Yüksek perdeden seslendirilmiş hak ihlalleri ve açıkça hukuk tanımazlık örnekleriyle dolu gündem. Her birisi üzerine uzun uzun konuşup tartışmayı gerektirecek kadar önemli olan, farklı biçimlerdeki hak ihlallerini topluca ele almak belki değerlendirmeyi kolaylaştırır. Örneğin sadece son bir haftada gündemi şekillendiren vakalara bakalım. Önce iki Ebubekir çıkıyor karşımıza sonra bir Ömer Faruk derken bir Özlem. Ömer’in Farukiyetini ve özlenilecek şeyler söylemeyen Özlem Zengin beyanlarını yazının sonuna bırakarak önceliği Ebubekir Sofuoğlu’na vereceğim. Birbirinden bağımsız sayamayacağımız tekil örnekleri çoğaltmak istersek sayfalar yetmez bu nedenle son hafta ile sınırlamak en iyisi. Ama Terörün Finansmanını Önlemek için hazırlanan ve yasalaşmakta olan teklife, BM kararını aşan ve kurnazlık saçan, sivil toplum kuşatması anlamındaki hükümleri de bu çerçevede tamamlayıcı düzenleme sayabiliriz tabi.
Sofuoğlu, rektörün dile getirdiği gibi ilk olmayan “aşağılayıcı” sözleriyle ayrımcı ve kutuplaştırıcı tavrını sürdürürken şüphesiz hedefinde yine kadınlar vardı. Cinsiyet eşitliğini sağlayacak olan eğitim hakkına saldırı, kadınları ikincilleştirmenin yollarından birisi olan fuhuş ithamıyla geldi yine. Üniversiteleri “fuhuş evi”, Z kuşağını hedonist olarak tanımlamasında kullandığı ölçüt ilginçti ayrıca. Derse devamın giderek düşmesiymiş ölçüsü. Hocanın dersine talip olmayanın hali de akıbeti de fena ona göre. Dersini cazip kılamayan, dersine talip olmayanı tahkir ediyor. Mesele bu kadarla bitecek olsa hadi hocanın haline gülüp geçelim ama bitmiyor işte. Bitmiyor. Burada başlıyor çünkü fuhuş ithamı ataerkinin en eski, en bilindik ve yazık ki her zaman işleyen temel mekanizması. Bir araç olarak fuhuş ithamı tekil de olsa Ebubekir Sofuoğlu’nun yaptığı tüm üniversiteleri ve bütünüyle genç nesli hedef alsa da kadın hakları tehlikededir. Kadın öğrencilerin üniversitelerdeki varlığı ve bağımsız bireyler olarak ailelerinden ayrı yaşıyor olmalarından rahatsızlık duyulmasını sağlama çabası ile Kadın Üniversiteleri planı arasında bir ilişki kuşkusuz var.
Tıpkı Ali Dizdar vakasında, İhsan Şenocak vakasında vd. olduğu gibi Ebubekir Sofuoğlu için de hemen soruşturma açılması, ayrımcılığı önlemek ve eşitliği yerleştirmek yönünde bir siyasi iradenin göstergesi değil maalesef. Tersine o fikirler iktidarda ve iktidarı pekiştirecek şekilde toplumu dizayn etmek için düşünülen planlar yürürlükte. Üniversitelerde çeşitlilik adıyla kamufle edilerek Cumhurbaşkanlığı Strateji Belgesi'ne giren Kadın Üniversitelerinin düşünsel arka planını teşkil ediyor bu sözler. 19’uncu yüzyıl toplum hayatı günümüze taşınmak isteniyor Kadın Üniversiteleriyle. Geniş kesimleri ikna için zihinler fuhuş ithamıyla şekillendirilmeye çalışılıyor. Karma üniversitelere gidecek kadın öğrenciler için, insan haklarından soyutlayarak, “çıplak yaşama indirgenmiş bedenler” sayma yolu açılacaktır. Şu anda o sözlerin “kerih ve sakil” şeklinde nitelendiriliyor oluşu, böylesi kötücül gelecek tahayyülü ihtimalini yok etmiyor.
Ebubekir Sifil de inanç düzleminde kutuplaşmayı pekiştirecek sözleriyle bilinen iki kişiyi hedef almıştı. Öldüklerinde cenaze namazlarının kılınmasını istemeyişi, Kur’an sayfalarını mızrak ucuna takmak gibi bölücü bir tutum. Takipçileri Tevbe Suresi 84’üncü ayete dayandırdılar bu çağrıyı. Surenin 81-85’inci ayetleri arasındaki pasajda İlahî mesajla evet, namazı kılınmayacak kişiler anlatılır. Düz mantıkla düşünüldüğünde herkes kendince münafık olarak tanımladığı herkese bu hükmü uygulamaya kalkar. Peki tarih boyunca bu şekilde uygulanmayışının hikmeti neydi, sorusuna cevap bulmak için biraz düşünmek gerekir. Biraz düşünerek cevabı bulmak istediğimde ulaştığım ipuçlarını paylaşayım merak edenlerle. Doğrudan Peygambere “namazını kıldırma” denilen bu kişilerin, Tebük Seferi'ne katılmak isteyen ve halkı da bu sefere itiraz yönünde kışkırtanlar olduğu yazılır tefsirlerde. Nasıl yaşamakta oldukları ve nasıl ölecekleri İlahî mesajla bildirilen kişilerdir bunlar. Yani somut bir olay ve somut şahıslar için geçerli bir hükümden söz ediliyor. Münafık oldukları İlahî mesajla tescilli olanlar hakkında verilen bir hüküm yani.
