Dün İspanya tam 137 maçın ardından bir ilki yaşadı. Öyle ki, en son EURO 2008 finalinde Almanya’ya karşı kazandıkları maçta topa daha az sahip olmuşlardı. 16 yıl sonra, başka bir deyişle dün İspanya’nın sağ kanadında oynayan Lamine Yamal’ın dünyaya geldiği günden bu yana, ilk kez bir maçta rakipleri onlardan daha fazla topa hükmetti. Buna karşın Hırvatistan’ı 3-0 gibi net bir skorla yendiler. Maç sonunda da İspanya’dan herhangi biri bundan şikâyetçi gibi durmuyordu.
Belki, maçı izlediyse, Arsene Wenger gördüklerinden hoşnut kalmamış olabilir. Fransız teknik direktör, İspanya’nın İtalya’yla karşılaştığı EURO 2012 finali öncesindeki değerlendirmesinde, İspanya’nın o turnuvada hücum ilkelerini terk edip daha olumsuz bir takım hâline geldiğini, ancak yine de teknik olarak dünyanın en iyisi olmaları nedeniyle kupayı kazanmalarını beklediğini söylemişti.
“Başarılı oldukları yıllar boyunca, topa sahip olma isteğine dayanan aynı felsefeyi korumaya çalıştılar,” demişti Wenger, 2012 İspanya’sı için. Ve şöyle devam etmişti: “Gol atma konusunda çok zorlansalar da topa sahip olma konusunda ustalar, teknik olarak dünyanın en iyileri ve yaptıklarına büyük saygı duyuyorum. Bu adamlar, olağanüstü futbolculardan çok daha fazlası; gerçekten çok zekiler ve kazanmayı biliyorlar, bunun için hak ettikleri krediyi onlara veriyorum. Öte yandan felsefelerine ihanet ettiklerini de söylemek zorundayım. Oyunlarını daha negatif bir şeye dönüştürdüler. Başlangıçta topa sahip olmak için hücum etmek ve oyunu kazanmak istiyorlardı; şimdi bu her şeyden önce kaybetmemenin bir yolu gibi görünüyor. Yıllar içinde daha muhafazakâr bir hâle geldiler. Öyle ki, artık gol atmak için değil, rakibe gol şansı vermek istemedikleri için topa sahip olmak istiyorlar.”
Aradan geçen 12 yılın ardından ise İspanya’da bir nesil tamamen değişti. Elbette hâlâ teknik kalitesi yüksek bir orta sahaya sahipler. Rodri, Pedri ve Fabian Ruiz, topa hükmeden her takımın isteyeceği bir üçlü. Robin Le Normand gibi geriden çok iyi oyun kurabilecek bir stoperleri de var. Ama 2012’deki gibi tabiri caizse “11 orta saha oyuncusuyla” oynamıyorlar artık.
YENİ İSPANYA: DAHA HIZLI, DAHA DOĞRUDAN
Bir kanatta Lamine Yamal, diğer kanatta Nico Williams gibi iki koşucuyla oynuyorlar. Alan bulduklarında rakiplerinin canına okuyabilecek iki etkileyici atlet. Onlara ihtiyacını duydukları geniş alanları verebilmek için ise topa olan eski tutkularından belirli ölçüde feragat etmeleri gerekiyor. Dün İspanya’nın bilhassa Alvaro Morata’nın ilk golünün ardından yaptığı da buydu.
Athletic Bilbao kökenli bir genç takım antrenörüyken, ardından sırasıyla İspanya’nın bütün alt yaş kategorisindeki takımlarını çalıştıran ve sonunda A Millî Takım’da Luis Enrique’den görevi devralan Luis de la Fuente’nin İspanya için fazlasıyla radikal olarak görülebilecek bu pragmatist anlayışını kabul ettirebilmesi için ise tek bir şeye ihtiyacı var; kazanmaya. Dün yaptıkları gibi.
Açıkçası Hırvatistan’ın da kendilerini hiç zorlayamadığını kabul etmek lâzım. Yaptıkları inanılmaz savunma hataları da cabası. Yıllardır değişmeyen ve hâliyle yaşlanan Marcelo Brozovic, Luka Modric, Mateo Kovacic orta sahasını bir kenarda bırakırsak, ileri ve geri hatlarıyla kalitesi hayli düşen bir kadroya sahipler. Görünen o ki, Zlatko Dalic’in de artık bu takıma verecek bir şeyi kalmamış. Dolayısıyla bu hâlleriyle İspanya ve İtalya için grubun zayıf halkası gibi görünen Arnavutluk’tan daha dişli bir rakip gibi durmuyorlar.
