İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar

Özlem Zengin için her zaman, her kültürde geçerli olan bir evrensel hatırlatma yapayım: Yoksuldan ahlak beklemek en büyük ahlaksızlıktır. Hele de yoksulluğu yok etmekle yükümlü iktidar mensupları tarafından halkın ahlakla sınanması...

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Ucube sistem, eski alışkanlıkla ya da kurnazlıkla, yürütmenin alt elemanlarına hala bakan adını veriyor. Bir ara siyasi memur olarak tanımlanmışlardı ama gururları mı incindi bilinmez, yönetim şemasında hala bakan olarak görünüyorlar. Yardımcılarını atama yetkisi bile Cumhurbaşkanına ait olan bu icra makamındaki siyasi memurlar hiç değilse makamın adı bakan olduğu için, o koltuğa oturanın görev tanımını okumaktan söz etmiyorum ama şöyle birkaç dakikalığına göz atıyorlar mıdır, merak etmiyor değilim. Sanki sadece saray erkanından WhatsApp mesajıyla gönderilen talimatları okumakla yetindikleri izlenimi veriyorlar. Fakat hak geçmesin, bakanlar yalnız değil, AKP milletvekilleri ordusu da aynı konumda olduklarını düşündürecek şekilde hareket ediyorlar. Seçilmişler, ama sor niye seçilmişler demeyeceğim çünkü şimdi konumuz o değil. Genel suçlama olarak ezbere söylenmiş sözler gibi havada kalmasın, bu yazının konusunu oluşturanlar iki bakan ve bir grup başkan vekili.

HAYIRDIR, YENİ DOĞAN ÇETELERİ KURBAN MI İSTEDİ?

Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu “Bugün maalesef doğurganlık oranı bir buçuğa (1,5) düşmüş durumdadır” sözleriyle demografik kaygılarını dile getirmiş. Sağlık Bakanının asli görevi nüfus artış hızına ilişkin politika belirlemek ve uygulamak mıdır? Yanlış biliyorsak söylesin Sayın Bakan, biz bu ülkenin yurttaşları olarak sağlık bakanlığının işini, doğacak ve doğmuş olanların, yaşayan herkesin sağlık hizmetlerine erişimini sağlamak, sağlık hizmetlerinin mesleki etik çerçevesinde sunulmasını düzenlemek gibi temel ihtiyaçları ve bu temele ardışık zorunlu işlemleri icra etmek olarak biliyoruz. Ülke nüfusunu arttırmak senin işin değil kardeşim!

Ha, bu konuda çok ısrarcıysan o vakit sorayım: Hayırdır Yenidoğan Çeteleri kurban mı istedi? İstanbul İl Sağlık Müdürü olarak görev yaparken yetki alanı içindeki devlet hastanelerinden usulsüz şekilde özel hastanelerin yenidoğan yoğun bakımına sev edilen onlarca (bilmiyoruz) belki çok daha fazla bebeğin SGK ödemeleri için bile isteye öldürüldüğünü “görmemiş” Bakan Memişoğlu. Şimdi doğum sayısını arttırmak istiyorsa bu sorunun cevabını da topluma borçlu. Üstelik şimdi Bakan olarak ülkenin tüm hastanelerinden sorumlu olduğu için çok daha fazla borçlu. Nitekim konuya ilişkin kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Yenidoğan Çetesinin tek olmadığı, başka illerdeki hastanelerde kapatılan yeni doğan yoğum bakım birimlerinin varlığından anlaşılıyor. Tam sayısını bilmek hakkımız olmasına rağmen henüz öğrenemediğimiz bebek ölümleri ile sınırlı olmadığı yönünde de kuvvetli şüpheler var. Bu şüpheleri ciddiye alıp soruşturmak, incelemek de Bakanın görevi. Fakat kendileri doğanlara bakamayan bakan olarak yeni bebekler doğsun istiyor. Peki istediğini yapanlara ne oluyor? Bu da Mahinur Özdemir’in payına düşen bir konu.

AİLE BAKANI YANGIN SORUŞTURMASINDAN MI SORUMLU?

