İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük tarafından kahvaltının kaldırılması, 3.5 lira olan öğlen ve akşam öğünlerinden, akşam öğününün 18,5 liraya çıkarılması öğrenciler tarafından güçlü bir protestoya dönüştü. Ardından sert polis müdahalesi ve öğrencilerin düşmanmış gibi coplanması görüntüleri haberlere yansıdı. En nihayetinde rektörlük yaptığı açıklama ile kararını geri çekti.
Kararın son paragrafı şu şekilde:
“Rektörlüğümüz öğrencilerimizin yoğun talebi üzerine bütçe harcama planını yeniden gözden geçirmiş, diğer hizmet alanlarından kısarak yemek hizmetinin aynı şekilde devamını sağlamıştır. Önceliğimiz her zaman öğrencilerimizdir; Onların güven içerisinde, sağlıklı ve huzurlu şekilde eğitimlerine devam etmeleri için elimizden gelenin en iyisini yapmaya devam edeceğiz.
Sevgili öğrencilerimize sağlıklı, başarılı ve mutlu bir eğitim hayatı diliyoruz.”
Sanki öğrencilerin direnişi polis tarafından şiddetle engellenmeye çalışılmamış, üniversite öğrencilerin taleplerini iyi niyetle karşılamış ve kararı iptal etmişlerdi. Aslında “Denedik ama olmadı, copladık ama olmadı, yerlerde sürüdük ama yine olmadı” demeleri gerekirdi.
İstanbul Üniversitesi’ni bilirim, iddialı bir üniversite. Dünya üniversiteler sıralamasında yükselmeyi amaçlıyor. Ama kaliteli bir eğitim sadece nitelikli akademisyenler, dünya standartlarında bir kütüphane ile falan olmuyor. Aynı zamanda öğrencilerin geçim sıkıntısı yaşamadan eğitim almalarını da kapsıyor. Bu her üniversitenin sorumluluğu ya da en azından öyle olmalı.
Bir de işin geniş perspektiften toplumsal boyutuna bakalım. Türkiye’de çalışanların yüzde 43'ü asgari ücretli. Buna kayıt dışı ve asgari ücretin altında çalışanlar dahil değil. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) asgari ücretle çalışan işçi sayısını 2014 yılından beri açıklamıyor. En son bu sayı 5 milyon idi. Her ailede dört kişi olduğunu düşünsek, 20 milyon insan yani Türkiye nüfusunun yüzde 25’ini kapsıyor. Kim bilir bu rakam şimdi kaçtır?
Yukarıdaki rakamlar ülkenin ne kadar yoksul olduğunu, aynı zamanda sosyal devletin gerekliliğini ve ücretsiz eğitimin önemini gösteriyor. Yüzbinler için üniversite eğitimi almak, yoksulluktan kurtulmak için tek çare. Tabii iş bununla da bitmiyor. Bugün üniversiteli işsizliği ciddi bir sorun. Öğrencilerimden mezun olduktan sonra aylık 1500 liraya çalışanları biliyorum. “Evde oturmaktan daha iyi” diyorlar.
Geçenlerde de eski bir öğrencim aradı. Yetenekli, mezuniyet sonrası kopmadık, kendisini her zaman desteklemeye değer buldum. Haftada 6 gün, mesai ücreti almadan geç saatlere kadar çalışıyordu. Ofis küçülme kararı almış, işine son vermişler.
Aramızda şöyle bir diyalog geçti.
-İntihar edeceğim.
-Etmeden bana uğra.
Neyse ki halen uğramadı. Ama yapabileceğini, potansiyelini bilirken yapamamanın, kendini gerçekleştirememenin ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
Tekrar İstanbul Üniversitesi’ne dönelim. İstanbul Üniversitesi bir sonuç değil başlangıç olmalı. Bütün üniversitelerde öğrencilerin "ucuz ve kaliteli yemek" hakkı bir standarda gelmeli, ekonomik ayrımcılık yapmadan güya YÖK'e bağlı büyük sermayenin özel üniversitelerine kadar bu hak yayılmalı.
Özel üniversite öğrencileri arasında “bir hırka giyer bir lokma yerim, çocuğumu okuturum” diyen aileler çok. Pahalı diye kahve-çay poşetini yanında getirip, kantinden sıcak su alanı vardır. Ne oldu? Baktılar ki sıcak suya talep var, onu da ücretli hale getirdiler.
Çoğu özel üniversiteye girdiğinizde, özellikle yerleşke denilen tek bir binada olanlarda, ilk gördüğünüz şık bir restoran ve marka kahve zincirlerinden biri oluyor. En değerli yerleri bunlar kapmışlar. Düşünsenize genç bir yaş grubunun bir binaya tıkılmış olması müthiş bir müşteri potansiyeli. Üniversitenin her metrekaresi değerli. Böyle olunca derslikler-atölyeler doğal hava ve ışık olmayan bodrum katlarına gömülürler, diğerlerine yer açmak için. Bir mimar olarak tasarım atölyesinde bir mekanın mimari kalitesini anlatırken bir yandan da ders yaptığımız yerin havasız-ışıksız olmasının çelişkisini öğrencilerimle çok yaşamışımdır.
Devlet ve özel üniversitelerin sorunları çok uzun zamandır biliniyor. Sorunlar gittikçe derinleşiyor. Bir zamanlar dünyada ilk beş yüze giren devlet üniversitelerimiz artık listede yoklar. Eğitimin özelleşmesi, kaliteyi arttırmadı. Nitelik niceliğe döndü. Üniversitede okumak gittikçe bir umut olmaktan çıkıyor. Umarım İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencilerin kazanımı eğitimdeki diğer sorunları da görünür kılmanın bir başlangıcı olur. Öğrenciler kendi sorunlarını sahiplendiklerinde neler olabileceğini gördük. İpin bir ucundan tutulursa gerisi sökük gibi gelecektir.