"İstek parça cinayeti!” Artan kadın cinayetlerinin de, bu cinayetin de, sağlık görevlilerine artan şiddetin de arkasında aynı şey var: Katillerin, suçluların korunup kollanabileceklerine duydukları inanç ve en tepeden başlayarak giderek yaygınlaşan nefret söylemi. Hiçbiri ne tesadüfi ne de münferit.
"Tesadüfler (henüz) açıklanamamış birlikteliklerdir." Ta çocukluğumdan aklımda kalmış bu sözün kaynağını aradım, bulamadım. İlk duyduğumda, dünyaya başka bir gözle bakmamı sağladığını anımsıyorum. Komploculuğa varan, her şeyi amaç doğrultusunda birbirine "delice" teyelleyen o uç anlamında değil, orası tehlikeli. Ama düzenli olarak tekrar eden hiçbir döngünün, kalıbın göründüğü kadar rastgele olmaması anlamında. Hepimiz tesadüflere inanırız ama sayıları sandığımızdan daha azdır.
Adalet Bakanlığı'nda daire başkanı olan bir hâkim, yıllardır evde hapis tuttuğu, her hareketini gözlediği söylenen eşini öldürdükten sonra intihar ediyor. Hakimler ve Savcılar Kurulu, bir kadını öldüren bir katil için taziye mesajı yayınlıyor. Bu vahim olay olmasa belki nice kadın cinayetinde karar mercii olacak, katille empati yapması adaleti sağlama ihtimalinden çok daha yüksek bir adam bu. Ölümü neredeyse kaza diye geçiştiriliyor. Öldürdüğü kadının adı bile geçmiyor.
Ankara’da bir barda üç adam, istedikleri şarkıyı çalmadığı/söylemediği için bir müzisyeni program bitiminde saldırıp bardakla, şişeyle katlediyor. Olayın şoku içinde onu yakından tanıyan pek çok kimsenin çok iyi, nazik, ailesini çok seven, hayat dolu, naif bir insan olarak tanımladığı müzisyen Onur Şener’in iç yakan görüntüleri, fotoğraflarıyla karşılaşıyoruz önce. Küçük kızına şarkılar söyleyen, neşeli, iyicil bir adam korkunç biçimde katledilmiş.
"Gece hayatında rastlanması normal, münferit bir olay, alkol etkisi" vb. yorumlar basıyor ortalığı sonra. Dünyada içki tüketimi en çok olan yerlerde, mesela birkaç kez bulunduğum için hemen aklıma gelen, hafta sonu ayık gezen insana bile zor rastlayabileceğiniz Helsinki’de kaç müzisyen bir istek parçayı söylemediği için boğazı kesilerek öldürülmüştür? Bizde ve dünyada anahtar sözcüklerle şöyle bir arama yapın. "İstek parça cinayeti/şarkıcı cinayeti" diye bir alt cinayet türü kaç yerde var? Bizde var. Bu derece vahşice olmasa da farklı yıllara ait birçok habere rastlayabilirsiniz.