İzmir Selçuk’ta hayatta kalmaya ve çocuklarını yaşatmaya çalışan 27 yaşında bir kadın Melisa Nisa Akcan. 22 yaşında evlenmiş tam da Memişoğlu’nun ve yıllardır ağzından düşürmeyen Erdoğan’ın istediği gibi beş çocuk sahibi. Her yıl bir çocuk doğurmuş Melisa Nisa Akcan. Ama doğur diyen devlet doyurmaya, bakmaya sıra gelince yalnız bırakmış anneyi. Ev, baraka hatta kulübe denemeyecek bir mezbelelikte yaşamaya çalıştıklarını bizler yazık ki 1 yaşından 5 yaşına kadar sıralanmış 5 çocuk yangında can verdikten sonra öğrendik. Bilmesi gerekenler biliyormuş ama… Anne ve beş çocuğun nasıl bir yerde yaşama tutunmaya çalıştıklarını meğer konunun asıl sorumlusu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş biliyormuş. Devlet biliyormuş. Bir değil iki değil, iddiaları doğruysa, tam 18 kere gitmiş, görmüş ama sorunu çözmemiş. Mahinur Özdemir, Bakan adıyla siyasi memur olarak atandığı zaman Anayasaya göz atsa sosyal devlet niteliğini görür, Bakanlığın yetki ve sorumluluk alanına, kendi görev tanımına göz ucuyla baksa, sosyal politika oluşturmakla yükümlü olduğunu anlardı her halde. Anlar ve o 18 gidişin gözlem raporları doğrultusunda sosyal hizmet adıyla ama annenin “verilmedi” dediği para yardımı vs ile yetinmek yerine ilkin yurttaşın barınma hakkı sorumluluğunu yerine getirirdi. Çünkü sosyal devlet dediğin ihtiyacı olanın barınma hakkını sağlamak için sosyal konut tahsis eder. Beş çocuk varsa ücretsiz, güvenli ve kaliteli kreş imkanı sunar. Anne işsiz ise bir işe yerleştirir. Hiçbirisi yapılmamış ama Bakanımız konuşuyor: Takipçisi olacağız. Geçmiş olsun doğmuş çocuklar öldü, mezarlarının sulanmasını mı takip edeceksin? Kardeşim sen insanları yaşarken insanca yaşatmaya bakansın. Yangın soruşturması, gerekirse yargılanması başka bakanların işi, sen kendi işine bak.

ARKA TARAFTA NEYİ İZAH ETTİN ACABA, AHLAKİ DEĞER YARGILARINI MI?

TBMM’de babanın hapiste olduğu, annenin hurda toplamaya gittiği sırada çıkan yangında ölen 5 çocuk/bebek gündeme geldi elbette. Yasama organında konuşulması değil garip olan konuşulmaması sorumsuzluk olurdu. Yasama organı elbette gerekli sosyal politikaları geliştirmek, önermek üzerine konuşmalı, tartışmalı. Yoksulluğa çözüm üretmek için politika geliştirip yürütme organına uygulaması gereken yasaları çıkaracak şüphesiz. Hele de bütçe günlerinde. Yoksullar için bütçeden ayrılacak payın, ayrılan bütçenin nerelerde nasıl kullanılacağının kararlaştırıldığı günlerde… İktidar muhalefet karşıtlığı yapılamayacak, siyasi rekabetin alanına giremeyecek insani sorun karşısında bile eleştiri ve önerilere tahammülsüz, AKP. Grup başkanvekillerinden Özlem Zengin dinlerken yüzümüzü kızartan şu sözleri sarfetti: "Bütün bu problemlerin olmasının sebebi, parasal sebepler mi? Değil, bunun altında başka sebepler var. Konuşalım, onları da arka tarafta size izah edeyim. Ailenin içerisinde olan başka problemler de var. Bu kadar acılı bir günde dönüp dolaşıp sadece paraya bağlamanızı anlamakta zorlanıyorum." 

Kardeşim hiç zorlama kendini, herkes bazı şeyleri, ölüm anını, ölüm acısını ve sorumluluk hallerini anlayamadığının farkında. Bu ilk falso verişin de değil. Ama o ölen çocuklar üzerinden aileye yönelik ‘arka tarafta’ ne söylediğin merak konusu. O acılı anne babaya ne tür kusur ve suç yükleyerek, gerçek sorumluları perdelediğin merak konusu. Ben de merak ediyorum o nedenle tahminimi yazayım. Evrensel insani değerlere değil, yüzeysel ve geçici olması kaçınılmaz geleneğin içinden konuşmuş ama kendi dünya görüşüne özgü, yüzeysel ve değişken değer yargılarını dayatmışsındır. Muhtemelen babanın hapiste oluşu, suç kaydı, hırsızlığı filan diline dolamış olabilirsin. Anne için ‘gece o saatte…’ gibi kalıp yargılara dayalı sözler kurmuş olabilirsin. Çocukları devlete vermemiş olmakla da anneyi suçluyorsun. Devlet koruması altındaki çocukların başına neler geldiğini hiç düşünmeden… Neyse devlet bakımı çok su kaldırır, hiç girmiyorum. Özlem Zengin için her zaman, her kültürde geçerli olan bir evrensel hatırlatma yapayım: Yoksuldan ahlak beklemek en büyük ahlaksızlıktır. Hele de yoksulluğu yok etmekle yükümlü iktidar mensupları tarafından halkın ahlakla sınanması... Yani zamanın varsa yetkili konumdaki insanlardan birisi olarak suçlayıcı haykırışlar yerine bir parça sakince düşünüp bu durumu anlamaya çalışsan yeter.

Anlayamayanlar, temel görevlerinden habersiz olanlar, asıl işini bırakıp başka konuları gündeme taşıma kurnazlığı yerine istifa mekanizmasını işletseler yeter.

Tüm yazılarını göster