İstanbul Sözleşmesi'nden usulsüz çekilme
İstanbul Sözleşmesi “temel hak ve hürriyetlerle ilgili” bir sözleşme olduğundan, Cumhurbaşkanı kararname çıkarma yetkisini temel hak ve özgürlükler ile ilgili konularda kullanamaz.
İzzet Doğan*
2009 yılında "Nahide Opuz, Türkiye davası" ile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ilk kez Türkiye'yi kadın cinayetinden sorumlu tutarak, devleti cinsiyet temelli ayrımcılık ve kadının yaşam hakkını koruyamamaktan mahkûm etti.
Nahide Opuz, 1990 yılında önce annesinin ikinci eşinin oğlu olan Hüseyin Opuz ile beraber yaşamaya başlamış ve 1995 yılında Hüseyin Opuz ile evlenmiştir. Ancak taraflar arasında geçimsizlik başlamış, yaşanan şiddet olayları 1995 ile 2002 arasında yargı ve emniyet güçlerine de bildirilmiştir. Üç çocuk sahibi olan Nahide ve annesinin uğradıkları şiddetlerden biri de Hüseyin Opuz'un Nahide ile annesinin üzerine araba sürmesi sonucu annenin ve daha sonraki bir olayda ise Nahide’nin yedi bıçak darbesi sonucu ciddi şekilde yaralanmasıdır. Her iki kadın bu olaylar nedeni ile önce şikayetçi olmuş fakat ilgili makamların da etkisinde kalarak şikayetlerinden vazgeçmişlerdir. Bir kısım şikayetler hakkında ise takipsizlik kararı verilmiştir. Opuz ve annesi artık Diyarbakır’da yaşayamayacaklarını anlayınca İzmir’e taşınmaya karar vermişler, taşınırken kamyonun önü damat Hüseyin Opuz tarafından kesilerek Nahide'nin annesi öldürülmüştür. Hüseyin Opuz 2002 yılında yaşanan bu olaydan sonra 2008 yılında serbest bırakılmıştır.
Opuz’un başvurusu üzerine AİHM verdiği kararda, Nahide Opuz’un annesinin öldürülmesinin AİHS Madde 2’de yer alan yaşam hakkını ihlal ettiğine; başvuranın eski kocası tarafından işlenen aile içi şiddete karşı korunamaması bakımından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığına ve bu durumda AİHS ’nin 3. maddesinin ve ayrıca kadınlara karşı ayrımcılık yapıldığı nedeniyle AİHS 14. maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.
Bu kararla Türkiye, AİHM tarihinde kadına yönelik şiddet suçuyla mahkûm olan ilk ülke olmuştur.
Bu sonuç dünya kamuoyunda da imajını zedelediği için bu kötü imajı değiştirmek amacı ile Türkiye, asıl adı "Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan ancak İstanbul’da imzaya açıldığından "İstanbul Sözleşmesi" olarak anılan sözleşmenin mimarı olmayı üstlendi ve sözleşmeyi imzalayan ilk Avrupa ülkesi oldu.
İlk imzacı olmanın ötesinde 12 Mart 2012’de sözleşmeyi çekincesiz onaylayan ilk devlet olarak da tarihe geçti. Tüm bunlar o günlerde Türk hükümetine Avrupa’da çok olumlu bir imaj kazandırmıştır. 2012 yılında meclis onayına sunulan sözleşmeyi tüm partiler ve o dönemin milletvekilleri oy birliğiyle onaylamışlardır. Sözleşme yeter sayıda üye ülke onaylayınca 2014’te yürürlüğe girmişti.
İstanbul Sözleşmesi "Kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşme" idi.
Devlet yaşama hakkını gerek bu sözleşme ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerinden ötürü gerekse ulusal düzenlemelerden ötürü yerine getirerek koruma altına almak zorundadır. Bu yükümlülüklerin mevcut düzenlemelerin özüne ve ruhuna uygun olarak yerine getirilmemesi halinde doğacak zararlardan devletin sorumlu olması gerekir.
Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM) bile sözleşmeyi savundu. Karşı çıkanların odaklandıkları noktaya karşı şu açıklamayı yaptı:
"Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dâhil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya yeni standartlar koymamaktadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir."
Elbette ki İstanbul Sözleşmesi kimseye boşanın, aile yaşamını tanımayın demediği gibi kimsenin de cinsel eğilimlerine karışmıyordu.
Halen 2018 verilerine göre 45 ülke tarafından imzalanan ve 27 ülke tarafından onaylanan bu sözleşmenin önsözünde amacın; kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa olduğu bildirilmektedir.
