İstanbul'un en lezzetli mısırı
Bunları okurken, Marlon Brando’nun canlandırdığı Don Corleone’yi getirin aklınıza. Onun gibi kısık sesle konuşuyor Mehmet Abi; ama ondan daha canlı, yaşayarak anlatıyor.
DUVAR - Mehmet Mindavallı 1959 Beykoz doğumlu. Beykoz’a bağlı Yuşa Tepesi, Tokat Köyü’nde yaşıyor. Onunla konuşmaya başladığımda aydınlık olan hava karardı, üstüne bir de yağmur bastırdı. Yoksa Mehmet Abi’nin anlatacakları bitmemişti. “Ben aslında aşiret torunuyum” diyor “Burada mısır sattığımı kabilem bilsin, bana selam vermezler!” Bu durumda yazmamayı teklif ettim ama “Benim kimseye eyvallahım yok” diye yanıtladı. “Benim hakiki işim çiçekçilik” diyor. Fakat öyle bildiğimiz çiçek işi değil, balık tezgahlarında aksesuar olarak kullanılan yaprakları satıyormuş.
'SİYAHA BEYAZ DEMEDİK'
“Bir gün balık halinde baktım bu işi yapıyorlar. Dedim ‘ben de yaparım bunu. Beykoz’da orman çok.’ ‘Sana yaptırmazlar bu işi, mafyası var buranın’ dediler. ‘Olsun,’ dedim, ‘ben de tek kişilik mafyayım.’ Başladık seyyar tezgahta satışa. Adam bana atar gider koydu; ama havagazı. Atarı yaptın mı geri adım atmayacaksın. Attın mı köpekler bile yer seni. Biz siyaha beyaz demedik. Kimseye eyvallah etmem. Burada kuru ekmek, zeytin yerim daha iyi. Herkesle aynı konuşurum. Çiğ yemedim ki karnım ağrısın. Kimseden korkmam. Şu çamın altına da kartonumu koyar yatarım. Orada öylece devam ettik; Azapkapı, Kumkapı. Gayemiz kimseye muhtaç olmadan ekmek parası çıkarmak.”
Mehmet Abi mısır işini bir hobi misali yapıyor. Yoros Kalesi’ne yolunun nasıl düştüğünü ise “Esnaflıkta kalabalık yeri seçersin ama para kazanmaktan daha çok kafamı dinliyorum burada. Temiz hava alıyorum, ormanları seyrediyorum. İş olursa olur, olmazsa canım sağ olsun” diye anlatıyor. Ama ben o mısırı yemek için gitmiştim her şeyden önce. Geçen yıl yemiş ve tadını unutamamıştım. İlla öğrenecektim o mısırların neden bu kadar tatlı olduğunu. Mehmet Abi “Suyun memba suyu olacak. Mısırın bahçeden kopacak. Kazanını devamlı yıkayacaksın. En ufak bir maya kalsa mısırı ekşitir. Kazanın, takımın taklavatın kromdan olacak. Doğal ateşte pişireceksin. Yeme mısırı ayrı, unluk mısır ayrı, yemlik mısır ayrı, hayvanlar için mısır ayrı. Her mısır kazana koyulup satılmaz. Bu mısır tek bir bahçeden bize özel ekiliyor. Bir teyzeden alıyoruz. Ne kadar mahsul çıkarsa o kadar satıyoruz. Bahçede bitince biz de işi bırakıyoruz” diyor.
'ESNAFLIĞIN YÜZDE 90'I CESARETTİR'
Mısır bitince kestaneye geçiyorlarmış. “Ben ne yapabilirim diye gözüne kestirdiğin bir işe başlarsın. Esnaflığın yüzde 90’ı cesarettir. Gözünün karalığıyla devam eder gidersin. Birisinin de mısır satması gerekiyor işte, herkes bir iş yapmak zorunda. Bugünlük sattım, yarın önemli değil diye satarsan olmaz. En kalitelisini yapmaya çalışacaksın ki yarın müşteri bir daha sana gelsin. Pazarda 7 tanesi 5 liraya satılan mısırları satmıyoruz. Eğer kötüsü çıkarsa sen yiyeceksin ya da atacaksın. Müşteriye verirsen der ki, kardeşim ben senden veresiye mi aldım, bedavaya mı aldım. Al paranı, der bir daha da gelmez” diyor. Tekrar ediyorum, anlatması boşuna değil. GDO öncesi mısırlarının tadı var, çok lezzetli.
