Herkes doğal olarak İstanbul’da neler olduğunu merak ediyor. Hem sahada hem de hukuki olarak şu ana kadar neler olup bittiğini kısaca açıklayayım. Hoş, gündem saat başı değişiyor, sürekli yeni bir karar, yeni bir açıklama geliyor. Siz bu satırları okurken tablo bayağı bir değişebilir, bahar gelmiş bile olabilir.
Hepimizin bildiği üzere, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini Millet İttifakı Adayı Sayın Ekrem İmamoğlu, 4 milyon 145 bin 910 oy alan Binali Yıldırım’a 23 bin 287 oy fark atarak 4 milyon 169 bin 197 oyla kazanmıştır. Bu durum adayların almış olduğu oyları tespit eden İl Seçim Kurulu’nda asılı birleştirme tutanağı ile apaçık ispatlıdır.
Diğer bir deyişle, Sayın Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilmiş kişidir. 2972 Sayılı Mahalli İdareler İle Mahalli Muhtarlıkları Ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’un “Belediye Başkanlıklarına Seçilenlerin Tespiti” başlıklı 22'nci maddesi şöyle der:
“Büyükşehir belediye başkanı seçimlerine ilişkin ilçe birleştirme tutanakları ilçelerden il seçim kuruluna gönderilir. İl seçim kurulu tarafından bu tutanaklar birleştirilerek en çok oy alan aday, büyükşehir belediye başkanlığına seçilmiş olur.”
Yani Sayın Ekrem İmamoğlu seçilmişliğinin yasal dayanağını bahsi geçen yasanın açık hükmünden alır, mazbatadan değil. Hukuki dille ifade edersek burada kurucu olan “en çok oy alarak seçilmek”tir. Mazbata yalnızca bir tespittir. Gerekirse iptal edilir. Nüfus cüzdanı gibi düşünün. Bir bebeğin var olması doğmasına bağlıdır, kimlik kartına değil. “Mazbata” kelimesi Osmanlıcadan gelir ve “tutanak, kayıt defteri” anlamına gelir. Anlam itibariyle de İl Seçim Kurulu Birleştirme Tutanağı bir nevi mazbata demektir.
Sayın İmamoğlu’nun seçilmiş belediye başkanı olduğu hukuki olarak da ortada iken, aslında mazbatasının derhal teslimi gerekir. İtirazların varlığı mazbatanın verilmesine engel değildir. İtirazlar neticesinde sonuç değişirse, mazbatanın iptali de mümkündür. Yanlış anlaşılmasın, bu talebimiz mazbata fetişistliğimizden değil, haksız uygulamayı göze sokmak istememizdendir. Nitekim, 2014 yerel seçimlerinde 5 Nisan tarihinde yapılan seçimlerden dört gün sonra, Mansur Yavaş adına itirazlar olmasına rağmen Melih Gökçek’e mazbatası verilmiştir. Söz konusu muhalefet olduğunda nedense her türlü uygulama tam terse doğru işlemektedir.
Öyle ki; bu seçimlerde YSK’nın kendi verdiği kararlar üzerinde nasıl tepindiğine anbean şahit olduk. Örneğin; 2014 yılında Mansur Yavaş’ın 30 bin farkla kaybettiği seçimlerde CHP’nin yapmış olduğu oyların tekrar sayılması ve diğer talepleri içeren itirazlar YSK tarafından;
* İtiraz ve şikâyetlerde delil ve gerekçe gösterilmesi kanuni bir zorunluluk olduğundan, hak arama hürriyetine müdahale olarak değerlendirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığı,
* Delil ve gerekçe gösterilmeyen itirazların da incelenmesi usulünün benimsenmiş olması halinde seçimlerin kesinleştirilmesi uzun süreye yayılabileceğinden, bu sürecin uzaması durumunda seçimi yöneten kurullara karşı güvensizlik oluşmasının kaçınılmaz olduğu,
* Sandık kurulu başkanının, sandık kurulunun siyasi partili üyesinin huzurunda bu denli yanlı davranmaya cesaret edemeyeceği,
* Sandık kurullarında siyasi partilerin bildirdikleri üyelerin görev yapması ve sandık sonuç tutanaklarında imzalarının bulunması ve yine siyasi partilerin müşahitlerinin ve oy verme yerinde hazır bulunanların huzurunda oyların sayım ve dökümünün yapılmış olması, oy pusulaları ve zarflardaki geçersizlik durumunun sandık başında denetlendiğinin kabul edilmesinin gerektiği,
gibi son derece kendinden emin gerekçelerle reddedilmişken, şu anda bu gerekçelerin hiçbiri yokmuş gibi davranarak geçersiz oyların ve hatta tüm oyların sayılmasına karar vermiştir!
İnsanın inanası gelmiyor. Anayasal, tarafsız ve bağımsız olmakla yükümlü bir denetim organı olan Yüksek Seçim Kurulu’nun hem kanunu hem kendi vermiş olduğu kararları bu derece ezip geçerek karar veriyor olması inanılır gibi değil. AKP iktidara geldiğinden beri her yanda “Biz yaptık oldu”culuk hakim ve yargı da, Meclis de, Anayasa da saf dışı!
