Sosyal medya günümüzün agorası: Şehrin, ülkenin ve dünyanın ait olduğumuz, durup baktığımız ana meydanı orası. Her şey orada cereyan ediyor.
Ekonomi - iş, din, eğitim, politika, hasılı memleket meselelerinin önde gelen ve aklı erenlerce konuşulup gidişatın yönlendirildiği antik çağ agorasını da, modern zamanlar kamusal alanını da aşıyor sosyal medya. Her ikisinden daha etkili. Yakınınızla da, düşmanınızla da aynı anda bire bir yüz yüze, karşı karşıyasınız orada. Muhabbeti, tartışmayı, kavgayı şu ya da bu nedenle bırakıp ayrılsanız bile saatler ve hatta günler sonra dönüp, sizden sonra olup biteni an be an izleyip görüyor, dahası müdahil oluyor; lafınızı, sözünüzü, tavrınızı kayda geçirebiliyorsunuz. Canlı, 7/24 açık borsa. Orada dönüyor her şey.
“Bir halkın eğitimi, sokaktaki davranışıyla ölçülür” diyor Edmondo De Amicis, “Sokakta kabalık görürsen, bil ki, evlerde de aynı şeyle karşılaşırsın.”
İnsan hallerini izliyoruz sosyal medyada; günümüzün sokağında, meydanında. Mahalle, memleket, dünya hepsi bir arada. Herkes kendi meşrebince ortada. Giderek çoğalan, gürültüye, itişip kakışmaya dönüşen yeni tür bir dil yükseliyor reelden daha reel sanal sokaktan. Her şeye baskın, hakim. Her şeyi yok etmeye kararlı… Küresel / yerel lümpenlik eğitim idman yurdu.
ÜST AKIL - ÜSTÜN AKIL
Aslına bakılırsa, sihirli saha sosyal medya henüz hasıl olmadan bu eğilim ve eğitim başlamıştı memlekette. Taşralaşma olarak niteleyenler oldu, paçozlaşma, aynı kabilden olmak üzere hödükleşme diyenler oldu. Ve o her ne ise, makbul kimlik, kişilik, dahası üst – üstün akıl halini aldı.
Dün akıl almaz gibi görünen, akıl ve ahlak-dışı görülen her şey olağanlık, sıradanlık, geçerlilik kazandı:
Üst ahlâksızlığın bu denli yaygınlaşması, toplumdan tepki görmemesi ise kitle toplumunu kitle toplumu yapan en önemli özellikler arasına girmiş bulunmaktadır.
Elbette ki, güvenilmeye değer kurumlarda yoldan çıkmış kimseler bulunabilir. Fakat bir toplumda kurumların kendileri de yoldan çıkmış ve bozulmuşsa, bu kurumlarda yer alan görevlilerin de bozulmaları, yoldan çıkmaları doğallaşır. Şirketleşme çatısı altında düzenlenen bir toplumsal yaşam biçiminde ekonomik ilişkiler kişilerin dışında oluşmakta; yöneticiler eskisi kadar kişisel sorumluluk duymamaktadırlar. İş, savaş ve siyaset dünyaları üçlüsüne dayanan bu düzende bireysel vicdan eskisi gibi önemli bir öğe olmaktan çıkmış; üst ahlâksızlık kurumlaştırılmıştır.
«Beyaz yakalıların işledikleri suçların» çoğu, kamusal planda ahlâk anlayışının zayıflaması, yüksek maliyetli günahların ve suçların artması, kişisel dürüstlüğün azalması gibi sorunlar yapısal ahlâksızlıkla ilgili sorunlardır. Bu tür sorunların, sadece, bulundukları çevrenin etkisi ile yoldan çıkmış küçük ve seviyesiz insanların eseri olduğu söylenemez. Bunun böyle olmadığını, az çok, herkes bilmektedir. Ne zaman üst ahlâksızlıklarla ilgili yeni bir olay duyulsa, 'bugün de bu çıktı’ denilmekte; böylece, sorunun tek-tük bireylerin yaptıkları ile ilgili bir sorun olmayıp, geniş ve yaygın bir hastalığın göstergesi olduğu teslim edilmektedir. Bu görüşün doğru olduğuna inanmamızı haklılaştıracak bazı belirtiler açıkça ortadadır.
NE YAPIYORSAK MİLLET İÇİN
Günümüzde ekonomik ve siyasal kurumlarda şirketler dünyasının zengin kişileri akıl-almaz bir iktidar kazanmışlar, fakat üzerlerinde bu iktidarlarını uyguladıkları insanların moral yönden saygılarını kazanmış, rızalarını alabilmiş değillerdir. İki kuşak boyunca ortaya çıkan her çıkar çevresi, hiç bir «müeyyideye» bağlanmamış her yeni şirket iktidarı, tarım işletmeleri toplulukları, işçi sendikaları ve devlet kuruluşları moral yönden iddialı sözlerle işe başlamayı unutmamışlardır. Ne yapılırsa, ne yapılmışsa hepsi kamunun yararı için yapılmıştır!
BUNALIM MI, NE ALAKA !
