Uzun zamandır kayıp duygusuyla, hüznüyle ve yenilmeye mahkûmmuş gibi hisseden insanlarıyla meşhur İstanbul. Suat Derviş’in Çöken İstanbul’unda İstanbul ve İstanbullular başrolde. Bir kez daha anlıyoruz ki İstanbul’da insanların sahip olabilecekleri her zaman belliymiş. Birileri hep şehrin, diğerleri de şehrin dertlerinin, yoksulluğunun, belalarının vazgeçilmez sahibiymiş.
Öyle bir şehir düşünün ki artık size hiçbir şey hatırlatmıyor. Tek işlevi unutturmak olmuş. İşte İstanbul. Ve İstanbul’da yaşamak neredeyse bir intihar yöntemine dönüşmüş durumda. Kentin değişen fiziksel yapısıyla birlikte kapitalizmin baş aktör olduğu bu denklemde kültürel yapının siliniyor oluşu buz gibi bir gerçek.
Uzun zamandır kayıp duygusuyla, hüznüyle ve hep yenilmeye mahkûmmuş gibi hisseden insanlarıyla meşhur İstanbul. Şehir değişirken hayatların dönüşmemesi mümkün mü!
Yoksullukla, çöken değerlerle, her köşesinden taşan rant düzeniyle ne zamandır uğraşıyor İstanbul? Tüm bunlarla mücadele ederken ya da bunlara maruz kalırken şehrin insanları neler hissediyor ve yaşıyor? Geçmişte neler hissediyorlardı? Cevabını bulabileceğimiz sayısız roman, araştırma ve tarih kitabı var elbette. Yitişin, mahrumiyetin yarattığı duygunun peşine düşen çok önemli bir kitaptan bahsedeceğim. Suat Derviş’in Çöken İstanbul’u bu açıdan müthiş bir kaynak. Edebiyatımızın büyük ve cesur yazarının 1935-1937 yılları arasında yaptığı röportajlar yer alıyor kitapta. İstanbul’un ve İstanbulluların başrolde olduğu bu röportajlar gerçeklikle karşılaşmanın etkileyici bir biçimi.
Suat Derviş’in romanlarından, öykülerinden alışık olduğumuz toplumun farklı sınıflarının insanları ve dertleri var bu röportajlarda. O dönem şehirde yaşayanların hissettikleri bugünün insanının hislerine de ışık tutuyor. Bir kez daha anlıyoruz ki İstanbul’da insanların sahip olabilecekleri her zaman belliymiş. Birileri hep şehrin, diğerleri de şehrin dertlerinin, yoksulluğunun, belalarının vazgeçilmez sahibiymiş.
Suat Derviş, İstanbul’da görünmez muamelesi yapılan insanları anlatırken görmezlerin düzenini de açık ediyor.
Suat Derviş’in 1930’lardaki İstanbul’undan Jaklin Çelik’in İstanbul’una varıp yorumu çoğaltacak bir okuma önereyim. Çöken İstanbul ve Sarhoşların Perşembesi birbirinin peşi sıra okunduğunda ilgi çekici bir panorama oluşturuyor. Jaklin Çelik’in romanı, insani ve kültürel değerlerin tıraşlanmasının sonucuna dair…
Paçayı son anda araba altına girmekten kurtaran kör köpek Çelimsiz’le açılıyor Sarhoşların Perşembesi. Görünmezlik ve görmezlik konusunda Çöken İstanbul’la yakın akrabalığı var. Roman, İstanbul’un Tarihi Yarımada’sının bir semtinde geçiyor. Jaklin Çelik, betonlaşmış İstanbul’un bir konağında yaşayan müteahhit beyefendi ve yardımcısının hikâyesini anlatıyor. Evi ele geçirmeye çalışan yardımcı ile alzheimer olan Beyefendi İstanbul’un can çekişinin sureti oluyor.
Çöken İstanbul’da anlatılan mağara kovuğuna benzeyen bir odada yaşayan altı çocuklu anne, tabut ve teneşir deposunda yaşayanlar, Edirnekapı surlarında barınanlar… Sarhoşların Perşembesi’nde anlatılan ülkesine gitmek için para biriktiren göçmen dilenci, yüklü bir paraya tarihi hamamı tahvil etmek isteyen Hamamcı, sarhoşun, yoksulun kâbesi İşkembeci, bir zamanlar bambaşka bir hayatı olan Berduş… Hepsi çöken İstanbul’un sakinleri.
Hamiş: Suat Derviş’in kitaplarının yayımlanması için gösterdiği çaba ve emek için Serdar Soydan’a sonsuz teşekkürler…