Başka insanların hayatlarına, tercihlerine, mesleklerini icra etme biçimlerine, varoluşlarına zerrece saygı duymayan, ve bu alan ihlalini de ellerine geçirdikleri güç ölçüsünde pasif agresyondan vahşi cinayete uzanan dev ölçekte hayata geçirenler ülkesi, Türkiye. Eline az buçuk güç geçtiğinde kendini dünyanın hâkimi sanan, temizlikçiye, garsona, bir mekânda müzisyene, kadınlara sahip olduğunu zanneden korkunç varlıklar her yerde…
"İstek parça cinayeti!" Yüksekten atılan kadınların ve istek parça cinayetlerinin ülkesi. İlkine diğerinden çok daha sık rastlanıyor. Ama ikisi de ne tesadüfi ne de münferit. Artan kadın cinayetlerinin de, bu cinayetin de, sağlık görevlilerine artan şiddetin de arkasında aynı şey var: Katillerin, suçluların korunup kollanabileceklerine duydukları inanç. En tepeden başlayan, toplumun birçok kesimini kapsayan nefret söyleminin yaygınlığı. Nefretin, zorbalığın hayatı giderek esir alması. Kadınları öldürmenin büyük suç olmadığına, LGBTİ+ların zaten varoluşlarının bile tanınmadığına, doğru tuşlara basıp doğru güce yaslanarak işlenen her tür suçun sümen altı edilebileceğine inanıyor bu katiller. Psikopat değiller, işledikleri cinayetler korkunç ama akıl hastanesine kapatılıp sıyıracak türden caniler değiller. Hepsi gücün ve iktidarın semirttiği, gerçek hayatta, insani değerler açısından birer “hiç kimse” olan sıradan zavallılar. Bu zavallılar hayatımızı karartıyor. Bu zavallılar yüzünden bugün sırtını iktidara, muhafazakarlığa, büyük paraya, belli bir çevreye yaslamayan herkes giderek artan biçimde hayatta kalma savaşı veriyor. Patronuna, bir parti yöneticisine başını kaldırıp bakamayacak o zavallıyla hayatımızı karartabilecek katil arasında bir adım var. Her yerdeler. Onur Şener’in katil zanlılarının kimliği ve adli sicil kaydı bugün açıklandı: Ali Gündüz, Çalışma Bakanlığı’nda iş müfettişi. Semih Soyalp, TAI’de elektrik mühendisi (taksirli adam yaralama), İlker Karakaş Çalışma Bakanlığı’nda müfettiş (iki ya da üç suç kaydı). En iyi üniversitelerden mezun birçok gencin iş bulamadığı, aile desteği yoksa işsizlikten, yoksulluktan intihar edebildiği bu ülkede, yüksek mevkilerdeki adamlar bunlar. Bir şirkete alınacak elemanın bile adli sicil kaydına bakılırken her nasılsa tüm suç potansiyelleriyle bulundukları noktaya getirilebilmişler.
Bir müzisyen bir istek parçayı çalmadığı için katlediliyor. Katil zanlılarının ikisi Çalışma Bakanlığı’ndan çıkıyor. İlk aklıma gelen şu olmuştu: Aynı bakanlıktan, böyle vahşi bir suçu işleme potansiyeli olan iki adam birden nasıl çıkabilir? Bu biçimde cinayet işlemek kimsenin öyle öfkeyle, bir anlık gaza gelmeyle falan yapabileceği bir şey değildir. Ama aynı bakanlıkta aynı anda iki psikopatın birden bulunması da pek mümkün değil. Öyleyse bunlar geçmişte işledikleri suçların bedelini ödememiş, devletin kayırdığı, kendini devletin ta kendisi zanneden suçlular olmalı. (Ki sicil kayıtları da bunu doğrular nitelikte.) Hayatı müzikten, sevdiklerinden, küçük kızından ibaret görünen iyicil bir adamın karşısına çıkmışlar bir gece. Günlük hayatın bir anında hepimizin karşısına çıkabilirler. Kimsenin kılına zarar vermeyecek insanlar uydurma suçlarla, cesurca hak savundukları için, bazen attıkları tweetler nedeniyle hapislerde. Patrona, yöneticiye, erke karşı sesini yükseltemeyecekken dişini geçirebildiği anda hepimizin katili olabilecek bu adamlarsa yüksek mevkilerde. Liyakatsizliğin, her yere sızmış çeteciliğin, çürümenin, günümüz Türkiye’sini cehennem haline getiren her şeyin özeti. Kendinde her şeyi yapma hakkı gören ve yaptığı her şeyin üstü örtülebilen, insani anlamda tam manasıyla birer hiç olan zalimlerin gündelik tehdidinde ömür sürüyoruz…
Onur Şener’in "Ölürüm Türkiyem"i söylemeyi reddettiği için öldürüldüğü iddiası var. Sadece zalimlerin hassasiyetlerini koruyan genel algıya oynayan bir yalan olabilir bu. Doğruysa da "Faşizm söyleme mecburiyetidir"in tam karşılığı. Hiçbir şekilde hafifletici sebep değil normal koşullarda, aksine nefret suçu.