SPALLETTİ ÇOK ŞEY DEĞİŞTİRMEMİŞ
Günün son maçında sahne alan son şampiyon ise bıraktığımız gibiydi. Roberto Mancini’den görevi devralan Luciano Spalletti’nin değişen takımından beklentiler çok yüksek olmasa da İtalyanlar “biz yine buradayız” dediler. Federico Dimarco’nun ikramıyla turnuva tarihinin en erken golünü kalelerinde görmelerine rağmen kendilerine güvenleri hiç sarsılmadı, ne yapmak istediklerini çok iyi biliyor gibilerdi. Nitekim henüz ilk çeyrekte beş dakika arayla buldukları iki golle geri döndüler.
Spalletti, elinde EURO 2020’ye göre daha düşük profilli bir takım olsa da, Mancini’nin ana planından çok şeyi değiştirmemiş. Prensipler yine aynı; topun mutlak hâkimi olmak istiyorlar, geriden pasla çıkıyorlar, topu kaybettikleri yerde şiddetli bir baskıya girişiyorlar ve bunu yapabilmek için savunmayı olabildiğince ileride kuruyorlar.
Sahaya yayılımları da aynı şekilde; kâğıt üzerinde 4-3-3 formasyonunu kullansalar da, sağ bek Giovanni Di Lorenzo geride bekliyor, sol bek Dimarco ileri çıkıyor (2020’de Leonardo Spinazzola’nın yaptığı gibi), sağ kanat Federico Chiesa çizgiye basıyor, sol kanat Lorenzo Pellegrini içe kat ediyor, böylece hücumda 3-2-5 şeklini alıyorlar.
CALAFİORİ: MOTTA’NIN İTALYA’YA HEDİYESİ
Spalletti’nin en büyük şansı ise Leonardo Bonucci ve Giorgio Chiellini’nin boşluklarını doldurabilmesi olmuş. Alessandro Bastoni, bir önceki turnuvada da vardı ve yedek kulübesindeydi. Esas sürpriz ise yanındaki ekürisi; Riccardo Calafiori. Thiago Motta’nın Bologna’da sol bekten stopere devşirdiği, bu yüzden haklı olarak Paolo Maldini’ye benzetilen 22 yaşındaki oyuncu, dün akşam yalnızca ikinci kez İtalya formasını giyse de sanki takımın en deneyimlilerinden biriymiş gibi rahattı. Gerek kesiciliği, gerek hava toplarındaki üstünlüğü, gerekse oyun kuruculuğu… Hepsi çok etkileyiciydi.
Öte yandan İtalya’nın önümüzdeki maçlarda yaşayabileceği olası bir sıkıntı ise ceza sahasında net bir bitiriciye sahip olmamaları. Gianluca Scamacca fiziğiyle rakip savunmalar için çok caydırıcı bir santrfor. Bağlantı oyununda da son derece etkili. Fakat İtalya’nın geçmişindeki usta golcülerin bir mirasçısı değil.
Yine de İtalya benzer bir sorunu EURO 2020’de de yaşamıştı. O turnuvada takımın santrforu olan Ciro Immobile, Scamacca’ya göre çok daha iyi bir golcü olsa da bu anlamda verimli bir turnuva geçirememişti. İtalya da özellikle orta sahasından ciddi bir gol katkısı alarak bu sorunu gidermiş ve sonunda kupayı kazanmıştı. Görünen o ki, İtalya’nın bu turnuvada da orta sahasından aynı skor katkısını alması gerekecek. Dün bu rolü Nicolo Barella layığıyla üstlendi. Devamının gelip gelmeyeceği ise İtalya’nın turnuvadaki kaderini belirleyecek gibi görünüyor.
Arnavutluk’un ise turnuvanın ölüm grubundaki en zayıf halka olmasına rağmen son şampiyona karşı çok iyi bir maç çıkardığını söylemek gerek. Turnuvada şu ana kadar oynanan tüm maçlarda favoriler kazandı ve hepsi büyük bir oyun üstünlüğüyle bunu başardı. İtalya’nın galibiyeti de haklı bir galibiyetti elbette. Ama Arnavutluk’un da iyi direndiğini kabul etmeli.
İlk dört maçın diğer mağlupları İskoçya, Macaristan ve Hırvatistan rakiplerinin üstünlüğünü çok kolay kabul etse de Arnavutluk bunu yapmadı. Maçın başından sonuna dek agresifliklerini korudular. Belki üç maçın sonunda beklenildiği gibi grup sonuncusu olacaklar, belki puan bile alamayabilirler, ama turnuvayı saygı uyandırarak terk edeceklerini ilk maçtan belli ettiler.