Münafık kavramı Kur’an’da çok sık geçer ve muhtemelen bu kadar çok tekrarın nedeni tanınmalarının bilinmelerin zorluğudur. İlahî mesajla bildirilen müşahhas örnekler dışında bu kavramın içine girebileceklerin kimler olduğu yönünde çokça tahmin yürütebileceğimiz kadar geniş tanımlar vardır ama hüküm veremeyiz. Asla emin olamayız. Hüküm Allah’a aittir. Hiç kimsenin bir başka kişi için dinine, inancına dair kişisel kanaatlerini İlahî hüküm gibi sunmaya hakkı, haddi ve yetkisi yoktur. Böyle bir tavır topluma kin ve nifak tohum ekmek, fitne sokmak olur ve münafık tanımlarında da geçer bu özellikler. Dikkatli olmak gerekir. Özellikle de moda akımı olarak sıkça karşımıza çıkan muhalifi münafık sayma hevesi çok yanıltıcı. Her muhalefet edeni münafık sayarak onları insan haklarından soyutlanarak “çıplak bedenlere” indirgemek, dünyevi ve uhrevi kayıplara yol açacağı için de gelenekte, açık beyanla istemeyen dışında hiç kimsenin cenaze namazının kılınmayacağına dair hüküm, pek az istisnayla görülmez. Toplumların kargaşa dönemlerinde böyle vakalar yaşanmış olması da ayrıca ibret alınması gereken durumlardır. Allah’a muhalefet edenlerle dinin ve siyasetin muktedirlerine muhalefet edenleri aynı kefeye koymanın yolu şirke kadar gider, AlimAllah.
Kişiyi insan haklarından soyutlanmış çıplak bedenlere indirgemek, insan hakları hukukunun çiğnendiği pek çok olayda görüldüğü gibi bizde vakayı adiyeden. Pek çok kişi ve hemen hemen her toplumsal kesim iktidar olduğunda karşıtlarını, çıplak bedenlere indirgeyerek muhalifinden kurtulma yolunu seçti. Ama hiçbir zaman ders alıp akıllanmadık. İnsan haklarından soyutlama usulünün neredeyse yerleşik alışkanlık olduğu ülkemizde, mecazi çıplak beden tanımı somutlaştırıldı. İşkence yöntemi olan çıplak sorgu usulüyle birleştirilerek gözaltı işleminde bile uygulanmaya başlaması için yönetmelik çıkarıldı. Gözaltına alma işlemi sırasındaki arama usulüyle işkence yapılıyor, bildiğimiz en az altı aydır. Ömer Faruk Gergerlioğlu, örnekleriyle bu olayları Meclis kürsüsüne ve gündeme taşıyarak itiraz ettiği için suçlanıyor. İktidar mensuplarının duymaya tahammül edemedikleri işlemlerin uygulanıyor olması, en az çıplak arama usulü kadar vahim. Sadece altı ay kadar bir süre önce yönetmeliklere girmişti. Bu durumda çıplak arama usulünün olmadığını iddia eden Özlem Zengin için söyleyecek söz bulmak çok zor.
Her şeyden önce bilinmeli ki sadece başörtülü kadınlar için değil hatta sadece kadınlar için değil tüm insanlar için çıplak arama işkencedir. Cezalandırmadır. Hakkında hüküm bile verilmediği halde üstelik cezi hüküm bile insan onurunu gözetmeliyken, onuru çiğnenerek cezalandırılıyor insanlar. Kendisini en savunmasız ve çaresiz hissedeceği bir duruma düşürmek için yönetmelikle uygulanan bu usulün, kime yapılırsa yapılsın, akla ve vicdana sığması mümkün değil. Tıpkı ölü bedenden hınç almak için çıplak teşhir etmek gibi çıplak arama da insanlık dışı. Teknolojik aramalarla X-RAY cihazından geçirilmek bile insan hakları hukuku açısından tartışmalıyken fiili çıplak arama kabul edilemez. Kabul edilemez, savunulamaz bir uygulama olduğu içindir ki inkar ediliyor. İnkar, şimdiye kadar neye çare olmuş ki… Eşitlikten, ayrımcılık karşıtlığından, insan hakları hukukundan adeta ışık hızıyla uzaklaşıyoruz. Eskiden de yoktu sayılan insani gelişmişlik göstergeleri kabul ama böylesi açık beyanlarla dinin, siyasetin, akademinin muktedirleri tarafından pervasızca dile getirilmesi, apayrı bir şey, başka bir boyut. İnsan hakları hukukunun evrensel değer haline gelmesinden önceki zamanları hatırlatan farklı bir boyut. Distopya içinde yaşar gibiyiz.