Üst ahlâksızlığın en önemli özelliği bunalımlardan rahatsızlık duymaması; bunalımlarla karşı karşıya kalmayacak durumda olmasıdır. Gerçek bunalımlarda toplumdaki çok sayıda insan çeşitli alternatifler üzerinde görüşmeye, tartışmaya, soruna bir çözüm yolu bulmaya çalışır; her alternatifin moral anlamları kamu önünde açık açık tartışılır, kamudan görüşünün alınması için kamuya bilgi verilir. Üst ahlâksızlık, eski değerlerin gücünü yitirmesi, sorumsuzluğun örgütlü duruma getirilmesi artık kamusal bir bunalım, kamusal bir sorun sayılmamakta; tersine, toplumsal sorunlara karşı gösterilen ilgisizliği, kabullenmişliği saklamak için halka karşı bunlardan yararlanılmaktadır.
TEK MAKBUL DEĞER
Paranın her şeyin önüne geçtiği bir toplum hayatında diğer toplumsal değerler etkinliklerini yitirmekte, bireyler kolay para kazanmak ve servet sahibi olmak için insaftan, merhametten çıkacak duruma gelmektedirler.
Para kazanmayı tek başarı ölçüsü sayan, para sahibi olamayanları suçlayacak derecede kötü karşılayan bir toplum yapısında paranın tek mutlak değer durumuna gelmesini önleyebilecek başka bir değer kalmaz. İnançsız, hiçbir şeye bağlılık duymayan, dostluk, insanlık nedir bilmeyen birtakım kimseler başarıdan başarıya koşarlar; başarıdan başarıya koştukça da, şaşkına dönmüş toplum en büyük saygıyı, ahlâksızlığı bile en üst düzeylerde yapan bu «üst ahlaksızlara» göstermeye başlar.
Günümüz toplumunda kişinin yükselmesinin ahlâk yönünden belirli bir bedeli gerektirdiği inancı öylesine yaygınlaşmış, öylesine benimsenmiştir ki, durum, üst ahlâksızlığın olağan sayılması derecesine varmış bulunmaktadır.
YÜKSELMENİN FİYATI
Bülent Ecevit’in Tagore, Eliot, Kipling okuyup çevirdiği, şiir yazdığı; Turgut Özal’ın ise Red Kit okuduğu bilinmektedir.* … Günümüzde siyasal, ekonomik ve askerî çevrelerde yüksek mevkilere gelen kimseler ciddî kitaplar okumak şöyle dursun, memorandum ve brifinglerden vakit bulup da kendi başlarına gazete bile okuyamamaktadırlar. Yükselmenin bile ahlâk yönünden belirli bir fiyata bağlandığı bir toplum düzeninde bunun başka türlü olması beklenemez. Fakat, bunca yüksek yere gelebilmiş kimselerin içinde bulundukları bilgisizlik, kültürsüzlük ve düşünsel seviyesizlikten nasıl olup da biraz olsun utanç duymadıkları, doğrusu, anlaşılacak iş değildir işin ilginç bir yanı da, bu kimselere içinde bulundukları utanç verici durumdan ötürü rahatsızlık duymaları gerektiğini hatırlatacak kültürlü bir kamunun da kalmamış olmasıdır.
SERVET VE ÜN SAHİPLERİ
İktidar, servet ve ün sahibi seçkinler ile kültür ve bilgi sahibi düşünürler, yazarlar arasında yakınlık, dostluk yoktur; birinciler için sonuncular 'hiç bilinmedik’ birtakım insanlardır. İktidar seçkinleriyle düşün ve kültür dünyasının seçkinleri arasındaki ilişkiler, ancak, bu iki ayrı dünyanın en «sivri» ve «gösteriş düşkünü» üyeleri arasında olmaktadır.
BİLGİ NE İŞE YARAR?
Amerikan toplumunda güçlü ve iktidar sahibi olanların bilgili ve akıllı oldukları inancı yayılmak istenmektedir. Bunun için de, «yapmasını bilmediği için, öğretim üyesi olmuş öğretiyor», ya da ‘akıllıysan, niye yoksulsun’ gibi sözlerle topluma belirli bir görüş aşılanmak istenmektedir. Bu gibi boş sözlerin bir anlamı varsa, o da bu tür zevzekliklerden yararlanmak isteyenlerin servet ve iktidar sahibi olmayı isteyen insanlar için, hele hele kendileri gibi «akıllı» kimseler için hayatın en yüce amacı sandıklarını; buna inandıklarını ortaya koymuş olmalarıdır. Bu kimselere göre, bilginin bilgi olması için para getiren bir şey olması gerekir. Zengin ve iktidar sahibi kimselerin bilgili ve akıllı sayılmaları gerekir; çünkü, bu kimselerin aklınca, böyle olmasalardı zengin ve güçlü olamazlardı. Oysa, iktidar sahibi olanların akıllı olduklarını söyleyebilmek için de, servetle» aklın aynı şeyler olduğunu gösterebilmek gerekmektedir.
AMERİKAN AHLAKI
Korkmayın, bizde olmaz böyle şeyler.
Yukarıda okuduğunuz her şey Amerika’da geçiyor. Charles Wright Mills’in 1951’de yayımlanan İktidar Seçkinleri kitabından. Türkçe çeviri Ünsal Oskay (Bilgi Yayınları, 1974, sf: 482 – 493).
*Ecevit ve Özal’ın anıldığı satırların aslı: “George Washington‘un 1783’de de Voltaire'in ‘mektuplar’ını okuyarak dinlendiği; Eisenhower'in ise kovboy kitaplarıyla polisiye romanlar okuduğu bilinmektedir.”