23 Ekim 2018’de, Avrupa Birliği Komisyonu, İtalya’nın sunduğu bütçe tasarısını reddetti. Bu Birlik tarihinde bir ilk idi. İlk kez bir üye devletin bütçesine, yani ulusal düzeyde kamu geliri ile harcama tercihlerinin nasıl şekilleneceğine, ulus-üstü bir kurum olan Komisyon müdahale etmiş oldu. İtalyan bütçesinin Komisyon tarafından reddi, Avrupa entegrasyon teorileri açısından ilginç tartışmaları tetikleyecektir. Ancak somut süreci anlayabilmek için Avrupa Birliği’nin (AB) neoliberal teknokratik mimarisine daha yakından bakmak gerek.
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN EKONOMİK İZLEME MEKANİZMASI
2008 küresel finansal krizi ABD kökenli idi. Ancak krizin Avrupa’ya yansıması gecikmedi. Özellikle 2010 ile 2012 arasında Avrupa’da pek çok firma iflası eşliğinde bu sefer üye ülkelerin iflasın eşiğine gelmesi gündeme geldi. Küresel krizin Avrupa ayağının nasıl şekillendiğine girmiyorum. Dileyen okuyucu, meslektaşım Ali Rıza Güngen ile birlikte yazdığımız ve yakında genişletilmiş üçüncü baskısı çıkacak olan ‘Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Krizi’ kitabımıza bakabilir. Ancak burada, kriz sonrası AB’de oluşturulan izleme mekanizmasına değinmek istiyorum. Zira İtalya’nın karşılaştığı bütçe krizi, bu mekanizmanın işlemesi sonucunda ortaya çıktı.
Üye ülkelerin kamu bütçe açıklarının milli gelire oranının yüzde 3’ü, toplam kamu borcu oranının da yüzde 60’ı geçmemesi gerektiği, 1992 yılındaki Maastricht Anlaşması’na dayanıyor. Anlaşmada üye ülkelere böyle bir sınırlama getirilmesinin nedeni, ileride geçilmesi planlanan ortak para biriminin uygulanabilmesi için üye ülke ekonomilerinin birbirine daha yakınlaşmasını sağlamak olarak belirlenmişti.
Bu ilke doğrultusunda, 1997 yılında kurulan İstikrar ve Büyüme Sözleşmesi (Stability and Growth Pact) ise, ulusal düzeydeki maliye politikalarının ve genel olarak ekonomi politikalarının izlenmesini ve bunların Maastricht Anlaşması’ndaki sınırlara uyup uymadığının tespit edilmesini amaçlıyordu.
2008 krizi sonrasında ise bu yapı daha da sıkılaştırıldı ve 2011 yılında Altılı Sözleşme (Six Pact) imzalandı. Zira krizin etkisiyle, daha doğrusu, iflas eden firmaların borçlarının devlet tarafından üstlenilmesi ya da özel zararın kamuya transfer edilmesi sonucunda 27 üyeden 23’ünde Maastricht Anlaşması’ndaki sınırlar aşılmıştı. Altılı Sözleşme, daha öncekilerden farklı olarak Komisyon’a ve Konsey’e makroekonomik dengesizlik ya da borç ve bütçe sınırlarının aşılması durumunda önleyici önerilerde bulunma ve düzeltici tedbirler alma yetkisi vermişti. İşte önceki gün İtalya’nın bütçesinin AB Komisyonu tarafından reddedilmesinin gerisinde bu mekanizmanın işleyişi yatıyor.
NEOLİBERAL AB'NİN TEK REÇETESİ: KEMER SIKMA
Gelelim Komisyon’un ret gerekçesine. Komisyon, öncelikle İtalya’nın, daha önce Komisyon tarafından yapılan önerilere uymadığı gerekçesiyle gelen bütçe tasarısını reddetti. Bunun karşısında Başbakan Giuseppe Conte İtalya’nın bir ‘B planı’ olmadığını söyledi. İtalya dışında, Komisyon’un radarında Fransa, Belçika ve İspanya gibi ülkeler de var. Ancak henüz bu ülkeler için bir yaptırım uygulanmadı.
İşin daha ilginci, reddedilen İtalyan bütçe tasarısında bütçe açığı 2.4 olarak öngörülmüştü, yani Maastricht Anlaşması ile belirlenen yüzde 3 sınırının altında bir açık hedeflenmişti. Ancak Komisyon, İtalya’nın daha önce Komisyon tarafından yapılan tavsiyelere uymaması ve kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 60 sınırının çok üzerinde olması gerekçeleri ile reddetti. Bu gelişme açık bir şekilde, Avrupa’da kriz sonrasında, krizden çıkış için geliştirilen ekonomi politikalarının ‘kemer sıkma’ (austerity) çerçevesinin dışına çıkmadığını bir kere daha göstermiş oldu.
Komisyon’un ret kararı üzerine İtalyan Maliye Bakanı Giovanni Tria, AB kurumlarına gönderdiği mektupta, krizin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen İtalyan ekonomisinin halen kriz koşullarını yaşadığının ve bundan çıkış için ekonomik büyümenin canlandırılması gerektiğinin altını çizdi. Tria, ekonomik büyümenin hızlandırılması zorunluluğuna ek olarak, İtalyan toplumunda özellikle krizden en çok etkilenen kesimler için hazırlanan bir sosyal yardım programı neticesinde, bütçe açığı hedefini 0.8 puan daha artırarak 2.4’e çektiklerini ifade etti. Önümüzde, Komisyon’un ret kararı sonrası, sürecin sonuçlanması için İtalya’ya verilen üç haftalık bir süre var. Sonrasında, İtalya’nın kararına bağlı olarak krizin alacağı biçimi hep beraber göreceğiz.
İTALYA'NIN SYRIZA PARADOKSU
Özetle İtalya, ‘Syriza Paradoksu’ ile karşılaşmış durumda. Syriza Paradoksu tabirini daha önce, Avrupa para birliği içerisinde kalarak kemer sıkma tedbirlerine karşı çıkmanın mümkün olmamasını açıklamak için kullanmıştım. Bu bize, AB içerisinde farklı siyasi hükümetler olsa da tek (neoliberal) ekonomik reçetenin uygulandığını gösteriyor. Dün Yunanistan’ın karşılaştığı bu ikilem ile bugün İtalya karşılaşmış durumda. Ancak bu durum, tekil üye ülke örneklerine ait sorunlar nedeniyle ortaya çıkmıyor. Geçtiğimiz mayıs ayında İtalya’da yeni hükümet kurulduğunda yazdığım yazıyı şöyle bitirmiştim:
“İtalya’nın yaşadığı kriz, neoliberal AB modelinin krizidir… Neoliberal elitin açmazı şu: Neoliberal Avrupa modelinde ısrar etmek ya AB’nin dağılmasına ya da faşizmin yükselmesine neden olacaktır.”
İtalya ile AB arasında yaşanan ‘bütçe’ krizi, neoliberal Avrupa idealinin açmazının halen sürdüğünü gösteriyor.