Onur Şener cinayetinde sebebi alkol olarak görmek, besbelli bir kalıbı olan cinayetlere "münferit" demekten daha siyasi. Tek başına alkol kimsenin içinden bir katil çıkarmaz. Evet doğru dürüst içme, eğlenme kültürü bu ülkede çok azdır. Ama (başka maddelerle ya da psikopatik elementlerle etkileşiminden bahsetmiyorum) tek başına alkol dertliyi daha dertli, neşeliyi daha neşeli yapar, olsa olsa bastırılmış olanı açığa çıkarır. Normal koşullarda bunun sonucu da normalde söylenemeyen şeylerin söylenmesi, seslerin yükselmesi ya da sabah silinecek tweetler, gönderilmese iyi olacak mesajlar atmak olur(du). Aşırılıkta her şey zararlı hale gelir, buradan bir aşırı alkol tüketimi övgüsü çıkarılmasın. Ama şu kesin ki Onur Şener’i alkol öldürmedi. Kendini devlet sanan, ne yaparsa yapsın sıyırabileceğine inanan, mühim mevkilerdeki adamların kindar güç zehirlenmesi öldürdü. Kadın cinayetlerinin çözümü kadınları eve kapatmak olmadığı gibi yasakların, festival iptallerinin kol gezdiği, müzisyenlerin zaten iyice köşeye kıstırıldığı bir baskı ortamında da çare ibreyi eğlence mekanlarına ve alkole çevirmek değil.
Kabalığın, alan ihlalinin, başkalarının hayatına saygısızlığın, üste çıkmanın, hatalı olduğunda bile karşı tarafı suçlamanın toplumumuzda hep bir karşılığı vardı maalesef. Nuri Bilge Ceylan’ın meşhur sözü çok doğrudur: "Mütevazılık falan hiçbir zaman gerçek bir üst değer olmamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz." İşte bu eğilime eklenen adaletsizlik, haksızlık, yaptırımsızlık temelli muktedir, her şeyi "iyiler" ya da iyide kalmaya çalışanlar için giderek çok daha karanlık hale getirdi.
Geçenlerde gerçek hayatta az tanısam da işini ve hayatı yürütme biçimi, azmi ve çalışkanlığı nedeniyle çok sevdiğim bir arkadaşım, uğradığı büyük bir haksızlıktan sonra şöyle demişti bana: "Artık kötü biri olmak istiyorum. Diğer türlü sürekli birileri insanı ezmeye çalışıyor. Hep haksızlık duygusuyla yaşamaktan ve büyüklüğün bende kalmasından bıktım.” Benzer cümleleri son birkaç yıldır artan biçimde başka yakınlarımdan da duydum, zaman zaman kendim de kurdum. Tanıdığım işinde gücünde, başkalarının hayatına saygılı, olabildiğince nazik, kendi köşesinde çektiği sıkıntıları pek az kişinin bildiği herkes hayatın adaletsizliği nedeniyle çok mutsuz. Kötü, kaba, aşırı talepkâr birine dönüşmedikçe hayatta kalamayacaklarını düşünüyorlar.
Hayatı zorbaların eline verdiler. Güce yaslanmayan, biat etmeyen herkes köşeye sıkışmış hissediyor kendini ve gerçekten de tehlike altında. Bu ülkede artık aksi kanıtlanmadıkça her cinayet, en azından onu hazırlayan koşullar bakımından, gayet siyasi.
"Mühim mevkilerde kadrolu üç katil" kulağa Türkiye için bile kötü geliyor. Umarım hiçbir şeyin üstü örtülmez, hak eden hak ettiği cezayı alır. Katillerin mesela "vatanıma bayrağıma küfretti" deyip "namusumla oynadı" diyen kadın katilleri gibi ceza indirimi almaları uzak bir ihtimal gibi gelmiyor kulağa maalesef. Adaletsizlik, haksızlık konusunda ihtimal zenginliğinden boğulacak haldeyiz.
Bir müzisyen, iyi bir insan, bir şarkıyı söylemeyi reddettiği için kendini her şeyin sahibi sanan adamlar tarafından vahşice katledildi. Çok sevdiği küçük kızı bu dehşeti ve yası ömrü boyunca taşıyacak. Vicdanı olan herkes, kırk kılıf içine gizlense de suçu ve suçluları görmeli, gerçek adaletin yanında olmalı.