Mehmet Abi diyor ki “Ben özünde çok ters bir adamım. Muhitten gören bazıları diyor, a ne kadar kibarsın burada. Öyle değil aslında, işim olduğu için. Sana iyi bir şey sunmazlarsa paranla minnet eder misin? Elbette özen göstereceksin. İnsanlarla diyaloğun güzel olacak. Burayı tertemiz bırakıyoruz. Akşam olunca külümüzü, pisliğimizi süpürüp toplarız. Öylece bıraksak çöplüğe döner iki günde. Müşteri kullansın kullanmasın peçeteni, kürdanını bulunduracaksın. Burası ıssız diye, git ağaçtan kürdan yap mı diyeceğiz? Kaçı kaç kuruş?” Mısırların tanesi 3, çifti 5 lira. Bunu pahalı bulanlar oluyormuş. Kızıyor ve “Hanımla bir yerde yemek yedik. Garson geliyor, masayı temizliyor, küllükleri boşaltıyor filan. 44 lira hesap geldi, 50 lira bıraktım çıktım. Hanım dedi, e paranın üstü kaldı. Dedim, garson senin uşağın mı? Hizmet etti o kadar, onun hakkı. Bizde de farklı değil. Bu para emeğin, hizmetin karşılığı. Parası olmayana, çoluk çocuğa zaten veriyorum mısırları” diye anlatıyor.
'SUYUN KAYNAĞI NEREDEN GELİYOR BAKACAKSIN'
Mehmet Abi’nin en sevmediği şey kaynağı olmayan gelir. “Bir insanın kazancı bellidir” diyor, “Sen bu kişi fazladan gelir getirdiğinde sormazsan, yarın bir gün o kişi bedelini ödediğinde sesini çıkaramazsın.” Başından geçen bir olayı da örnek gösteriyor: “Ormanda yaprak toplaya toplaya bir arkadaşımla gidiyoruz. Sıcak hava, susadık. Bir dere gördük, arkadaşım hemen eğildi. Dedim, nereden geldiğini görmeden içmeyelim. Bu dinlemedi, içti. Peşinden yukarıya doğru devam ettik. Ne görelim? Bir köpek ölüsü suyun kenarında. Sinekler üşüşmüş leşine. Bizimki bunu görünce hop, kustu tabii. Suyun kaynağı nereden geliyor bakacaksın. Oğlun, kızın, kocan parayı nereden, nasıl getiriyor soracaksın.”
Bu konuyu anlatırken hiddetleniyor birden, “Gel buraya, şurayı görüyor musun?” diye sürüklüyor beni. Gösterdiği yer hemen karşımızdaki bir mezarlık. “Var mı orada kat, yat, lüks araba. Alanlar ve satanlar, yan yana yatanlar. Seni gömüyorlar, 9 tane tahta, 7 metre kefen. Zenginin ki biraz daha kaliteli ama o da çürüyor toprağın altında. Onu çarp, bunu çal, sonra helallik alırım. Olmaz öyle şey. Her şeyi desinler diye yapıyoruz. O kadar günah işle, git hacca temizlen. Olmaz” diyor ısrarla.
Bunları okurken, Marlon Brando’nun canlandırdığı Don Corleone’yi getirin aklınıza. Onun gibi kısık sesle konuşuyor Mehmet Abi; ama ondan daha canlı, yaşayarak anlatıyor. Corleone gibi hareketli de bir hayatı olmuş. Ona “korsan” diyorlar zaten; gemilerle zamanında dünyaya açıldığı için değil de, hır gürle geçen zamanların gözünün birinde bıraktığı hasardan dolayı. Liseyi bitirince başlamış çalışmaya. “O işe girdim olmadı, bu işe girdim olmadı” diyor. “Ucuz zamanlarında tane taksi plakası aldık, yürümedi. Kahve açtık olmadı, kumarhane açtık olmadı, balık dükkânı açtık olmadı, yıkama yeri açtık olmadı, falan filan” diye bitiriyor. O dikiş tutturma derdinde olmamış, kendi deyimiyle “3 lira, 5 lira; bir kabuk ekmek parası çıktı mı yeter. Olay budur” diyor.