Peki YSK’nın en uç ihtimalde görevini kötüye kullanması durumunda başvurulacak yollar yok mu? Var. Fakat o kısma bu yazıda girmeyeceğim izninizle.
İşin pratik kısmına geçelim, günlerdir neler oluyor, AKP ne yapmaya çalışıyor?
Günlerdir insanlar oyların başında nöbet tutuyor, herkesin işi gücü aksadı, millet fena halde gerildi, kendilerine/iradelerine büyük saygısızlık yapılmış gibi hissediyorlar, AKP’nin kendi seçmeni bile iktidara sinirlenmiş durumda, hatta AKP adına utanıyorlar. Sağımdan solumdan “Çok uzattılar, yaptıkları haksızlık” yorumları duyuyorum. Ekrem Bey, her geçen gün daha çok seviliyor. “Ben oy çalmam ama iyi gönül çalarım” dedi, hepimizin gönlünü bir kez daha çaldı. Kendinden emin, başkanlığından emin, insanlarla haşır neşir, ziyaretlerini yapıyor, halkla diyalog halinde, sakince tabloyu izliyor, “Bugün de kazandık” diyor, gülümsüyor. Israrla “Sevgi kazanacak” diyor. Hatta bugün Sabahattin Ali’nin ‘Canım Aliye, Ruhum Filiz’ kitabından bir alıntı yaptı:
“Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek. Başka bir insanı bahtiyar edebilmek, kendinin bahtiyar edebilmekten daha güç fakat daha insancadır. Bugün böyle düşünenlere saf hatta enayi derler. Fakat ne derlerse desinler, biz kalbimizin ve kafamızın doğru bulduğu şeyleri etrafın ne dediğine bakmaksızın yapmalıyız.”
AKP zaman kazanmaya çalışarak, insanları yıldırma ve alıştırma politikası izleyerek, adım adım halkayı genişletmeye çalışıyor. Önce tüm ilçelerde geçersiz oyları saydırma konusunda diretti, önce saydırdı, sonra kararları yaptığı işleme uygun hale getirdi. Aradaki fark kapanmayınca, şimdilik ikinci halkaya geçti; tüm ilçelerde tüm oyları saydırmak. Bunlar ilk andan itibaren beklediğimiz hamlelerdi açıkçası. Bu hamlelere ilişkin tüm itirazlar yapıldı. Şimdilik YSK’dan tüm oyların sayımı talebine ilişkin bir karar çıkmadı, umarız hukuka uygun bir karar çıkar, umarız siz bu satırları okurken YSK’yı tüm baskılara rağmen verdiği hukuka uygun karar sebebiyle bir yandan kutlarsınız.
Üçüncü halkanın ne olduğunu ise söylemeyeceğim; fakat siz tahmin ediyorsunuzdur. Söylemeyeceğim; çünkü öyle bir şey olmayacak. Hukuki olarak gerçekleşmesi zaten mümkün olmayan bir ihtimal. Hukukun -sıkça yapıldığı üzere- ayaklar altına alınmasıyla da gerçekleşecek bir ihtimal değil; çünkü kazananın kim olduğunu halk çok iyi biliyor. AKP seçmeninin kendisi dahi kabul etmiş durumda. Oyların sayıldığı her bir gün, Sayın İmamoğlu’nun başkanlığı, halkın gözünde tekrar meşrulaşıyor. Eğer AKP’nin azıcık da olsa siyasi bir öngörüsü var ise, bu üçüncü halkaya geçmesi durumunda nasıl bir çöküşle karşı karşıya kalacağını hesap ediyordur.
Seçim günü, tuhaf, çok sakindi ortalık. Bir şey var, dedim, hayra alamet bir şey. Biliyordum, bu sakinlik bıkmışlıktan, umutsuzluktan… Hani şafaktan önceki zifir karanlık gibi ya da en umutsuz anlarımızda bir şey oluverir de can gelir ya üstümüze, heh işte öyle bir şey… Bu kadar umutsuzluk, hareketsizlik fizik kurallarına aykırı. Muhakkak bir şey olur. Oldu da. Oy verme işleminin bittiği an itibariyle içime baharlı bir his oturdu. Her yerde “Kazandık, siz bana güvenin” deyip durdum içim içime sığmaz bir halde. Sonrasında da bir an olsun kazandığımızdan şüpheye düşmedim. Şu an halen kazandığımızı biliyorum. Demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün, adaletin ve sevginin kazandığını biliyorum. İçimizdeki baharı elbet kutlayacağız. Bize vakti gelmiş ve de geçmekte olan baharımızı kutlamayı çok görenlere de kızmayacağız. Varsın bize “enayi” desinler. Bu kötü hislerle artık vakit kaybetmeyeceğiz. Biz artık şarkı söyleyeceğiz…