Sözleşmeye göre şiddet; kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucudur.
6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar Amaç kısmında “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.” denmektedir. Ancak halen yürürlükte bulunan bu kanunun esas alınacağını bildirdiği İstanbul Sözleşmesi de dediğimiz Avrupa Konseyi Sözleşmesinden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Mart 2021’de imzaladığı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile çekildik.
Çekilme kararının ardından kadın örgütleri ve barolar başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları ile siyasi partiler kararın iptali için Danıştay’a dava açmıştı.
Danıştay Savcısı, sözleşmeden çekilme kararının hukuka uygun olmadığını ve iptal isteminin kabul edilmesini talep etmişti.
Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesinden çekilinmesine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini 2'ye karşı 3 oyla reddetti.
Unutulmamalı ki hukukta yetkide ve usulde paralellik ilkesi vardır.
Anayasa Hukukçusu Kemal Gözler haklı olarak şöyle demektedir:
“Bu konuda çok ileri düzey bir tartışma içine girmeye gerek yok. Hukukta “bir şey bağlandığı şekilde çözülür (Unumquodque eodem modo quo colligatum est dissolvitur) Buna “yetkide ve usûlde paralellik ilkesi” denir. Bir uluslararası andlaşma, TBMM’nin onaylamayı uygun bulma kanunundan sonra Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe konulmuş ise, ancak yine TBMM’nin bir kanun çıkarmasından sonra Cumhurbaşkanı tarafından sona erdirilebilir”.
Karşı oy veren Danıştay üyelerinin gerekçelerinde de aynı ilkeye yer verilmiştir:
“Anayasa'da TBMM'nin uygun bulma kanunu uyarınca onaylanarak yürürlüğe giren uluslararası sözleşmelerin feshedilme usulüne ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmaması ve Anayasa'da yürütme organına bu konuda bir yetki verilmemiş olması nedeniyle TBMM'nin uygun bulma kanunu uyarınca onaylanarak yürürlüğe giren uluslararası sözleşmelerin sadece yürütme organı işlemiyle feshedilmesi mümkün değildir.
Bu itibarla; TBMM'nin uygun bulma kanunu uyarınca onaylanarak yürürlüğe giren bir uluslararası sözleşmenin feshi ancak TBMM'nin uygun bulma kanununu yürürlükten kaldırması veya sona erdirmeyi uygun bulduğuna ilişkin yeni bir kanun çıkarması sonrasında alınacak bir Cumhurbaşkanı kararı ile mümkün olabilecektir.
Davanın açıldığı tarih itibarıyla; dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilen sözleşmenin onaylanmasına ilişkin 6251 sayılı Kanun'un yürürlükten kaldırılmamış olması veya dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı alınmadan önce sözleşmenin sona erdirilmesinin uygun bulunduğuna ilişkin yeni bir kanun çıkarılmamış olması nedeniyle dava konusu Cumhurbaşkanı Kararında YETKİDE VE USULDE PARALELLİK İLKESİ uyarınca hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır."
Uluslararası sözleşmelerin onaylanmaları için önce TBMM tarafından bir kanunla uygun bulunmaları gerekir. Yürütme organının kendiliğinden bir uluslararası sözleşmeyi onaylaması söz konusu olamaz. Bu nedenle, TBMM tarafından onaylanması bir kanunla uygun bulunmuş ve bu kanuna dayanılarak Bakanlar Kurulu tarafından onaylanıp Cumhurbaşkanı’nın imzası ile yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan bir uluslararası sözleşmenin sona erdirilebilmesi için, yine TBMM’nin ilgili uluslararası sözleşmeyi sona erdirmeyi uygun bulan bir kanun çıkarması ve Cumhurbaşkanı’nın da sona erdirme kararını buna dayanarak verebilmesi gerekir.
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi “temel hak ve hürriyetlerle ilgili” bir sözleşme olduğundan bu sözleşmenin sona erdirilmesi de, temel haklar ve özgürlüklerle ilgilidir. Cumhurbaşkanı kararname çıkarma yetkisini temel hak ve özgürlükler ile ilgili konularda kullanamaz.
Kanunla yürürlüğe konan bir uluslararası sözleşmenin bir kararname ile sona erdirilmesi Anayasaya aykırıdır. Böyle bir hukuk uygulaması Anayasanın 90. Maddesi uyarınca yürürlüğe girmiş bulunan tüm uluslararası sözleşmelerin bir karar ve kararname ile ortadan kaldırılabileceği sonucunu doğurur.
*E. İstanbul Hâkimi