler. Evet, toplantıdan kendime çıkardığım pay, siyasete ödev vermek oldu.
Fikir edinmek isteyenler Serap Yazıcının konuya ilişkin son yazısına bağlantıdan ulaşabilir.